Gülünesi Aşklar / Směšné lásky / Laughable Loves


Yazar: Milan Kundera
Çeviri: Serdar Rifat Kırkoğlu
Orijinal Dili: Çekce
İlk Basım Yılı: 1968
Yayınevi: Can Yayınları | 2014

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Gülünesi Aşklar'da, insan ilişkilerini, ilişkilerde tarafların düşüncelerini, ilişkilerin kurulduğu temellerin nelere dayandırıldığını ve süregelen ilişkilerin biçim değiştirmesine sebep olan kırılma noktalarını son derece yalın ve vurucu kelimelerle kağıda dökmüş Milan Kundera. Muhteşem bi' gözlem ve çıkarımlarını aktarma yeteneğine sahip yazarın en severek okuduğum eseri bu oldu.

Arka Kapak Yazısı:
"Milan Kundera, bütün yapıtları arasında en çok Gülünesi Aşklar'ı büyük keyifle, zevkle yazmış olduğunu söyler. Yedi öyküden oluşan bu kitapta, yazarın daha sonraki romanlarında geliştireceği aşk, yalan, yanılsama gibi temaların özünü, özgün ve yenilikçi anlatım tekniklerini bulmak mümkün. Hayatı, yanılsamalar üzerine kurulu bir parodi olarak sunduğu Gülünesi Aşklar'daki öyküler, 1958 ile 1968 arasında yazılmış. Milan Kundera, o eşsiz kara mizahı ve ironisiyle kahramanlarının kimlik sorunlarını, oyun gibi başlayan cinsel yanılsamalarını, trajik bir tutsaklıktan başka bir şey olmayan erotik güç tutkularını işliyor, cinsellik ve erotizmi benzersiz gözlem gücü ve duyarlılığıyla, kusursuz bir estetik düzeye oturtarak işliyor. Bu öykülerin her birinde 'gülünesi aşklar' yer alıyor, ya da gerçek aşk oyunları. Yirminci yüzyıl edebiyatına damgasını vuranlardan olan Çek yazar Milan Kundera'nın Gülünesi Aşklar'ı, zamana karşı durabilen bir başyapıt."

Altını Çizdiğim Cümlelerden...
HİÇ KİMSE GÜLMEYECEK
"Şimdiki zamanı kat ederken gözlerimiz bağlıdır. Çok çok yaşamakta olduğumuz şeyleri sezebilir ve tahmin edebiliriz. Ancak daha sonraları, gözlerimizin bağı çözüldüğünde ve geçmişi incelediğimizde ne yaşamış olduğumuzu fark eder, yaşadıklarımızın anlamına varırız."

"Sana bir öğüt vermemi istersen şu sözümü kulağına küpe et: Gelecekte dürüst ol ve yalan söyleme, çünkü bir kadın yalan söyleyen bir erkeğe saygı duyamaz."

SON ARZUNUN ALTIN ELMASI
"Doğanın tuhaf bir yasası bu, dedim Martin'e, "çirkin kadın daha hoş olan arkadaşının parıltısından yararlanmayı umuyor ve hoş olan da arkadaşının çirkinliğinin yarattığı fonda daha büyük bir parıltıyla parıldamayı umuyor; bundan bizim için çıkan sonuç, dostluğun bitip tükenmez sınamalardan geçtiği."

"Çok aşırı bir inanç en kötü müttefiktir. Bu fikre kendimi kaptırarak, bir söyleve giriştim: "İnsan bir şeye harfi harfine inandığında, inanç o şeyi saçmalığa iter. Bir politikanın gerçek savunucusu, politikanın safsatalarını hiçbir zaman ciddiye almaz, yalnızca bu safsatalar ardında gizlenen pratik amaçları ciddiye alır. Çünkü politik klişeler ile safsatalar biz onlara inanalım diye yaratılmamışlardır; onlar daha çok örtük olarak benimsenmiş mazeretlerdir. Onları ciddiye alan safdil kişiler bu klişelerde ve safsatalarda er geç çelişkiler keşfedecekler, isyan etmeye başlayacaklar ve sonunda rezilce birer sapkın ya da dönek olup çıkacaklardır."

OTOSTOP OYUNU
"Bu aynı objektiften iki görüntüye bakmak gibiydi, birinin arasından öbürünün göründüğü, üst üste konmuş iki görüntü. Üst üste konulmuş bu iki görüntü ona arkadaşında her şeyin bulunabileceğini, ruhunun korkunç derecede biçimsiz olduğunu, bu ruhta sadakatsizlik kadar sadakatin, masumluk kadar ihanetin, iffetlilik kadar hoppalığın yer alabileceğini söylüyordu. Bu vahşi karışım ona bir çöp yığınında bulunabilecek alacalı renkler kadar iğrenç geliyordu."

KOLOKYUM
"Aziz meslektaşlarım, bildiğiniz gibi, bir erkeğin en büyük mutsuzluğu, mutlu bir evliliğinin olmasıdır. Hiç boşanma umudu yoktur bu erkeğin."

