Kore Dizileri v4 :)



''Kore Dizileri'' serisinin dördüncü -ama son değil- gönderisine hoşgeldiniz :)

Serinin ilk gönderisini, ikinci gönderisini ve üçüncü gönderisini tık-tıklayarak bulabilersiniz :)

Bu sefer, hem iş yoğunluğumdan hem de bu aralar kitap okumaya daha fazla zaman ayırmaya çalıştığımdan pek fazla dizi izleyemedim :)
Master's Sun
The Queen of Office
Pretty Man
Ama Korelilerimiz sağolsun, iki-üç diziyle bile olsa ''klişe'' kelimesinin hakkını verdikleri için daha beş gönderilik malzeme çıkardılar bana :)

Klişelerimiz gelsin! :)

* Fotoğraf çekilirken kafayı yana eğip parmakla zafer işareti (V-Victory) yapmayanı dövüyorlar sanırım :)
Ne zaman fotoğraf çekilecek olsa, hanım kızlarımızın hepsi kafayı yana eğip -saçlar açıksa yana düşürüp- en şirin gülümsemelerini suratlarını yerleştirip parmakları V yapıyorlar :)
Bi' de, hani fotoğraf çekilirken meşhur Cheeseeeee vardır ya otuz iki dişi meydana sermek için, kolayını bulmuşlar: Kimchiiiiiiii diyorlar :)

bkz:kimchi  lahana ve acı biberden yapılan geleneksel kore yemeği (turşu demek daha uygun bence)

* Trafikte tampon tampona değse ''ay boynum!'' diyerek sakatlan-may-anlar meşhurdur :)
Ben bunu bilir bunu söylerim; Kore'de, trafikte dikkatli olacaksın arkadaş!
Kazara trafikte bi' araca arkadan hafifçe ''değdirsen'' şoför hemen ensesini tutup ''Ay boynum! Sakatlandım! Seni dava edicem!'' diyerek ağzına tükürür :) Hiç bi' şey de yapamazsın. He, olur da biri senin aracına arkadan çarparsa yaşadın! :) Hemen elinizi ensenize atıp ''Ay ay ay! Boynum! Sakatlandım! Aaaaay!'' deyip ortalığı velveleye vermeye, koparabildiğiniz kadar ''sus payı'' koparmaya bakın :)))
Ne boyunmuş arkadaş...üflesen kopacak!
Bizde şaka yapmak amacıyla bile enseye vurulduğunu düşünüyorum da :))) daha da bi' komikleşiyor bu hassasiyet gözümde :)))

* ŞŞŞinderella! TakŞŞŞŞi!
Bizim bildiğimiz yılların Cinderella -Sinderella'sı olmuş mu sana Şinderella? :)
Ş'ye vurgu yapacaksın ama, Ş deyip geçme: ŞŞŞŞŞŞşşşinderella! :)))
(Her genç kızın rüyası dikiş makinası değil bu ülkede: Şşşşinderella! olmak :) )
Dilleri dönmüyor gariplerimin :) Aynı sorunu Taksi durdururken de yaşıyorlar. Bi' Takşşşşiiiiii! deyişleri var ki, sar başa bi' daha dinle :)))
Bi' gün gazetenin birinde okumuştum, Kore kültürüne ve diline aşık bi' kız, Koreceyi ana dil seviyesinde konuşabilmek için dilini iki santim kısalttırmış ameliyatla. Korelilerin dilleri kısaaaa! :)))
''Dilleri dönmüyor'' dediysem boşuna demedim yani :)))

* ''Önceki hayatında ülkeyi kurtarmış olmalısın!''; o kadar şanslısın! :)
Bi' insanın hiç olmadık bi' durumdan kurtulması, sıyrılması, başına beklenmedik bi' iyilik gelmesi, çok büyük bi' kazanç elde etmesini bu cümleyle özetliyorlar arkadaşlar.
Hani, önceki hayatında öyle bi' iyilik yapmışsın ki, karşılığını bu hayatında aldın manasında...
Bu konudan diğer konuya zıplıyoruz, köprü olarak kullanalım bu ''önceki hayat'' konusunu:

* Korede din olayı pek bi' karışık, çok bi' çapraşıktır :)
Hıristiyanlık, Budizm, Konfüçyanizm gibi bissürü inanç vardır. Dizilerde de bu ortaya çıkar. Kimisi yakılır, kimisi gömülür. Ama dini inançları ne olursa olsun reenkarnasyona inanırlar.
Bi' sonraki hayat hep vardır... Bi' önceki hayatlarını yaşamışlardır. Bu konuda görüş ayrılığı yaşamazlar :)

