Niyet ettim gayet ciddi bir gönderi yapmaya...
Başlamadan; az sonra aklıma geleni söyleyeceğim konuda elbette istisnalar var, onları ayrı tutarım.
Bir süre önce anneciğimle iki saat kadar sohbet ettik, dedikodu yaptık :)
Kardeşimden, kardeşimin tatlı kızından, ne çabuk büyüdüğünden konuşurken konu bir anda 'bebek' meselesine geldi.
Şimdi efenim, bizim -evlilikte dört yılı devirmiş genç bir çift olaraktan- hala!!! bebek sahibi olmamızı dört gözle bekleyen insanların olduğu malum aile çevresinde.
Hani vardır ya, ''bebek var mı bebek?'', ''bebek yapsanıza-sevelim!'', ''ne zaman bebek yapacaksınız?'' diyen tipler.
Şeytan diyor; elinin tersiyle çak hepsinin ağızlarının ortasına!
Size ne efenim?
Siz mi bakacaksınız?
Siz mi gece uykunuzdan fedakarlık edip, siz mi paket paket bebek bezleri alacaksınız?
Siz mi 9 ay karnınızda taşıyacaksınız?
Siz mi emzireceksiniz?
Siz mi ateşi çıktığında panikleyip doktora koşturacaksınız?
Siz mi sağlığını, gelişimini, eğitimini, mutluluğunu, geleceğini düşünüp, koruyup-kollayacaksınız?
Sizin bu konuda ağzınızı açmaya ne hakkınız var?
Kafatasının içinde beyin taşıyanlardanım.
İsviçreli bilimadamlarının, totolarından, kafalarından, laboratuvarlarından uydurduğu-uygun gördüğü-geçerli saydığı IQ ve EQ testlerine göre de; oha! kadar beyinsel, yuh! kadar duygusal zekalıymışım.
Madem böyle bir beyin ve kalp verilmiş, hakkını verip kullanırım; düşünürüm ve hislerimi de işin içine katarım.
Ama öyle-böyle değil; ben ciddi ciddi
düşünürüm.
Düşünmekten yorgun düşerim.
Başımın ağrısı beni bir şeyler okumaya veya uyumaya itinceye dek; düşünürüm.
Gördüğüm-duyduğum-okuduğum-hissettiğim her şey üzerine ciddi ciddi kafa patlatır, kendimle konuşur, kendimle çelişir, kendimle kavga eder, kendime ispat eder, kendi tezimi kendim çürütürüm.
Dün 'ak' dediğime, bugün 'karaymış meğer' diyebilirim.
Bu, benim inandığımın ardında durmadığımı değil; inandığım şeylerin doğruluğunu sorguladığımı, hatasını-açığını-tutarsızlığını görüyorsam, gerzeklikte ısrar etmediğimi, sırf bir fikri savunmuş olmak uğruna savunmadığımı, temellendiremediğim hiç bir fikri sabit tutmadığımı gösterir.
Bebek konusunda da, uzun süredir düşünüyordum.
Fikrimi anneme söyledim, dinledi ve hak verdi.
Bebekler için ölüp-biten, bir bebek gördüğünde kendini kaybeden, bebeğim olsun diye yanıp-tutuşan biri değilim.
Bebeklerin hepsinin muhteşem, güzel, masum, melek olduğuna da inanmam.
Bazen bir bebek görüyorum; oyuncak gibi... ağzım ensemde fiyonk oluyor ona bakarken, kaş-göz edip maymunluk yaparken.
Bazen bir bebek görüyorum; yareppim, şimdiden bu kadar sevimsiz, çirkin, iticiyken kimbilir büyüyünce nasıl olacak? diyorum.
Çalışıyorum, Sa.ban.cı ile akrabalığım olmadığı için de emekliliğe dek çalışacakmış gibi görünüyorum.
Günde 8 saat iş, 1.5 saat kurs, yol filan derken, 11 saate varan süre eve gelemediğim oluyor.
Sevgilim de çalışıyor, o da günde en az 9 saat ev dışında.
Ailem Türkiyede, ben burada.
Neyime güvenip bebek yapayım? sorarım size.
İnanıyorum ki; bi' bebek, hele hele daha bi' kaç aylıkken en çok annesine ihtiyaç duyar.
Kokusuna, sütüne, sıcaklığına, sesine, sevgisine, ilgisine...
Sen doğuracaksın, sonra da ''ne yapayım annelik iznim bitti, çalışmak zorundayım'' deyip bebeğini tanımadığın, bilmediğin insanlara para karşılığı bırakacaksın, sonra da bebek yapmış-büyütmüş olacaksın?
Annelik bu mudur?
Bebeğini;
Annesine/kayınvalidesine, ailesinden-kandan-candan sevgi dolu bir bireye emanet etme lüksüne sahip anneleri...
Gerçekten 'çalışmak' zorunda olan ve bu 'zorunluluk' durumu, hamilelik-doğumdan sonra ortaya çıkmış anneleri...
Çalıştığı halde, yokluğunu bebeğine zerre kadar hissettirmemeyi başaran -süper- anneleri...
Söyleyeceklerimden muaf tutarım.
'Anne' olan her kadının bebeği ile zaman geçirmesi, destek alarak veya desteksiz, bebeğini kendisinin büyütmesi, onun ihtiyaç duyduğu her saniye yanında olması ve enerjisini, sevgisini, ilgisini ona mümkün olduğunca vermesi taraftarıyım.
Doğal olan, olması gereken de bu değil mi?