"Erotizm yalnızca bedene duyulan arzu değil, buna eş ölçüde, onura duyulan arzudur. Bizden hoşlanan ve bizi seven, sahip olduğumuz bir yatak arkadaşı, bizim aynamız olur, önemimizin ve değerimizin ölçüsüdür."

"İnsan yalnızca farkına vardığı şeylerden sorumlu olsaydı, alıklar her türlü hatadan peşin peşin arınmış olurlardı. Ancak, azizim Fleischman, insan bilmekle yükümlüdür. İnsan bilgisizliğinden sorumludur. Bilgisizlik bir hatadır. İşte bu nedenle hatanızı hiçbir şey bağışlatamaz."

"Havada büyük sözcükler uçuşuyor ve Fleischman kendine aşkın tek bir ölçütü olduğunu söylüyordu: Ölümdü bu ölçüt. Gerçek aşkın sonunda ölüm vardır ve ancak ölümle sonuçlanan aşk aşktır."

"Belki de seni seviyorum. Belki de seni çok seviyorum. Ama belki de bu, olduğumuz gibi kalmamız için başka bir neden. Bir kadınla bir erkeğin birlikte yaşayamadıklarında ve birbirleri hakkında tek bir şey, yani var olduklarını bildiklerinde ve var olduklarını bildikleri için de birbirlerine minnettar olduklarında birbirlerini daha çok seveceklerine inanıyorum. Ve bu mutlu olmaları için yeter."

YAŞLI ÖLÜLER YERLERİNİ GENÇ ÖLÜLERE BIRAKSINLAR
"Büyük bir şaşkınlıkla sevinçlerin pek az olduğunu fark etmişti; bunu düşündüğünde yüzünün kızardığını, evet evet, utandığını hissediyordu: Çünkü yeryüzünde bu kadar uzun zaman yaşayıp da bu kadar az yaşamış olmak küçültücüydü."

"Ansızın (hiç hazırlıksızken) sıradan gerçeği anlayıverdi: İnsan kaçırdığı şeyi yeniden yakalayamazdı."

"Kadın yaşlılıktan ve ölümden söz edilmesinden hoşlanmıyordu, çünkü bu konuşmalarda kendisini tiksindiren fiziksel çirkinliğin görüntüsü vardı. Ev sahibine, neredeyse heyecanla, görüşlerinin yüzeysel olduklarını birçok kez yineleyip durdu; insan, diyordu, ölüp giden bedeninden fazla bir şeydir, çünkü önemli olan insanın yapıtlarıdır, insanın başkalarına bıraktıklarıdır."

DR. HAVEL YİRMİ YIL SONRA
"Biliyorum. Roman, efsane ya da fıkra kahramanları bizden farklı olarak yaşın yıkıcı etkisine bağımlı olmayan bir maddeden yapılmışlardır. Hayır, bununla efsanelerin ve fıkraların ölümsüz olduklarını söylemek istemiyorum; şurası kesin ki onlar da yaşlanırlar ve onlarla birlikte kahramanları da yaşlanır. Ancak bu yaşlanmaları öyle bir tarzdadır ki karakter özellikleri değişmez ve bozulmaz, yalnızca yavaş yavaş silikleşir, silinir ve sonunda uzayın saydamlığıyla karışır."

"Havel, gıpta etmekten söz eden, kuşkusuz gıpta edemeyecek kadar da iyi olan kadın arkadaşına bakıyordu; ona acıdı, çünkü çocukların verdiği sevincin başka sevinçlerin yerine geçemeyeceğini ve üstünde başka sevinçlerin yerine geçme zorunluluğunu taşıyan bir sevincin kısa zamanda çok can sıkıcı bir sevince dönüşeceğini biliyordu."

"Hayatta önemli olan, herkesten çok sayıda kadına sahip olmak değildir, çünkü bu yalnızca görünüşte bir başarıdır. Daha çok insanın kendi beğenisini eğitmesi söz konusudur, çünkü insanın kişisel değeri bu beğenide ifadesini bulur. Şunu unutmayın ki dostum, gerçek bir balıkçı küçük balıkları suya geri atar."

EDWARD İLE TANRI
"İnsan yalnızca kendisi için yaşar. İnsan hep bir şeyler için yaşar. "Edward'ın gözlerinin derinliklerine baktı. "Ama ne için yaşadığımızı bilmek söz konusu. Gerçek bir şey için mi, yoksa uyduruk bir şey için mi? Güzel bir fikirdir, Tanrı. Ama insanın geleceği Edward, bir gerçekliktir. Ben bu gerçeklik için yaşadım, bu gerçeklik için her şeyi feda ettim."