* Asansörde nasıl durulacağı konusunu çözmüş adamlar :)
Bi' asansöre bindiğimizde n'aparız? Kafamıza göre bi' yer bulur, dikiliriz. Hele hele asansörde bi' sürü insan olursa, kim nereye bulursa sıkışır, herkes birbiriyle burun buruna o saniyeler dakikalara dönüşür sanki.
Ammaaaa, Koreli arkadaşla n'apıyorlar? Kapıya doğru yüzlerini dönüp yanyana sıralanıyorlar :)
Aralarındaki mesafeyi koruyorlar :) Ne birbirine bakmak zorunda kalıyorlar ne de saçma sapan zaman geçirmeye çalışmak.
Takdir ettim adamları :)

* Anahtar sorununa kalıcı çözümü bulmuşlar!
Siz daha anahtarcı-çilingirle uğraşın durun. Adamlar her evin kapısına takmışlar şifreli zımbırtıları; tuşluyorsun şifreni-giriyorsun evine :)
Budur canına yandığım; koskocaman çantaların içinde iki saat anahtar arama derdine son! :)
Sarhoşken dikkat etmek lazım ama, şifreyi unutursan ayılıp hatırlayıncaya dek kapıda kaldın demektir :)))

* ''Yakı'' diye bi' şey vardı vakti zamanında bildin mi? :)
Kore'de yakı bi' ilaç firmasını ayakta tutabilecek bi' ürün sanırsam :)
Spor yaptın, kas tutulması yaşadın: yapıştır yakıyı.
Yolda yürürken ayağını burktun: yapıştır yakıyı.
Kazara kolunu, omzunu bi' yere çarptın: yapıştır yakıyı.
Pencere açık uyudun, omzun tutuldu: yapıştır yakıyı.
Hem de bi' tane değil, sıra sıra yapıştırman lazım. Torosları çizeceksin sırtına-omzuna :)))
Ne yakıymış arkadaş, her derde deva :)

Bugünnükte bu kadaaar :)
Klişelerin hepsini tüketmeyeyim di mi? Birazı da sonraki gönderiye kalsın :)))
Kore Dizileri v5'te görüşmek ümidiylen :)

Görsel: Google Images

Kedi annesi/babası olun.


Fotoğrafta gördüğünüz zibidinin hayatıma girmesinden sonra sabahlarım kökten değişti.
Daha yorganı üzerimden atarken uyandığımı hissediyor ve salondan yatak odasına doğru hızla gelen pati seslerini duyuyorum: pıtı pıtı pıtı pıtı...
Kapıdan girerken ilk ''Miyaaaaav!'' geliyor, sonra yatağa zıplıyor ve kafasını yanaklarıma bir sağ-bir sol olmak üzere sürtüyor.
Kuyruk dimdik elbette :)
Yataktan çıkar çıkmaz ayaklarımın dibinde; bacaklarımın arasında döne döne benimle birlikte önce banyoya geliyor, sonra mutfağa. Olur da tuvalette biraz oturacak olursam kucağıma zıplamakta zerre kadar sakınca görmüyor şebelek! :)
Miyav!lar bitmiyor bu süre boyunca. Hem de miyav'ın bin bir şeklini duyuyorum.
Miyav! Miv! Mi! Mirrrrk! Meoooo! Mi mi mi! :)))
Mırıldanması da durmuyor. Sanki minik bi' motor yutmuş gibi Yodişim :)
Purrrrrrr, purrrrrrullrullllrrruurrrrrr :)))
Bu seromoni her gün, her sabah yaklaşık on dakika yaşanıyor.
Gel de sevme! Gel de gülümseme! :)
Her sabahım gülücüklerle başlıyor.

Bal'ımın sevgi gösterisi de tuzu-biberi oluyor.
Nazlı nazlı mutfak kapısından giriyor, kuyruk dimdik-palmiye modunda, kesik kesik ''Mev, mev, meooov-vi!'' :)
Hep aynı ses.
Gelip kucağıma atlıyor, yaklaşık bi' beş dakika da Bal'ımın keyifli mırıldanmalarını, bana göz süzmelerini izliyorum.
Ellerim tüylerinin arasında kayboldukça sanki bedenimde bulunan olumsuz ne varsa hepsi ellerimden akıp gidiyor...
Sabah terapim on beş dakika anlayacağınız :)

