Milföy Böreği: Lor Peynirli - Süzme Peynirli


Bugün hazırlaması+pişirmesi toplam 60 dakikayı geçmeyen bir börek tarifi vermek istiyorum.
Bazı durumlarda can kurtarıyor :) Tamam abarttım, belki can değil ama günü kurtarıyor.
Çat kapı ''Biz geliyoruz'' diyenlerin ellerine çayla birlikte tutuşturduğunuzda ''Ay enfes olmuş! Ellerine sağlık şekerim!'' dedirtiyor(du ben Türkiye'deyken...şimdi sadece sevgilim ve yakın arkadaşlarım diyor)  :)

Şaka bir yana, zamansızlıktan yakınanlar, özellikle çalışan kadınlar için bu gibi hazırlaması kolay, pişme süresi kısa, mutfağı yangın yerine çevirmeden on beş dakikada bizi mutfaktan çıkartacak her türlü tarifin başımın üzerinde yeri var diye düşünüyorum :)

Hazır bugün bu böreği mis gibi pişirmişken ve fotoğraflamayı unutmamışken paylaşayım istedim :)
Fotoğrafladım dediğime bakmayın, aceleyle çekilmiş fotoğraflar, net çıkmamışsa kusura bamya!

MALZEMELER:
2 paket milföy hamuru (375 gramlık, dikdörtgen hamur kullandım, siz evde de hamur hazırlayabilirsiniz)
1 paket (250 gram) süzme peynir
1 paket (250 gram) lor peyniri
1 demet taze soğan
1 demet maydanoz
1 çay kaşığı tuz
1/2 çay kaşığı karabiber
2 yumurtanın sarısı
1 yemek kaşığı çörek otu

HAZIRLANIŞI:
Milföy hamurunu masa veya mutfak bankosu gibi düz zemine açın.
Eşit parçalar çıkaracak şekilde kesin.


Taze-yeşil soğanları ince ince doğrayıp bir kabın içerisinde süzme peynirle karıştırın. Yarım çay kaşığı tuz ekleyin.


Maydanozları da aynı şekilde ince ince doğrayıp, başka bir kabın içinde lor peyniri ile karıştırın. Yarım çay kaşığı tuz ve yarım çay kaşığı karabiber ekleyin.


Karışımları kestiğiniz hamur parçalarına mümkün olduğunca eşit şekilde dağıtın.


Hamurları, dikdörtgen (isteğe göre üçgen ve hatta becerebilirseniz beşgen bile yapabilirsiniz :) ben beceremiyorum da) şekilde, kenarından köşesinden açık kalmayacak şekilde kapatın, fırın tepsisine sıralayın.


Yumurta sarısını tepsiye yerleştirdiğiniz milföy hamurları üzerine fırçayla sürün, çörek otu ile süsleyin.


Fırını 5 dakika kadar / 180 derecede ısıtın, tepsi(leri) fırına sürün.
30 dakika (yine 180 derecede) pişirin.


Hanimiş: Ben her seferinde iki tepsi hazırlıyorum ve fırında sıcak havayı devir daim yapan programı kullanıyorum. Fırınınız alttan/üstten ısıtmalı ise, ilk 20 dakika fırın kapağını açmayın, sonra tepsilerin yerlerini değiştirip 10 dakika daha pişirin.

Hanimişiki: Siz seviyorsanız bunun sucuklu, sosisli, domatesli/biberli versiyonlarını da deneyebilirsiniz.
En ölümcül olanı ''Nutella''lı olanı :))) Mutteşem! bir tat oluyor :)))


Afiyet olsun! :)

Minnak ve maceraları : intihara teşebbüs!


Son günlerde güneş ara sıra yüzünü göstermeye başlayınca içimdeki Japon turist uyandı! :)
Evde-sokakta fotoğraf makinesi boynumda gezdim desem yeridir. 
Bunda sevgili ''cafe noHut''un ''Yeni başlayanlar için fotoğraf çekim teknikleri'' adlı gönderisinin etkisi çok oldu :)
Benim için fotoğraf çekmek, otomatik ayara alınmış fotoğraf makinesinin çekim tuşuna basmaktan ibaretti :)
Şimdi manuel  modda çekim yapmaya çalışıyorum. Çekiyorum, beğenmiyorum, ayarları değiştiriyorum, tekrar deniyorum. Yavaş yavaş çözüyorum sanki işi :)
Sevgili noHut'a teşekkürü borç bilirim :)