"Her zaman dürüst biri olduğunu, bununla da gururlandığını biliyorum. Ama kendine tek bir soru sor: İnsan niye gerçeği söylemek zorunda? Bizi böyle yapmaya zorlayan ne? Sonra içtenliği niçin bir erdem olarak görmemiz gerekiyor? Farz et ki, bir balık olduğunu, bizim hepimizin de balık olduğunu ileri süren bir deliyle karşılaştın. Onunla tartışır mısın? Ona yüzgeçlerin olmadığını göstermek için önünde soyunur musun? Yüzüne karşı ne düşündüğünü söyler misin? Hadi, söyle bana!"
Ağabeyi susuyordu; Edward sözlerini şöyle sürdürdü: "Ona yalnızca gerçeği, onun hakkında gerçekten düşündüklerini söylersen, bu, bir deliyle ciddi bir tartışmaya girmeye razı olman ve senin de deli olduğun anlamına gelir. Çevremizdeki insanlar konusunda da aynı şey söz konusu. Gerçeği onların yüzüne karşı söylemekte ısrar edersen, onları ciddiye alıyorsun demektir. Bu kadar önemsiz bir şeyi  ciddiye almak ise insanın tüm ciddiyetini kaybetmesi demek. Ben, delileri ciddiye almamak ve kendim de delirmemek için yalan söylemek zorundayım."

"Ah, bayanlar baylar, insan hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi ciddiye alamayınca yaşamak ne kadar da hüzün verici!"

Keyifli okumalar...
(31 Aralık 2015)

Görsel: Google Images / Can Yayınları

S*ktir Et / F**k It





Yazar: John C. Parkin
Çeviri: Figen Kılavuz
Orijinal Dili: İngilizce
Yayınevi: Arunas Yayıncılık | 2011

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

İsmi kullanıcı adıma çok uygun olan bu kitabın içeriği maalesef bana pek hitap etmedi, bilmediğim bi' şeyi öğretmedi.
Dokuz yıldır "Sittirella"yım; yazar gelsin de ona "Sittir Etme Sanatı"nın inceliklerini öğreteyim.
Umarım sizin bilmediğiniz bi' kaç şeyden bahsediyordur da çok seversiniz. Sonuçta kesinlikle sıkıcı bi' kitap değil, aksine oldukça kolay okunan, akıcı ve de eğlendirici.

Arka Kapak Yazısı:
"Kendi yolunda gitmek harika bir duygudur.

S*ktir Et demek sizi iyi hissettirir. Mücadeleden vazgeçmek, ne hoşunuza gidiyorsa onu yapmak, çevrenizdekilerin sizin hakkınızda düşündüklerini umursamamak ve kendi yolunuzdan gitmek harika bir duygudur.

John C. Parkin’in bu komik ve ilham verici kitabı, S*ktir Et demenin; Doğunun boş verme, vazgeçme ve bir şeylerin o kadar da önemli olmadığını fark ederek gerçek özgürlüğü bulma gibi ruhani fikirlerinin kusursuz bir Batı ifadesidir

S*ktir Et; şarkı okumak, meditasyon yapmak, sandalet giymek ya da tütün yemek gibi eylemler gerektirmeyen ruhani bir yoldur. Modern zamanın küfürlü söylenişiyle, S*ktir Et, Batılıları şöyle bir sarsıp kendilerine getirecek, anlam dolu hayatlarımıza egemen olan stresi ve gerginliği ortadan kaldıracaktır.

Bu yüzden, bütün sorunlarınıza ve meselelerinize S*ktir Et demenin bir yolunu bulun. Hayatınızda yapmanız "gerekenlere" S*ktir Et deyin ve sonunda başkaları ne düşünürse düşünsün, neyi yapmak istiyorsanız onu yapın."

Altını Çizdiğim Cümlelerden...
"Deneme 1: Şimdi Herhangi Bir Şeye Siktir Et Deyin.
Siktir et dediğiniz zaman genelde size acı veren bir şeyi, bir bağınızı salıverirsiniz."

"Bütün felsefeler, dinler ve ruhani öğretiler aynı vaatte bulunuyorlar: Özgürlük! Sorun şu ki bu yerine getirilmesi çok zor bir vaat.
Gerçekten, bu vaadi yerine getirebilecek herhangi bir felsefe, felsefelerin temeli olurdu. İşte Siktir Et felsefesine hoş geldiniz. Batı'da birçoğumuzun sorunu aşırı stresli, gergin, endişeli ve denetleyici olmamızdır. İşte tam da bu yüzden bizim Siktir Et gibi bizi rahatlatacak ifadelere ihtiyacımız vardır."

"Siktir Et Neden Bu Kadar Çarpıcı?
Çünkü "Siktir" kelimesini içeriyor.
Böyle bir kitap sırf "Siktir" kelimesini içerdiği için tartışmalı olabilir. Komik, gerçekten. Çünkü öncelikle belirtmeliyim ki kelimenin kendisini kullanmak değil de kelimenin arkasındaki felsefe aslında anarşik bir şeydir. Fakat esas sebebi bir kelimenin gücünü yitirmesinin uzun zaman almasıdır.
"Siktir" kelimesi gerçekten güzel bir kelimedir."