Zaten güne gülücükler atarak başlayan biriyim ben; hiç suratsız uyanamam.
Bu sevgi gösterisinden sonra ben pamuk helva kıvamında işe gidiyorum.
Evden çıkarken içim acıyor. Ayaklarım geri geri gidiyor hep.
Zaten ofise girdikten yaklaşık bir saat sonra bendeki rahatlık, gülümseme vs. benden emilmiş-çekilmiş oluyor.
Günün geri kalanı sinir-stres çalışıyorum. O yetişmeli, bu bitmeli, şu gitmeli! :/
Aklım-fikrim evde, kızlarımda...
Eve koşa koşa dönüyorum. Akşam benzer bi' sevgi gösterisiyle karşılaşıyorum ama bu sefer başrol Bal'ımın oluyor :)
Kucağıma zıplayıp, yüzüme bakıp gözlerini süzüm süzüm süzdükçe alıp kalbime sokasım geliyor Bal'ımı.
Eve girdikten yarım saat sonra ben yine pamuk helva :)))

Kitap okuyorum; biri kucağımda.
Film izliyorum; biri kolumun altına sokuluyor.
Gece yatağıma giriyorum; ikisi birden yatak başlığında yerlerini alıyorlar :)
Sırf kızlarımla birlikte uyuyabilmek için onlara yatacak yer bulunan yatak aldım. Bazı sabahlar uyandığımda yattıkları yerden kafamın üzerine doğru sarkan iki pofuduk kuyruk görmek veya bana doğru uzanmış patileri görmek muhteşem! :)
Göz hapsinde tutuluyorum; yattıkları yerden hareketlerimi izliyorlar.
Bir odadan diğerine giderken sağlı-sollu iki tüy yumağı, iki puf puf kuyruk benimle geliyor.
Sırf ne zaman vazgeçeceklerini görmek için bazen evde odadan odaya amaçsızca yürüyorum; benimle birlikte oda oda geziyorlar :)))

Sırf ''her yer tüy olacak'' bahanesine sığınıp, kendini bu sevgiden-terapiden mahrum eden insanları anlayamıyorum.
Tüy varsa çözümü de var.
Ben de o insanlardan biriydim bundan 2.5 yıl öncesine dek.
Zararın neresinden dönersen kardır derler ya; ben zarardan döndüm :)
Kimse size günde iki seans-ücretsiz mutluluk terapisi veremez.
Siz de zarardan dönün.

Kendinize çok büyük bi' iyilik yapın: kedi annesi/babası olun :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Parasız Yatılı


Yazar: Füruzan
Orijinal Dili: Türkçe
Basım Yılı: 32. Baskı - 2013
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

''Ellam ellam,
Zittirellam,
Hayatımın kitabını (daha doğrusu hayatımın öyküsü olan Edirne'nin Köprüleri'ni) biraz gecikmeli de olsa yolluyorum. Kitapla birlikte bir dolu öpücük ve sevgi de tabikisi :)
Leylak aplan''

Edirne'nin Köprüleri şahane öyküydü Leylak'ım :)

Çok teşekkür ederim sana.
Füruzan'la tanışmama sebep olduğun için...
Hala Adile'yi, benim de kahramanım yaptığın için...

Arka Kapak Yazısı:
''Füruzan'ı okumakla Türk insanını daha derinden tanımak olanağını bulur okur. O konunun içine girer, katları birbirinden ayırır. Böylece sosyal ve tarihsel temele inen bir bakış getirir. Sözü edilen temelin önemini onun dünyasında her yerde duyumsamak mümkündür, onun için önemli olan, tek tek insanlardır ve onların toplumsal geçerlilik kazanan kaderleridir.''
Die Presse -Viyana

''Orhan Kemal'in kahramanı olan kızlardan biri yazmaya başladı.''
Memet Fuat

''Füruzan edebiyatımızda bir olaydır.''
Memet Fuat

''Son olarak 'Haraç', gerçek bir baş yapıttır: bu seksen sayfa Flaubert'in 'Saf Bir Yürek' adlı hikayesinin yeniden yazımıdır bir bakıma, ama bu hikayede Felicite'nin adı Servet olmuştur-ömrünün alacakaranlığında, evine giden dar sokağı tırmanırken, 'herkesin, her şeyin elulağı' olduğu bütün o yılları yad eder, sadık ama sömürülmüş, masum ama sitismar edilmiş, yaralı ama özlem doludur.''
Thierry Cecille

''Çok sesli muhteşem bir iç anlatım...Sözü birbirlerine veren iç sesler. Çok zor bir şey bunu yapabilmek. Hem yer hem zaman atlıyoruz, bir sesten bir sese. Sürekli bir hareket, seslerde ve anlatılarda.''
Marie-Christine Gilles

Altını Çizdiğim Cümleler:
''Annemin dolu ıvır zıvırı vardı, çok eskiden kalma İran işi duvar halılarını özene bezene germişti odasına, bir büyükçe taşkömürü sobası yanıyor, ısınıyordu her yan.
''Benim kimseye ihtiyacım yok, kan içerim kızılcık şerbeti içtim derim, ama sen öyle misin ya, yok seni sanki sokaktan aldım, Allah için söyle bendeki kadınlık, tutum nerde; kızım, mal kıymeti bilmeyen, insan kıymeti de bilmez.''
Misafir odalarındaki eşyalara yabancınınmış gibi dokunulmaz, birileri gelince temiz bir naftalin kokusu sarar her yanı.''