Modelim tabisi de minnak Bal'ım :)
Geçtiğimiz haftaya yaramaz minnak'ın intihar teşebbüsü damgasını vurdu.
Bizim kız balkon delisi. Balkon kapısının açıldığını duyar duymaz, nerede olursa olsun-ne yapıyor olursa olsun her şeyi bırakıp kurşun gibi fırlayıp kendini balkona atıyor.
Tuvalet yaparken tuvaletini yarım bırakıp koşmuşluğu var :) O derece! :)))
Yedinci katta oturduğumuz için balkonun her yanını kapattık, minnak güvenli bir şekilde hava alsın, güneş keyfi yapsın diye. Gel gelelim bizim kız minicik bir açık yakalamış ve kendini balkonun dışına atmayı becermiş. Geri de dönemeyince ''Beni içeri alın'' miyavlamaları eşliğinde bir kurtarma operasyonu gerçekleştirdik.
Nasıl uslu durdu anlatamam. Kocaman korkmuş gözler, göz bebekleri sonuna dek açılmış, simsiyah :/
Arada sırada yüzüme bakarak yavaş miyavlamalar...
Ben onu balkonun altından zorla geçirdiğim bileklerimle sımsıkı yakalarken sevgilim üstten güvenli bir şekilde yakalayıp içeri alıncaya dek geçen bir kaç dakikada neler düşündüm, nasıl korktum anlatamam.
Sakinliğimi nasıl korudum bilemiyorum.
Odaya sağ salim döndüğümüzde minnak'ın kalbi deli gibi atıyordu. Benimse ellerim titriyordu.
On dakika geçmeden tekrar oynamaya, miyyav!-miyyav! sesleriyle sağdan sola koşturmaya başladı yine bizimki, orası ayrı :)
Ama bu bize kocaman bir ders oldu. 
Dün balkonu tabandan tavana kapatmak için gerekli metal malzemeler alındı. Yarın, kendi hapishanemizi yapacağız kısmetse.



Çok şanslıydı bu sefer minnak.
Dilerim bi' daha benzer bi' olay yaşamayız, hatırladıkça midem taş gibi oluyor  :/

Dövme yaptırmazsa ölecek!


Kırk yıl düşünsem Johnny Depp'in fotoğrafının bi' gönderimi süsleyeceği aklıma gelmezdi :)
Hoş adam! Pek bi' çekici. Tü-tü-tü maşşalleeeaaah! diyoruz kızlar :)
Peki, neden Johnny'i konu mankeni yaptım gönderime? :)
Söylediği şahane bi' söz yüzünden:
''My body is my journal, and my tattoos are my story''
Budur! :)

Bu konuda yazmasam çatlardım :)
Nedir bu üç günlük sevgilinin ismini/isminin ilk harfini vücuduna yazdırma sevdası?

'Dövme yaptırmazsa ölecek!' hastalığının dördüncü evresi gibi bi' şey sanırım bu.
Bu haberle sıkça karşılaşıyorum. Bi' sevgili bulur bulmaz dövmeciye koşup illa onun adını vücuduna dövme yaptırma merakına sahip insanlar var. Sonra, ilişki bittiğinde, o dövmeyi sildirmek için başvurmadık çare bırakmayanlar.
Lazerle sildirenler mi dersin, asitle kazıtanlar mı...dövmenin üzerine başka bir dövme yaptırarak kapatanlar da var. Hadi bu naneyi bi' kez yedin, dövme yaptırdın ve de sildirdin diyelim. Başına gelenden ders almak gerekir değil mi?
Yeni bi' sevgili bulur bulmaz yeniden dövmeciye koşmak da neyin nesi? :) Hani, 'Bu son olsun!' umudu mu?
Yaz-boz tahtasına dönmüş vücutlar. Madem bu kadar meraklısın, geçici dövme yaptır :)