"Çünkü Siktir Et tamamen anarşiyle alakalı.
Siktir Et demek dünyanın anlamına, geleneğine, otoritesine, sistemine, düzenine ve tekbiçimliliğine çomak sokmak gibidir."

"Bu Kitap Nasıl Okunmalı?
Eğer sürekli ünlü dergileri okuyup bir şeye sondan başa doğru göz atmaya alışık insanlardan değilseniz, Batı'da birçoğunuz bu kitabı baştan sona doğru eğilimi gösterecektir. Fakat bu eğilim size kitabın sonu için yardımcı olmayacaktır ki kitabın sonu zaten kapakta yazıyor: Siktir Et, hayatta hiçbir şey senden önemli değil!"

"Siktir Et'in dile getirilmesinin merkezinde hayatımızdaki anlam ilişkisi yatar. Gerçek, hayatlarımızın çok anlamlı olmasıdır ki bu da güzel bir evrensel şakadır. Bizler yaşam mücadelemizin anlam bulmak olduğunu düşünüyoruz, yapacak anlamlı şeyler bulmayı istiyoruz; hayatın gerçek anlamı üzerine kafa yoruyoruz; anlamsızlık hakkında kaygılanıyoruz. Fakat bizlerin canını yakan, böylece sonunda bize Siktir Et dedirten şey bu anlamların birikimidir."

"Planlar ve amaçlar saçmalıktır.
Planlar ve amaçlar hayatımız için ne kadar önemliyse bir o kadar da gereksizdir. Bir plan yaptığınızda ve bir amaç belirlediğinizde hayatınız bu noktaya doğru ilerler. Hayatınızla birlikte neyi başarmaya çalıştığınız üzerine çok yoğunlaşırsınız. Amacınıza ulaşmak için bu küresel çabada öteki olasılıkları düşünmek bile istemezsiniz.
Kalabalık, Trafalgar Meydanı'nın bir fotoğrafına bilgisayarınızdan baktığınızı düşünün. Güneşli bir gün ve herkesin keyfi yerinde. Fakat aniden bir detaya takılıyorsunuz: Bir kişinin üzerine odaklanmak için bilgisayarınızın büyüteç özelliğini kullanıyorsunuz. Bu insan bir erkek ve fıskiyelerden birine bakıyor. Kaybolmuş ve çevresinde olanlardan bihaber gibi bir hali var. Adamın sağ eline doğru resmi yakınlaştırıyorsunuz, sağ elinde tuhaf bir sembol olan dövmesini görüyorsunuz. Sembole iyice bakıp ne anlama geldiğini merak ediyorsunuz. Bu büyütülmüş resmin çıktısını alıp düşünmek için duvarınıza asıyorsunuz. İşte bir şeye odaklandığımızda bizim de yaptığımız budur."

"Noel Baba'nın olmadığını öğrendiğimde de bu duygu tekrarlanmıştı. Hemen sonra da İsa'nın sadece bıyıklı ve sandaletli geçmişteki bir adam olduğunu ve günümüzdeki bıyıklı ve sandaletli adamlar tarafından uydurulduğunu öğrendim. Hayat bazen bizi hayal kırıklığına uğratır."

"İnsanlar ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar, "iyi" ve "kötü", "barış" ve "savaş" arasındaki görünen denge her zaman aynı kalır. Her zaman "iyi" insanlar ve "kötü" insanlar vardır. İyi eylemlerin dünyadaki etkisi olağanüstüdür. Kötü eylemlerin etkisi de öyledir. Fakat ikincisi daha çabuk yayılır. Sonuçta, dünyanın genel olarak "kötü" olduğuna inanırız ve dünyayı daha iyi bir yere dönüştürmeye çalışırız."

"Öteki İnsanların Sizin Hakkınızda Ne Düşündüğüne Siktir Et Deyin.
Öteki insanların bizim hakkımızda ne düşündüğünü neden önemseriz?
Öteki insanların bizim hakkımızda ne düşündüğünü bazılarımız çok önemser. Birilerinin bizi sürekli onaylaması içimizdeki temel isteklerden biri gibidir. Bu isteği kendi çocuklarımda da görüyorum: Komik bir şey yaptıklarında onlara gülmemizi, özel bir şey yaptıklarında onları tebrik etmemizi istiyorlar. Çocukların aradığı onayı ve ilgiyi onlara verirsek, özsaygı duygusunu geliştirirler. Başka bir deyişle, dış dünyadan aldıkları onay ihtiyacının karşılanmasıyla, kendi kendini kabul etme, onaylama duygusunu geliştirirler.
Öyle görünüyor ki, bizler büyüdükçe, kendimizi ne kadar onayladıysak bir o kadar da kendimizi tanımlarız. Daha önceki onay ihtiyaçlarımız karşılanmamış ise, kendimizi onaylama seviyemiz oldukça düşüktür (kendimizi onaylamamızı özsaygı olarak adlandırabiliriz) böylece muhtemelen dış dünyadan onay istemeye devam ederiz."