''Udumun akordu bozuluyor, diye bağırıyor annem, oynama kız geliyorum yanına. Taşlığın boşluğuna terlik teki fırlıyor.''

''Bana, gençliğinizde sizin de yaşadığınızı söylediler. Sonradan edindiğiniz ölü kabuklarınız yokmuş. Güzelim bir kadınmışsınız üstelik. (Sizi de kırdılar mı?)''

''Mutfaktan akşam yemeği hazırlıklarının sesleri geliyor. Tabak, çatal çınlamaları.
Hemen bir kekik kokusu uydurdum uzaktan gelen.
Sonra da ağlayacağım.''

''Kapının önünde annemin verdiği taze ekmeği yiyordum. Ekmeğin içine kırmızıbiber ekmişti yağ sürüp.
Arsaya kaçabilseydim.''

''Vali beyin karısı Fransızcayı anadili gibi biliyormuş,'' diyorlardı. Oysa Türkçeyi bildiği su götürürdü. Ama o erdemli suskunluğu, ona bulunduğu her çevrede bir üstünlük sağlıyordu.
Bu suskunluğun bir aptallık huzuru olduğunu bilmek için o çevrenin insanı olmamak gerekirdi.''

''Her yanın portakal koktuğu sıcak bir yaz gecesiydi.
Nehir iyice çekilmişti.
Oda limon kolonyası kokuyordu. Sevişilmemiş, soğuk düzenliydi. Sıcağın yitmesine yetiyordu bu da...''

''Bir derdi var onun çocuklar,'' diyordum. ''Bir derdi var.'' Anlatamadım... Öfkelenemedim de artık. Acımaya başladım gittikçe... Ara sıra yatak odama gelir otururdu. Onu kucağımda emzirdiğim günlerdeki ana sütü kokusu sarardı içimi.
''Bırak be anacık hesabı kitabı. Hani küçükken bana söylediğin ninniler vardı ya, diyiver de dinleyeyim.''
''Büyüdün be evladım. Koca adam oldun. Ninni diyem uykun gelsin / Uzak yoldan baban gelsin / Allah huzur ömür versin / Ninni nazlı bebem ninni / Kurt uyudu kuş uyudu / Kaynakta sular uyudu / Beşiğe de uyku gelsin.''
O günler odamda ıhlamurun kaynadığı sobada, odunların ateşi köz olana dek oturur, konuşurduk. Bir içim açılırdı ki! Hava hep kışlasın, soba hep yansın, ıhlamurlar kaynaya kaynaya kırmızılaşsın, oğlumla böyle oturup da bahtiyar bahtiyar yaşayayım isterdim.''

''Ama İstanbul'un sıcağına güvenilmez, bir bakarsın kışlayıverir. Ne derler, ağustosun on beşi yazsa on beşi kış.''

''Oğullarının tümü onu sayarlardı. Onların uygun bulmadığı davranışlarını görünce:
''Olmuşsunuz siz de bir adam sanki,'' derdi. ''Olunsaydı uzamakla adamlık, olurdu en büyük adamlar Çukurdere'nin kavakları.''

''Nerede taşı toprağı altın derler İstanbul'un, altınmış diye. Zaten taştan olmaz altın. Toprak da burada yok...''

''Edirne'nin köprülerini görmüş mü de bu yalak ağızlıların kızanları, derler Sabahat'a Edirne Çingenesi... Benin akılsız gelinim de, keser onun altın saçlarını. Bak! Ben çıkarmış mıyım ak örtümü kafamdan? Bağırırlar bana sokak uçlarına kadar, 'Gavur nine! Gavur nine!' diye. Belli ki bunlar gavuru sanırlar bir başka fenalık. Cahil olmasın kimse, bilmez o zaman başkaları da insandır.''

''Anne saygılı sordu:
-Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş.
Hademe kadın ilgisiz,
-Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir, hiç gecikmezler.''

''Çocuklar önlerinde uzayan gölgeleriyle iyice yalnızdılar.
Akşamsefalarının kokusu öylesine yoğunlaşmıştı ki, sıcak daha da artıyordu gün geceye geçerken.''

''Ölmenin iyisini seçmek de insana yakışır bir iştir,'' diyor bizim gümrük kolcusu. Pek bilir böyle yakışıklı lafları. Eh, adamın hırsızı parlak söz edecek ki inandırıcı olsun.''