Dövmeyi severim ve hatta çok severim.
Ustalıkla yapılmış, öylesine çizilip geçilmemiş, çok emek harcandığı belli olan ''zevk işi'' dövmelere hayranım.
Dövme yaptırmazsa ölecek! hastalığından muzdarip onlarca arkadaşım var etrafımda. Bi' tanesi daha geçen hafta sonu 5. ve 6. dövmelerine aynı gün, sekiz saat boyunca kıpırdamadan durmayı göze alarak kavuştu. Sevgilimin bacağını bile yirmi yıllık ejderha dövmesi süslüyor.
Fırsat bulsam -gerçekten buna ayıracak zamanım olmadığından dolayı sürekli erteliyorum- gidip dövme yaptıracağım.Yaptıracağım dövme bile hazır, ben anlattım, ayrıntıları ile tarif ettim, grafik tasarımcı arkadaşım hazırladı. ''Sen hazırım de, anında çıktısını alayım'' dedi tasarımının.
Amaaaaaa.... beni yatırıp kesseler sevgilimin adını vücuduma yazdırmam!
Hayatta her şey bizim için; ayrılık, ölüm...
O dövmeyle baş başa kalmak da var işin ucunda; sana acı vermesi,  eskileri hatırlatması...

Yok efenim, yüzük parmaklarına birbirinin ismini yazdırmalar (ayrıldın/boşandın = zıçtın!)
Yok efenim, koluna kırmızı kalple ismini yazdırmalar (fena, çok fena)
Yok efenim, tanıştığın, beraber olduğun yerin/zamanın koordinatlarını yazdırmalar (Ancelina başlattıydı bunu)
Yok sırtına kızın/erkeğin portresini yaptırmalar (ki, kanımca en salakça olanı da bu, kötünün de kötüsü)

Dövme yaptıracaksam; gerçekten ömür boyu baktıkça beni mutlu edecek/sana bi' mesaj verecek, taşımaktan asla pişmanlık duymayacağım bi' şey seçerim.
Sonuçta vücudumun bi' parçası olacak, benden bi'şeyler olmalı seçtiğim/karar verdiğim tasarımda.
Olması gereken de bu değil mi?
Neyse...

Bi' de böyle bi'şi gördüm -Gugıl sağolsun- kelimenin tam manasıyla ''bokunu çıkarmak'' sanırım bu oluyor :)))


Bugünnük bu gaddan!  :)
Görsel: Google Images

Suşi - Sushi nasıl yapılır?

Sushi'ye bayılanlar buraya! :)
Suşi mi desem bilemedim...Türkçe okunuşunu kullanayım en iyisi.
İlk olarak ne yapıyoruz?
Suşi dendiğinde 'Ay ben çiğ balık yemem!!!' diyenlerin ağzına ağzına terlikle, terlik bulamazsak elimizin tersiyle vuruyoruz :)
Bu, çorba dendiğinde 'Ay ben tarhana içmem!' demekle aynı kapıya çıkıyor.
Nasıl ki çorba' demek sadece Tarhana demek değilse, 'Suşi' de çiğ balık demek değildir efenim  :)

Türkiye'deyken hiç suşi yememiş olan bendeniz Polonya'ya geldikten sonra suşi canavarına dönüştüm! :)
Her fırsatta ofisten arkadaşlarla öğle yemeği için suşi siparişi vermeler, evde hazır yemek yokken 'Aman canım bugün de suşi yerim'e dönüştü.
İlk tattığımda, acısı ağzımdan boğazıma, burnuma-genzime ve hatta kulaklarıma dolan -tadı acı biber gibi olmayan ama etkisi acı biber gibi sadece ağız-dil yakmakla kalmayıp sizi çizgi filmlerde kulaklarından alevler fışkıran karakterlere dönüştüren Wasabi'yi artık ketçap kullanır gibi şapır-şupur yutuyorum :)
Ama -her ne kadar Türkiye'ye göre çok ucuz olsa da- suşi hala pahalı :/

Geçenlerde -geçenlerde dediğim 2-2.5 ay kadar önce, ofiste arkadaşlarla sohbet ederken bir arkadaşımız 'Ne var suşi yapmaya? Yer ayarlayın sizi suşi'ye doyurayım! Hem nasıl yapıldığını da öğrenmiş olursunuz' dedi.
Çok sevdiğim, Türkiye'de iki yıl yaşamış olan kız arkadaşım 'Benim mutfağım yeterince geniş!' deyince hemen ilk Pazar akşamını 'Suşi gecesi' ilan ettik :)
İyi ki de etmişiz, baksanıza neler yedik, nasıl hazırladık, ne biçim suşi'ye doyduk :)

Suşi nasıl hazırlanır?
MALZEMELER:

  • Suşi için küçük taneli beyaz pirinç (Suşi'ye özel pirinç de satılıyor marketlerde ama ne gereği var?)
  • Taze Somon/Somon füme (çiğ balık sevenler için, ahah) veya Ton balığı
  • Salatalık, havuç, yumurta, seviyorsanız avokado ve  hatta yeşil/taze soğan
  • Pirinç sirkesi / bulamazsanız, beyaz üzüm sirkesine esmer şeker ve tuz karıştırabilirsiniz.
  • Nori (siyah/koyu yeşil, yosun yaprakları (büyük marketlerde kolaylıkla bulabilirsiniz)
  • Soya sosu
  • Wasabi'siz olmaz! diyenler için wasabi
  • Bambu mat
  • Bir de, zencefil sevenler turşusunu bulabileceklerse şuşi yanında garnitür olarak yiyebilirler.

HAZIRLANIŞI:
  • 1 bardak pirinç iyice yıkanır, 1.5-2 bardak su ile biraz lapa olacak şekilde hiç bir şey eklemeden pişirilir.
  • Bir cezvede yarım çay bardağı suya yarım çay bardağı pirinç sirkesi eklenir, bir tutam tuz ve bir tutam şeker ile karıştırılır, ılıtılır. (Kaynatılmaz!)
  • Sonra bu karışım, pirincin üzerine eşit şekilde dökülür, pirinç iyice karıştırılır, sirkeli karışım yedirilir.
  • Pirinç soğumaya bırakılır.
  • Pirinç soğurken, salatalıklar, havuçlar soyulup, olabildiğince ince şekilde uzunlamasına dilimlenir.
  • Somon balığı/Somon Füme aldıysanız, bir kısmı ince ince, uzunlamasına doğranır. Ton balığı aldıysanız arasına parça parça yerleştirilir.
  • 2-3 yumurta bir tutam tuzla iyice çırpılıp teflon tavada pişirilir, sonra bu pişmiş yumurta da diğer salatalık ve havuçlar gibi uzunlamasına ince ince doğranılır.
  • Nori/Yosun yaprakları, bambu mat'ın üzerine konur, pirinç yosun yaprağın üzerine ince bir tabaka oluşturacak şekilde yayılır, tam ortasına hangi malzemeden isterseniz o malzeme uzunlamasına yerleştirilir.
  • Bambu mat ile rulo haline getirilir.
  • Hazırlanan rulolar 10-15 dakika kadar serin bir yerde veya buzdolabında beklemeye bırakılır.
  • Keskin ve kalın bir bıçakla dilimlenir, tabaklara sıralanır.
  • Soya sosuna batırarak veya üzerine wasabi sürerek mideye indirilir! :)
Afiyet şeker olsun! :)
Artan pirinç olursa, elinizle küçük pirinç köfteleri hazırlayıp, üzerlerine somon balıklarını koyup o şekilde servis edebilirsiniz.

Dikkat ettiyseniz, maki, futomaki, nigiri gibi isimlerine değinmedim, bilmek isteyen açar Gugıl amcaya sorar, bilemedin Wikipedia'ya bakar :)
Bir de, 'Suşi'ye yumurta konulmaaaaağğğz! diyenlerin de ağzına terlikle vurun efenim, keyif bizim değil mi? İster peynir koyarız, ister haşlanmış tavuk! yeter ki ağzımızın tadına uysun :)

Bakalım biz neler yapmışız? :)
Kahraman ekip! 
Joanna-Katarzyna-Kamila! :)



Çayımızı da içtik suşilerin üzerine, oh mis!
Şahane bir geceydi!
Böyleyken böyle işte :)

Eskiden, çok eskiden...


* Eskiden, çok eskiden...
Biri otuzdan yüksek bir yaşa sahip olduğunu söylediğinde, onun çok yaşlı olduğunu düşünürdüm.
Tuhaf bir acıma duygusu hissederdim. Ne de olsa yaşlanmıştı artık gençlik yılları çok uzakta kalmıştı.
Kırklardan, ellilerden bahsedenlerin durumu ise 'vah! vah!'tı.
O eski Sittirella'ya söyleyecek sözüm var; halt etmişsin sen! :)