"Hep dikkatimi çeken bir konu olmuştur. Özellikle başarı konusu. Özsaygısı az olan insanların başarı seviyeleri çok yüksektir, çünkü çocukken çevrelerinden hiç onay almadıkları için bu insanların dış dünyadan abartılı derecede onay alma isteği vardır."

"Korkuya Siktir Et Deyin.
Korku ve Aşk
Hayatımızda egemen olan bariz iki karşı güç vardır. İyi ve kötü değil. Aşk ve korku. Evet, doğru: Aşkın karşıtı nefret değil korkudur.
Bu iki duygudan biriyle hareket ederiz.
Ya hayatı kucaklar ve severiz, libido diye adlandırılan bu kelimeyi çok severim, çünkü birçok insan bu kelimenin cinsel istekle alakalı olduğunu düşünür. Öyle dediklerinde ve "Evet, benim libidom yüksek" dediğinizde, sizin seks bağımlısı olduğunuzu ve Michael Douglas ile karanlık bir odaya tıkılmanız gerektiğini söylerler. Fakat libido tamamen yaşama aşkıdır. Libidonuz yüksekse, hayatınızı çok seviyor hatta arzuluyorsunuz demektir."

"Bu cümle size de tanıdık geliyorsa, "Henüz ne istediğimi bilmiyorum," cümlesinin arkasına saklanmaktan vazgeçmenin zamanı geldi. Siktir Et deyin ve kendinizi tanıma cesaretini gösterin. Kendinizden ve kendiniz için ne istiyorsunuz?"

"Siyasetçilerin asla "Bakın, oturup bunu etraflıca düşündüm ve anladım ki tam bir götlük yapmışım. Şimdi bir öncekinin tam tersini düşünüyorum, kusura bakmayın," dediğini duymazsınız."

"Hayat ruhaniyetin ta kendisidir. Hayat sadece kendi yolunda akıp gider. Hayat kimseyi ne eleştirir ne de yargılar. Hayat olana karşı çıkmaz. Çünkü hayat olduğu gibidir.
Hayat saf yumuşaklık ve rahatlıktır. Hayata direnmek sertlik ve gerginliktir.
Siktir Et her şekilde gerginlikten rahatlamaya giden yoldur.
Siktir Et, en derin şeyi söylemenin en küfürlü yoludur: Rahatladığımızda ve hayatın akışına kendimizi bıraktığımızda, esas özgürlüğün tadına varırız.
İşte bu yüzden, Siktir Et, Temel Ruhani Yoldur."

Keyifli okumalar...

Görsel: Google Images

Sana Gül Bahçesi Vadetmedim / I Never Promised You a Rose Garden



Yazar: Joanne Greenberg
Çeviri: Nesrin Kasap
Orijinal Dili: İngilizce
İlk Basım Yılı: 1964
Yayınevi: Metis Yayınları | 2015

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Bu kitabı üçüncü okuyuşum oldu, bi' on yıl kadar sonra tekrar okurum.
Bugüne dek okuduğum ve dönüp dolaşıp yine okuyacağım en iyi on kitap arasındaki yerini yıllar önce almıştı ve bu sıralamadaki yeri asla değişmeyecek gibi görünüyor.
Şizofreniyi yenmiş olan yaratıcı yazarlık profesörü Joanne Greenberg, kendi hayatından ve yaşadıklarından esinlenerek yazmış deliliğin hikayesini. Deborah ve onun kaçış dünyası Yr, topluma ve onun kurallarına, dayattığı değerlere uyum sağlamak - boyun eğmek yerine bunlara ters düşenler ve uzlaşamayanlar, akıl hastalarının sessiz kuralları ve yaşadığımız dünyayı nasıl algıladıkları olabildiğince anlaşılır şekilde dökülmüş kelimelere. Belki de çevirinin sadeliğidir eseri bu derece akıcı ve rahat okunur yapan...
Beyin, düşünce, akıl hastalıkları ve akıl hastalarının yaşadığımız dünyayı ve hayatı algılama biçimleri vb. konulara ilgi duyanlar ilk fırsatta okumalılar bence.