''Daha birçok mahalleyi ve semti biliyorum artık.
Kapı dışına ayak atmamış Servet değilim.
Gene de değişen ne var? Evlerin dışı yabancı. Ağızları dilleri yok ki olanları bitenleri bana tek tek açsınlar, öğretsinler.''

''Sonbaharda ilkbaharda evlerin içi soğuk oluyor.
Kimden duymuştum, yaşlılara tehlikeli mevsimmiş bunlar. Alıp aniden götürürmüş adamı.
Demek ki, yaşlanmak mevsimleri bile yüklenememek oluyor.''

Keyifli okumalar :)

Görsel: Google Images

Hayatım roman!


Hangimizin hayatı roman değil ki?

Herkes kendi romanının baş kahramanı.
Ama iyi, ama kötü, ama güçlü, ama zayıf..
Ama çaresiz, ama ezilmiş, ama ezmiş, ama hak yemiş, ama hakkı yenmiş...
Hepimiz baş rol oynuyoruz işte hayatlarımızda.
Dünya bizim etrafımızda dönüyor çünkü bize bi' şey olsa dünyanın dönüp dönmemesinin umurunda olmayacağı insanlar biziz.
Ben öldükten sonrası kıyamet...bana ne?
Ben sağ oldukça, sağlam oldukça, mutlu oldukça, nefes aldıkça, adım attıkça var olacak; dünya, evren, kainat işte...
Ben yok olsam hepsi yok olacak.
Demek ki; evren benim!
Kendi kıymetimi bilmeliyim.

Keyfim için yaşıyorum.
Keyif almayacaksam eğer, bi' yudum kahve bile olsa fincanda kalan, içmiyorum.
Bana keyif vermeyecek hiçbi' aktiviteye dahil olmuyorum.
Keyif vermeyecek insanları özelime almıyorum; çizdiğim sınırların dışında kalıyorlar hepsi.

İçimden gelmiyorsa yemek pişirmiyorum.
Evi süpürmüyorum.
Saçımı taramıyorum.
Canım kitap okumak mı istiyor? Açıp okuyorum.
Film mi izlemek istiyor canım? Oturup, on beş-yirmi bölümlük dizileri peşpeşe seyrediyorum.
Uykum gelmeden yatağıma girmiyor, uykumu almadan yatağımdan çıkmıyorum.
Mecburiyetlerle olan ilişkimi soğuk ve mesafeli tutuyorum.

Canım şarkı mı söylemek istiyor? Bağıra bağıra söylüyorum.
Hem iki tane de fanatik hayranım var evde; ne zaman şarkı söylemeye başlasam koşa koşa gelip, gözlerini süze süze mest olmuş halde beni dinliyorlar.
Şarkı bitince bir daha söyle der gibi miyavlıyorlar :)))
Mutfaktaki tüm kaşıklar, kepçeler, banyodaki tüm saç fırçaları mikrofonum!
Anlayacağınız bizim evde pop star/rock star benim! :)

En boktan durumda bile kendime gülücük malzemesi çıkarabilme sululuğuna sahibim :)
Yıllar önce bi' gönderimde ''Bi' gün size Galatasaray'lı olma hikayemi anlatayım'' demiştim...başıma ne gelirse gelsin, pek ciddiye almadığımı gösteren bi' yaşanmışlığımı anlatarak bu sözümü de aradan çıkarmış olayım.