* Eskiden, çok eskiden...
Ne yersem yiyeyim, ne kadar yersem yiyeyim bana mısın demezdi bu beden.
Çöp gibi, tığ gibi, çırpı gibi, tahta gibi idim.
Liseye giderken bacaklarım az biraz normal görünsün diye iki kat çorap giyerdim. Safinaz diye bana takıldıkları bir dönem bile olmuştu :)
Üniversiteye başladığımda ise kampüs güzeli idim.
Bir mekana girdiğimde hemen bütün kafalar bana çevrilirdi. Manken gibi, kuğu gibiydim.
Şimdi midem büyüdü, kalçam genişledi, gıdım çıktı. Bildiğin balık etinden tombik olmaya doğru yol tuttum.
Bi' bilsem o zaman ki bedenime dönebileceğimi, o kıyafetlerimin içine sığabileceğimi; ömrümden bi' beş yılı cart! diye verirdim :)

* Eskiden, çok eskiden...
Her gün kendimi sokağa atardım.
Eğer bi' günüm boş ise; sabah erkenden kalkar, kahvaltımı yapar, giyinir-süslenir dışarı çıkardım.
Akşama dek gezmek istediğim her yere gider, görmek istediğim insanları görür, saçım-başım kuaförüm, alışverişim, denize nazır beş çayım, boğazda rakı balıklı akşam yemeğim...
Her şeyi yapacak zamanı ve enerjiyi bulurdum.
Cuma günleri geceleri dans etmeye giderdim. Bazı haftalar Cumartesi'leri de eklerdim.
Sabaha dek yer, içer, dans eder ertesi gün de dinç bi' şekilde günü yaşardım.
Haftada iki gün bowling antrenmanına giderdim, antrenman sonrası arkadaşlarımla kıyasıya maç yapardım.
Parmaklarım şişer, bileğim ağrırdı, bana mısın demezdim.
''dım'... 'di'li geçmiş zaman.
Şimdi eve girdim mi çıkasım gelmiyor. Alışverişe gitmek bile işkence oluyor bazen.
Giyinmek-hazırlanmak, hele hava soğuksa bi' yere gitmek ölüm geliyor.
Eskisi gibi kıpır kıpır, enerjik değilim.

* Eskiden, çok eskiden...
Arayanım-soranım çoktu.
Telefonum sık sık çalardı. Sahi, saatlerce ne konuşurdum arkadaşlarımla?
Hatırlamıyorum :)
Oysa daha sabah görüşmüşüz, birlikte derse girmişiz.
Mesajların ardı arkası kesilmezdi. 140 karaktere sığdırılan onlarca mesaj her gece yatmadan önem derecesine göre silinirdi...yeni gelecek mesajlara yer açmak için.
Şimdi telefonum sessiz, arayan-soranım yok.
Çaldığında ya sevgilim arıyordur, ya yakın bir-iki arkadaşım veya ailem. Toplam konuşma süresi 5 dakikayı geçmez.
Telefonumu haftada bi' kez şarj ediyorum.

* Eskiden, çok eskiden...
Çok iyi tavla oynardım.
Gittiğimiz tatil köyünde her gün havuza uğrardım...
Emekli -genellikle ordu mensubu- komşularımız tavlayı hazırlamış beni beklerlerdi.
Sırasıyla hepsiyle oynardım. Oturdum mu bi' kaç saat kalkamaz, güneş hep bi' tarafımdan bronzlaştırır, diğer yanım daha açık renk kalırdı :)
Çok severdim kendimden büyüklerle sohbet-muhabbet, ''zar tutma!'' gülüşmeleriyle zaman geçirmeyi.
Bi' de onların birbirine ''kazık gibi adamlar, bi' kızı yenemiyoruz!'' diyerek birbirlerine sataşmalarını izlemeyi.
Tavla oynamayalı beş yıldan fazla oldu.

* Eskiden, çok eskiden...
Fotoğraflardaki yüzler genç, dinç, toydu.
Gülümsemeler kocaman, gözler ışıl ışıl. Yüzlerde bi' kaygısızlık, biraz yaşama sevinci.
Annem-babam genç. Kardeşim, her fotoğrafta elinde bi' simit, bi' çikolata, bi' gofret tutan küçücük bi' oğlan çocuğu...
Şimdi annem ve babam orta yaş sonlarında. Kardeşimse evli, bi' kızı olan kocaman adam oldu.
Artık fotoğraflardaki yüzler olgun, görmüş-geçirmiş...
Gözlere geçirilen yılların getirip bir türlü geri götürmediği hüzün yerleşmiş.

Hayat upuzun gelse de bize aslında kısacık işte.

Görsel: Deviantart.com / once upon a time by ~desEXign
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...