Arka Kapak Yazısı:
"İçine doğduğu dünyanın kurumlarıyla bağdaşmayı öğrenemeyen, iletişimsizliğin karanlığında yaşayan on altı yaşındaki bir genç kızın öyküsü...
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, deliliği, resmi tanımıyla akıl hastalığını anlatıyor: Deborah kimlik kavramını yitirip içine kapanmış, zengin düşlemi ve mizah duygusuyla yarattığı kendi düşsel dünyasına sığınmıştır. İki dünyanın çatışmaya başlaması, Deborah'ın akıl hastanesine "düşme"sine neden olur. Böylece hastaneleri, doktorları vb. kurumlarıyla toplumun "kurtarma operasyonu" başlayacaktır.
Greenberg'in kendi yaşamından yola çıkarak yazdığı bu kitap, "akıl hastalarının gizleri" üzerine pek çok ipucu taşırken, toplumun yerleşik değer yargılarına çarpıcı bir eleştiri de getiriyor, böylece "normal" kavramını sorgulamaya götürüyor bizi."

Altını Çizdiğim Cümlelerden...
"...sevdiğiniz insanları korumak için hiçbir zaman dünyayı yeniden kuramayacağınızı anlatmaya çalışıyorum size. Ama bunun için uğraşmış olmanızı haklı göstermek zorunda da değilsiniz."

"Tıpkı her yerde olduğu gibi, burada da saldırganlar saldırıya uğrayanlardan üstün tutuluyordu. Ne de olsa dünyadan fazla kopmamış kişilerdi saldırganlar."

"Ama gömülü bir yalanın iğrenç kokusunun nasıl suçlunun peşine düştüğünü, her şeyin içine sinip küf ve kokuşma yaratıncaya değin suçlunun soluduğu havayı kapladığını da iyi biliyordu."

"Bir keresinde, Helene, "Kaçık kişi, boynundaki ilmeği kopmuş biridir," demişti, çünkü hepsi de kendini öldürme isteği duymuş, bunu gerçekleştirmek için çabalamıştı ve hepsi de ölülere imreniyordu. Hastalıkları bir bakıma, dünyanın kendi çevrelerinde döndüğüne inanmalarından kaynaklanıyordu..."

"Carla yalnızca, "Birinin cezası olmak hoşuma gidiyor; gerekli olduğum duygusunu veriyor bu bana," diye mırıldanıp güldü, ama onda pek görülmeyen bir acılık vardı gülüşünde."

"Kimisi, akıl hastası olan kişiler artık kendilerinde korku uyandırmadığı için rahatlamış, kimisi de, akıl hastası kadınların söze dökülmüş düşünceleriyle kendi söze dökülmemiş düşünceleri arasında gizli bir benzerlik olduğunu sezip dehşete düşmüştü."

"Adalet uygulanmıyorsa, namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa, sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor peki?"

"Ben yalan şeyler vadetmem hiç. Kusursuz, güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır... üstelik böyle bir dünya çok can sıkıcı bir yer olur!"

"Bir keresinde, sokakta bir teşhirci gördüğüm için beni azarlamıştı. Adamın ilgisini çektiğime göre, benim de bir şeyler yapmış olduğum kanısına varmıştı. Öfke ve korku içinde, bütün erkekler yerçekimi yasasıyla bana doğru çekiliyormuş gibi söylenip durmuştu. Ona, 'Benim gibi çoktan mahvolup yozlaşmış birini ne yapsınlar? Ben kimsenin işine yaramam ki,' demiştim. O da bana bir tokat patlatmıştı, çünkü söylediklerim doğruydu."

"Yüzlerce kez yanıldım ben. Ama çirkin, mahvolmuş, umutsuz ve zehirlenmiş hem de zehirleyen bir maddeden oluşmuş biri olduğum için haklıymışım gibi görünebiliyordum."

"Kefen ve gelinlik. Birbirinin aynı olan iki giysi. Dinle bak! Ölürken yaşamak; yaşarken ölmek; savaşırken teslim olmak ve teslim olurken savaşmak zorunda kalıyorsun, değil mi? Benim yolumda, bütün karşıtlıklar aynı anda verilir ve karşıt hedefler için aynı araç kullanılır."

"Kafasında doktora armağan olarak anlatabileceği bir gerçek bulmaya çalıştı. Görme konusu olabilirdi bu -bir cismin her çizgisini, düzlemini ve rengini görse bile, bu cisim hiçbir anlam içermiyorsa görüsünün geçersiz olduğunu, dolayısıyla bunun körlük sayılabileceğini söyleyebilirdi ona; hatta ünlü üçüncü boyutun belki de salt anlam olduğunu, bir düzlem yığınını bir kutuya, bir Meryem Ana'ya, ya da elinde antiseptik şişesi tutan bir Dr. Halle'ye dönüştüren güç olduğunu bile söyleyebilirdi."

"...zihinlerindeki ışık için, dostlar için, doğa yasalarına tepki olarak duyuları soğuk ve acı için, bu yasaları beklenti edinecek kadar derinlemesine kavrama yetisi için, görkemli bir ritim içinde birbirini izleyen gündüz ve gece için, yükseklere sıçrayan kıvılcımlar için, dostlar için...
Yaşamlarının ne denli güzel, ne denli imrendirici olduğunu biliyor muydu bu insanlar acaba?"

İyi okumalar...