Seneler önce, ciddi bi' kaza sonrası sağ kol kemiğim omzumdan dirseğime dek paramparça olmuş, kazadan sonra tam yedi gün hiçbi' doktor/hastane sorumluluk almamış, paramparça kolla yaşıyorum.
Kol şişmiş, olmuş on beş-yirmi kilo, kararmaya başlamış... Verdiği acıdan-ağrıdan bahsetmeye bile gerek yok. Vücut sağa çekiyor artık... O hastane senin, bu röntgen odası benim geziniyorum.
O yıllarda düzenli bowling oynuyorum. Çaktırmadan lige hazırlanıyorum. İddialıyım yani :)
Haftada üç akşam Ataköy-Galleria bowling salonunda oynuyorum. Ama sağ kolumu kullanıyorum ve kazada sağ kolum paramparça; içler acısı bi' kariyere son nokta hikayesi.
Çoook sevdiğim arkadaşım, komşum, arasıra bowling arkadaşım...Galatasaray Spor Kulübü'nde yıllardır futbol oynuyor. Telefon etti. ''Bu akşam bowlinge gidelim'' diye.
Dedim ''Ne bowlingi dostum? Benim kol paramparça...hastaneler risk alıp tedaviye yanaşmıyorlar. Yedi gündür mahvolmuş durumdayım.''
Bi' ton azar işittim elbette telefonda. Nasıl kaza geçirdiğimi haber vermezmişim? Adam haklı :)
O bilinen sakinliğini koruyarak bana çok güzel-seçmece kelimelerle kibar kibar küfür etti. ''Hemen Florya tesislerine geliyorsun! Araba göndereyim mi? Ya da atla hemen bi' taksiye gel, zaman kaybetme.'' dedi.
Gittim Florya tesislerine.
Tesis müdürü Fahri bey karşıladı beni. İddia ediyorum; gelmiş geçmiş en muhteşem tesis müdürü, ağabey, arkadaştır kendisi. Mütevazilik ve samimiyet örneği...
Geçtik Fahri beyin odasına. Takımın yarısı odaya doluştu. Hemen hepsini tanıyordum zaten. Hepsi komşum, alışveriş yaparken sepetlerimizin çarpıştığı, selamlaştığımız, iki sohbet ettiğimiz isimlerdi.
O zamanlar efsanevi kadroya sahipti Galatasaray; Hakan Şükür, Ergün Penbe, Hasan Şaş, Ümit Karan, Necati Ateş, Volkan Arslan ve diğerleri...
Bu arada gereksiz bi' bilgi vereyim: Necati hayatınızda görüp-görebileceğiniz en fotojenik olmayan adamdır. Fotoğraflarda patates gibi çıkar ama yüz yüze geldiğinizde ''bu adam ne yakışıklı nan!'' dersiniz. Allah eşine-sevdiğine, evladına bağışlasın...
Takımın doktorları geldi, bi' doktorla da hemşehri çıktık...nasıl sevinmiştim o an.
Röntgenleri takıp florasanı açtılar; durum berbat ki, iki doktor şöyle bi' birbirlerine baktılar.
''Seni anlaşmalı hastanemize göndereceğiz. Bu durumun üstesinden gelebilecek doktor orada. Hemen gönderelim, artık saatler bile önemli.'' dediler.
Takımın imzalı formalarıyla ve bol şans, sağlık dilekleriyle uğurlandım Florya'dan...
Hastaneye geldim. Doktor zaten beni bekliyordu. Röntgene baktı baktı. ''Şöyle oturun biraz sohbet edelim dedi.''

Bu arada, tüm bu olaylar sırasında annem yanımda. Yalnız olduğumu düşünmeyin. Hala arada bi' ''Ben oğlumu arayayım bi'' deyip arkadaşımı arar, sohbet ederler.

Doktorum, lafı hiç dolandırmadan direkt konuya girdi. Gayet basit kelimelerle bana durumu açıkladı.
''Kolunun durumu kötü. Müdahale için de geç kalınmış. Çoklu kırık olduğu için kırıkların sinirlere zarar verip vermediğini, verdiyse hasarın derecesini kolunu açıp görmeden söyleyemem. Sana tek bi' şeyin sözünü verebilirim; kolunu kaybetmemen için ne gerekirse yapacağım. Kendini buna hazır hissetmen ve moralini yüksek tutman çok önemli. Ameliyatını yarın sabah yapabilirim. Ne dersin?'' dedi.
Artık nasıl bi' nefes verdiysem ve gülümsediysem o an...nefesimi tutmuşum çünkü.
''Kolum yerinde dursun da, gerisini sonra düşünürüm.'' dedim :)

Ertesi gün, totoyu açıkta bırakan yeşil kıyafetle ameliyat masasına uzanmıştım.
''Ameliyathanede Seksendört'ten Ölürüm Hasretinle çalıyordu. O biter bitmez Teoman'dan Aşk Kırıntıları başladı. Sanki bana nispet yapıyordu görünmeyen birileri. Bu iki şarkı üzerine bir de Mor ve Ötesi'nden Bir Derdim Var çalsa ameliyattan değil ama üzüntümden ölebilirdim ameliyat masasında...neyse ki çalmadı.
Doktoruma, ''Bakın, bana söz verdiniz...Bu maçı kaybettik artık önümüzdeki maçlara bakıcaz deme şansınız yok. Bi' ömür kolsuz gezemem! Daha kötüsü, bu masada ölemem! Ölmek için çok genç ve de güzel değil miyim sizce de? Hadi, hep beraber söylediğinizi duyayım: Bu maçı alıcaz, başka yolu yok!!!'' diyerek ameliyathaneyi şenlendirdim.
Ameliyat ekibinin gerginliklerini bi' an olsun unutup kahkahalar attıklarını görmek kendimi iyi hissettirdi.
Sanırım o ekip bi' daha hiç bi' ameliyata ''Bu maçı alıcaz, başka yolu yok!'' diye bağırarak başlamamıştır.
Yalnız, ayılırken doktorumun üzerine kusmuşum...hatırlamıyorum. Kusmasaymışım iyiymiş, gitti karizma.''
yazmışım, aylar süren fizik tedavi ve iyileşme süreci sonrası elimi kullanmaya başlayıp yazı yazabildiğimde.