Doğurduğu zaman, yavrularını günde 8 saat bir başka hayvana 'çalışmak' adına bırakıp giden bir hayvan var mı doğada?
Varsa, cahilliğime verin, duymadım bugüne dek.
Gerçekçi olalım; çalışan kadınlar -ne derlerse desinler- part time annelik yapıyorlar.
Saat 18:00'den sabah 07:00'ye dek... sonra ''anne işe gidecek, akşama iş çıkışı hemen gelecek annecim''lerle olmuyor annelik.
Ne kadar içleri rahat olursa olsun, ne kadar güvenilir ellere emanet ederlerse etsinler bebeklerini; limitli annelik yapıyorlar.
Bu, bana göre 'bencillik'... başka hiç bir şey değil.
Hem kendin acı çekeceksin, istediğin an yanında olamayıp-kokusuna doyamayıp... hem de bebeğini kendinden mahrum edip, ona acı çektirip, mutsuzluğa sürükleyeceksin.
Bunu yapmaya ne hakkımız var miniminnacık bebeğe?
Bu şartlar altında, anne olmanın mantığını anlayabilmiş değilim
Evden çalışan anneler var, ya da mesleğini bir kaç yıl süreyle askıya alabilen anneler...
Ya da kendi işinin sahibi, istediği an çocuğunun yanında olabilen, hatta ve hatta, çocuğu yanındayken işini yürütebilen anneler var.
Günde bir kaç saat çalışıp evine dönen, daha bebeği uyanmadan yanında olan anneler...
Yukarıda da dediğim gibi; istisnalar her konuda olduğu gibi, bu konuda da var.
İşte, o kadınlar aslında zoru başarıyorlar.
O kadınlar 'anne' olmanın hakkını sonuna dek veriyorlar.
Bir de şu açıdan bakalım;
Hadi, diyelim bir bebek yaptın.
Hayatını ona göre düzenleyeceksin.
Her şeyini...
Hamile kaldığın andan itibaren, artık sen ve sevgilin yok.
Önce bebek var..
Bebeğinin geleceği üzerine yapıyorsun bütün planlarını.
Harcamalarını-birikimlerini-zamanını-enerjini bebeğe göre planlıyorsun.
Önce ''bebek'', sonra sen ve sevgilin.
Bebek yapmamak, bir anlamda ''ben, bütün zamanımı-enerjimi-paramı sadece kendime ve sevgilime harcayacağım'' anlamına gelmiyor mu?
Bu bir tercih değil mi?
Neden insanlar buna saygı gösterip çenelerini kapamıyorlar?
Bu noktada başka bir konunun kapısını aralayayım; binlerce annesiz-babasız veya sözde annesi-babası olan ama yapayalnız bırakılmış bebek var.
Madem bir bebek yetiştirmek için yanıp tutuşacağım, neden o bebeklerden birinin elini tutup ona bir hayat, bir gelecek, sımsıcak bir yuva vermeyeyim?
Neden ''onlar elalemin çocuğu, ben kendim doğuracağım'' da ısrar edeyim?
''Bebeğin, senden ve sevgilinden bir parça olacak... diyenler olduğunu tahmin ediyorum.
''Anne olmadan, anneliğin ne anlama geldiğini bilemezsin, bu bir mucize!'' diyenler olduğunu...
Hayat, zaten başlı başına bir mucize değil mi?
Sevgilimle benim bir parçamızı alacak bebeğin büyüdüğünde; bağımlı, depresif, vicdansız, ciğeri beş para etmez, sevgisiz bir birey olmayacağının garantisi nedir?
Şimdilik bu konuyu kapıyorum.
Belki, Türkiyede olsam veya ailem burda olsa... farklı düşünürdüm.
Part time anneliğe içim yana yana razı olup, -gelecekte beni suçlaması pahasına bile olsa- anne-babamın sevgi dolup taşan kalplerine emanet ederdim bebeğimi.
Bilirdim ki; iyi yetiştirilecek.
Yetiştirilme dediğin iş, dört dil bilen, genç, bebek bakımı konusunda uzman, üç yerden referanslı, Slav ırkından taş gibi bakıcılarla olmuyor.
İsterim ki; bebeğim ninnilerle, kitaplarla, masallarla büyüsün.
Toprağa yalın ayak bassın ve ayağına minicik bir taş gelecek diye içi titreyen birileri tarafından, insan-hayvan-doğa sevgisiyle büyütülsün.
Bizimle oturup para karşılığı elimizi sıkacak birine, karakterini biçimlendirmesi için bebeğimizi nasıl emanet edebiliriz?
Yarın bir gün kalkıp; sen mi yetiştirdin beni? Çalışıyordun, neredeydim sana ihtiyacım olduğunda? derse... ne cevap veririm?
Ama... ile başlayan hiç bir cevap tatmin etmez ki, anne kokusunu günde bir kaç saate sığdırarak, ''annem nerde?'' diye soran gözlerle bakarak, ''annem gelecek'' diye camlarda bekleyerek büyüyen birini.
Hadi, diyelim bu konuda tamamı ile haksızım, yanlış düşünüyorum.
Bir şeye inanıyorum;
Ne yapıyorsan yap, hakkını vererek yapacaksın.
Bu annelikte de böyle.
Hakkını veremeyeceksen, yapmayacaksın.
Bu sebeple -allam yareppim, yine büyük konuşuyorum ama- şartlar değişene dek bebek yapmayacağız.
Değişmezse de ''neden yapmadık?'' diye başımızı duvarlara vurmayacağız.
Görsel: Google Images