Görsel: Google Images

Kum Kitabı / El Libro de Arena / The Book of Sand



Yazar: Jorge Luis Borges
Çeviri: Yıldız Ersoy Canpolat
Orijinal Dili: İspanyolca
İlk Basım Yılı: 1975
Yayınevi: İletişim Yayınları | 2015

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Büyülü gerçekçiliğin kurucusu, öncüsü, "babası"... 20. yüzyılın en büyük yazarlarından biri: Jorge Francisco Isidoro Luis Borges!
Güney Amerikalı birçok yazar, yıllar yıllar sonra, sadece onun açtığı ve zenginleştirdiği kaynaktan beslenip, onun yolunu takip ettiler; Borgesvari anlatımın ekmeğini yediler. Boynuzun kulağı geçtiği durumlar elbet oldu, fakat Borges, hep özel, kimselerin taklitten öteye gidemeyeceği tarzın sahibi ve yaratıcılığını asla kaybetmeyen büyük usta olarak kaldı.
Tek bir öyküsüyle, "büyülü gerçekçiliğin bilmem nesi" ilan edilen yazarların romanlarının kapağını kapattırıp kitaplığa geri koyduracak anlatım gücüne sahip -bence- Borges. Keşke roman yazsaydı, keşke yüzlerce, binlerce sayfalık romanları olsaydı. O şiiri, öyküyü, denemeyi seçti. Hep "Şair" olarak bilinmek, tanınmak istedi, "Romancı" değil.
Kum Kitabı'ndaki her öyküsü ayrı güzel, ayrı sürükleyici; birinin sonunda ne olacağını merak edip bi' an önce bitmesini isterken, diğerinin gelişme kısmındaki büyüye kapılıp sonu hiç gelmesin istedim. Bi' diğer öyküde ise tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.
Elbet her öyküsü "muhteşem" değil; kendi de bunu hiç çekinmeden belirtip, hangi fikir ve duygularla yazdığını ve istediği gibi bi' öykü ortaya koyup koyamadığını söylüyor. Türkçe kitap okurları arasında ise yeterince tanınmıyor, okunmuyor, bilinmiyor. Hak ettiği değeri göremeyen bi' çok usta yazar ile aynı kaderi paylaşıyor...

Özellikle James Woodall'ın önsöz cümlelerinden alıntılar yaptım; umarım Borges'i biraz daha yakından tanıyıp seversiniz.

Arka Kapak Yazısı:
"Borges'in 1975'te yayımladığı Kum Kitabı, yazarın otobiyografik öğeleri fantastik edebiyatla harmanladığı son öykü kitabıdır.
Mitolojik kahramanların, büyülü olayların, fantastik mekânların iç içe geçtiği Kum Kitabı, Borges'in engin hayal gücünün ve edebi dehasının izini sürüyor. Esere adını veren "Kum Kitabı" adlı fantastik öykü, büyülü bir kitaptan bahsediyor. Bilinmeyen bir dilde yazılmış olan bu sonsuzdur; sayfaları çevrildikçe sonuna yeni sayfalar eklenir. Tıpkı kum gibi ne başı ne sonu vardır...
Borges'in görme becerisini kaybettiği yıllarda, sekreteri ve hayat arkadaşı Maria Kodama'nın yardımıyla yazdığı Kum Kitabı yazarın olgunluk çağının en önemli eseridir. Kitabın sonunda, Borges'in esin kaynaklarını ve kendi eseri hakkındaki samimi yorumlarını içeren sondeyiş yer alıyor."

Altını Çizdiğim Cümlelerden...
ÖNSÖZ'den - James Woodall
"Borges hiç roman yazmadı ve uzun yaşamında - seksen altı yaşında öldü- düzyazıları kadar çok şiir yayınladı."

"Borges Anglosakson dünyada, özellikle Birleşik Devletler'de Labyrinths adlı tuhaf, kendi derlemediği bir kitapla tanındı.
Labyrinths'in en garip yanı, Borges'in yazdığı ve başlıklarında labirent sözcüğünün geçtiği iki öykünün kitaba alınmamış olmasıdır."

"Borges gerçekten garip, fantastik ve yeniydi. Aynı zamanda Arjantinliydi ve Carpentier'in deyimi zamanla uluslararası bir nitelik kazandı: Büyülü gerçekçilik, kısa zamanda moda tarz oldu. Borges her zaman tarzlara karşı çıkmıştı ve çıkacaktı -nasıl moda olunacağını bilmezdi."

"Borges, hem Arjantinli olması hem de yarattığı yeniliklerin benzerinin bulunmaması nedeniyle kronolojik olarak büyülü gerçekçilikten önce gelmekte ve farklı bir yazar olarak öne çıkmaktadır. 1970'li yıllar boyunca büyülü gerçekçiliğin kurucusu ilan edilmiş, ama bu onun önemini: çeşitli geleneklerden sade ve yeni bir edebiyat yaratan, Arjantinli bir yazar olduğu gerçeğini gölgelemiştir."