Demem odur ki, ben kolumun kesilip kesilmeyeceğini bile bilmediğim bi' ameliyata ekibi şenlendirerek girebilme kapasitesine sahibim :)))

Burada yazıyorum, aklıma eseni, içimden geleni.
Bi' gönderim tereleyleyley! oluyorsa, diğeri az hüzünlü olabiliyor...
Çok samimi olanlarınız var içinizde...çok art niyetli ve fesat olanlarınız da var.
Evet, aranızda ''Ben öldüm, bittim, mahvoldum!'' yazsam ''Yaşasın! O mahvolmuş durumda, benim durumun ondan iyi!'' diyerek sevinecek olanlar var...maalesef.
Enerji vampirleri diyorum ben onlara...başkasının mutsuzluklarından, acılarından, üzüntülerinden beslenerek kendini güçlü hisseden insancıklar.

İşte, o enerji vampirlerinin beslenebilecekleri bi' sofra değil benim sayfam.
Kendime, ışıl ışıl, pırıl pırıl, minimum üzüntü-maksimum mutlulukla bezeli bi' roman yazıyorum çünkü...
Çünkü, ben ''Hayat çok kötü! Beni totomdan pıçakladı!'' cümleleri kuracak eziklerden değilim.
Hayatın kötülüğü hepimizin malumu...hepimize madik atmak için fırsat kolluyor.
Ama bi' gol o atarsa, iki gol atarak maçı önce götürmeye kararlı olan benim.

Bu yazıyı neden yazdım? inanın bilmiyorum.
Oturdum bilgisayarımın başına, cümleler birbirini kovaladı işte.
Belki de rüyamda kendimi sarı-kırmızı formayı öperken gördüğüm içindir...

Kendinizin kıymetini bilin nan! :)
Başkalarının hayatlarına gözlerinizi dikerek yaşamak yerine, başkalarının mutsuzluklarını görerek kendinizi onlardan mutlu hissetmek yerine, kendi hayatınızı/evinizi minnak cennetlere çevirin.
Teşekkür etmeyi, özür dilemeyi, pişmanlık duymayı bilin.
Ve yaşadığınız her şeyden bi' ders alıp güçlenin.
Kahraman olun!
Hemen, şimdi! :)

İmza: kahraman Sittirella

Hanimiş: Canım arkadaşım, bu gönderiyi yaptığımdan haberin bile olmayacak...ismini de vermedim.
Şu an çalışan, ameliyat izi dışında hiç bi' sorunu olmayan bi' sağ kola sahipsem; senin sayende.
Ben seni, Galatasaray'ımı, şansımı sevmeyeyim de kimleri seveyim?
Çok ama çoook teşekkür ederim!
İyi ki seni tanımışım...iyi ki deplasmanda oynadığın günlerde bana emanet ettiğin anahtarı sık sık kullanıp, sana taze fasulye pişirmiş, biralarını dolaba koyup soğumalarını sağlamışım :)
Odanı toparlayıp banyonu dezenfekte etmişim :)  (Domestos candır, can! Suratının hali hala gözümün önüne :))
Seni çok seviyorum ve çok özledim...
Görsel: Google Images






Yeniden başlasın...


Sizler bu satırları okurken ben mışıl mışıl uyuyor olacağım.
Çünkü sizden bir saat geriden gelen zaman aralığında yaşıyorum :)
Çünkü, az önce sekizinci shot tequila'mı içtim...
Çünkü, bugün doyasıya uyuyacağım.

Tanıdığım hemen herkes 2013 dökümünü yaptı blog sayfalarında...iyi de yaptılar.
Ben dökülemedim, saçılamadım bi' türlü.
Demek ki, içimi dökmem için sekiz shot tequila atmam lazımmış :)

2013 benim için hem mutluluklar ve sürprizlerle, hem de hayal kırıklıklarıyla dolu bir yıl oldu.

Bakalım benim için en önemli olaylar nelermiş, totosunu yeni tekmelediğim yıla dair...

SAĞLIK:
Ne çektin be Sittirella, ne çektin beaaaa! :(
Bu yıl gerçekten çok sağlık sorunu yaşadım.
Bel ağrısı mı desem, bilek ağrısı mı desem?
Bitmek bilmeyen sırt ve omuz ağrıları, bilek ve kol ağrıları...
Aşırı stres ve çalışmanın getirdiği baş ağrıları, uykusuzluklar, huzursuzluklar...
Kan tahlilleri, sayısını unuttuğum, arkadaşlarımın ''yeşil yeşil ışımaya başlayacaksın yakında'' şeklinde espri yapmalarını sağlayan onlarca röntgen...
Sağlık açısından pek de parlak bi' yıl geçirdiğimi iddia edemem anlayacağınız.
Bu sorunların bana getirisi ise, bol bol tatil yapıp evde kedi kzlarımla zaman geçirmek oldu :)
Sağlık sorunlarımı burada özet geçmiştim :)
Kırismıs tatiline girerkene...

AŞK:
Sevgilimlen, hiç bi' ciddi tartışma, sorun yaşamadığımız, bal gibi, mis gibi geçirdiğimiz bi' yıl oldu 2013.
İşte, bi' yerden kaybederken bi' yerden kazanıyor insan :)))
Bi' kaç saat önce yeni yıla girerken gözlerimin içine ışıl ışıl bakan masmaviş gözlerden anladım ki; bu adam beni hala çok seviyor, bana hala çok aşık! :)
Daha ne olsun? :)))
Ben de ona aşık olduğum sürece bence süfer bi' şe :)

KARİYER:
Önce zamanınız varsa şu gönderime bi' göz atın: Dönme dolap
Hayal kırıklıklarıyla dolu giderken, son bi' kaç ayında göz doldurmalık gönlümü alan bi' yıl oldu.
Pozisyonum değişti, ünvanım yükseltildi falan da filan.
Mutlu muyum? Hayır, değilim.
Memnun muyum? Hayır, kesinlikle değilim.
Öğrenmiyorum artık. Bildiklerime tek bir cümle yenilik eklenmiyor.
Alabileceğim hiç bi' eğitim kalmadı; tüm departmanın eğitimlerini tek başıma veriyorum. Tüm kural, prosedür, proses, döküman ve değişiklikleri ezbere biliyorum.
Bu da beni sıkıyor.
Kariyer açısından ünvan ve maaş artışı dışında kendime hiç bi' şey katamadığım bi' yıl oldu anlayacağınız :/
Dilerim, 2014 benim için birbirinden güzel fırsatları peşisıra sürükleyip gelen bi' yıl olur; süpaneke yareppim, dinimiz amin! :)))

ŞANS:
Upuzuuun bir ev arama döneminden sonra en nihayet ''Evet! Budur! Yaşayacağımız ev bu olmalı!'' dediğim evi bulduğum (Şaka değil, sevgilim evi satın almaya karar verip ''tamam, bu evi alıyorum'' dediğim gün İsveç'te, iş gezisindeydi ve daha iki hafta orada kalacaktı. Tek başıma karar verdim bu evi almaya) yıl oldu bu yıl.
Kirada oturmaktan kurtulup, ev sahibi olduğumuz yıl oldu yani :)
Niyet ettim bir gönderi yapmaya...
Taşın...ma!

Evimizi almadan kısa bi' süre önce bulduğumuz ve evlat diye bağrımıza bastığımız Yoda; The Çapulcu'nun bize uğur getirdiğine inandığımız yıl oldu tabisi de :)
Çünküm, Yoda'nın evimize geldiği gün Gezi olayları başlamış, bi' hafta sonra da birdenbire karşıma çıkan bi' biletle memlekete gitmiş, annem-babam ve kardeşime olan hasretini dindirmiştim.

Gezi parkı direnişi: Sosyal medyanın gücü
Anne yuvası -  Baba evi

Bu araya ''Robots Doodles & Orange Bubbles'' blogunun sahibi Nihan ve ''Evimi seviyorum'' blogunun sahibi Colette ile tanışıp kaynaşmamızı da sıkıştırmıştım.

Robotların Kraliçesi'ni ziyaretimdir.
Colette ve kızlarını ziyaretimdir.

Özetle; memleketi soyup soğana çeviren, pırıl pırıl bi' sürü gencin hayatını alıp, alamadığının da hayatını karartan ampulleri saymazsak benim için ''Hiç de fena değildi'' diyeceğim bi' yıl oldu 2013.

Sevgili 2014: senden beklentim çok büyük.
Eğer 2013'ü aratmaya niyetliysen peşin peşin söyleyeyim; çok küfür yersin, çok beddua alırsın, geldiğine geleceğine pişman olursun.
Adam ol, ciğerimi ye! :)))

Neyse, bu gönderi de böylece bitti...
Ben izninizle ''Yayınla'' butonuna bastıktan bi' kaç saniye sonra tequila şişesinin başına gidip ''Dokuuuz!'' diyeceğim ve cici kız olup dişlerimi fırçalayıp cumba yatak yapacağım :)

Hepinize şans dolu geçecek bi' yeni yıl diliyorum! :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...