"Onun İspanyolcası için Perulu romancı Mario Vargas Llosa şunları söylemiştir:
Borges'in düzyazısı genelgeçer kurallara aykırıdır, çünkü titiz bir tutumla, az sözle ifadeyi yeğleyerek, İspanyol dilinin aşırılığa olan doğal eğilimine derinden derine karşı gelmektedir. İspanyolcanın Borges ile anlaşılır hale geldiğini söylemek, bu dilde yazan başka yazarlara hakaret gibi gelebilir, ama değil... Borges'de daima mantıklı, kavramcı bir düzey vardır, geri kalan her şey buna hizmet eder. Onunki, hiçbir zaman aşağı bir düzeye indirilmemekle beraber, dolaysız ve ölçülü sözlerle ifade edilen berrak, saf, aynı zamanda olağanüstü fikirler dünyasıdır."

"Ömrü boyunca, özellikle kör olduktan sonra, kendisine okunmasını istediği yazarlar Rudyard Kipling ve Gerard Manley Hopkins'di"

"Borges her zaman âşıktı. Duyguları nadiren karşılık görmüştü ve bu onun ömrü boyunca acı çekmesine neden oldu."

"Borges tarihte kendisiyle en çok mülakat yapılan yazarlardan biridir. Bir teyp ya da not defteri karşısında rahat fakat muğlak konuşması efsanevi yönlerinden biriydi. Denenmiş yollardan nadiren sapardı: her mülakatçıya aynı malzemeyi sunmak için ince bir nüansla değiştirilmiş esprilerle, kelime oyunlarıyla, en sevdiği yazarlardan, Arjantin için tuttuğu yastan söz açardı: öte yandan, Borges'in konuşmaları körlükten bir kaçış ve -yaşamsal anlamda- bir başka yazı biçimiydi."

"...okuyamamanın belli bir yararı olduğu söylenebilir, çünkü okuyamayınca zaman başka bir biçimde akıyor. Gözlerim görürken, hiçbir şey yapmadan yarım saat geçirecek olsam, çıldırırdım, çünkü okumam gerekirdi. Ama şimdi uzun zaman yalnız kalabiliyorum.
Sanırım yapacak bir şeyim olmadan yaşayabiliyorum. İnsanlarla konuşmam ya da bir şey yapmam gerekli değil..."

"Kâhinin etkileyici dinginliği, hikmet sahibinin tevekkülü -ve kabuğundan dışarı çekildiği zaman, usta bir yazarın sonu gelmeyen sohbeti: Bu birleşim çok çekiciydi. Borges iletişim tekniklerini, muazzam iç entelektüel gücüne dayanarak, ona soru soranların ve hayranlarının beğeneceğini bildiği bir imajı cilalayarak, uzun yıllar sınayarak mükemmelleştirdi.
Borges için körlük bir kalkandı. Onun arkasında dünyanın hevesle aradığı bir kişiliği geliştirebildi. Şaşırtıcı belleği -körlükle başetmesinde birinci silahı- ve mahremiyeti, değişimden pek etkilenmiyordu."

"En temel özelliklerini -konuşma zenginliği, geniş bir dost çevresi, cinsel çekingenlik, doymak bilmez bir öğrenme isteği- ömrü boyunca muhafaza ettiği halde, birden fazla Borges vardı.
Walt Whitman hayranı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında İsviçre'de iç içe geçmiş dizeler işleyen delikanlı çağındaki Avrupalı deneyimci; 1920'lerin Madrid'inde dışavurumculuk benzeri bir hareket olan ultracılığın kavgacı broşür yazarı; editör Borges, şair Borges, kütüphaneci Borges, Peron karşıtı Borges, öğretmen ve konuşmacı Borges, siyasi huzursuzluk yaratan Borges, tutucu Borges ve elbette, fantastik öyküler mucidi Borges, yüzyılın ortasında postmodernizm daha akla gelmemişken, dünyaya baştan çıkarıcı postmodern öyküler veren yazar."

"Borges kitabı yazmasının nedenini şöyle açıkladı: O kadar çok insan beni taklit ediyordu ki, ben de çalışıp kendi kendimi taklit etmeye karar verdim."

ÖTEKİ
"Eğer bu bir düşse, ve düşümde sizi görüyorsam benim bildiklerimi sizin de bilmeniz çok doğal."

"Eğer bu sabah ve bu karşılaşma birer düşse, her ikimizin de düş görenin ta kendisi olduğunu düşünmesi gerekir. Belki düş görmeyi bir yana bırakacağız, belki de bırakmayacağız. Ama başka görevlerimiz arasında bizim gerçek görevimiz, evreni, doğmuş olmayı, gözlerle bakmayı ve soluk almayı kabullendiğimiz gibi düşü de kabul etmemiz."

"Benim öteki benim yeni eğretilemeler bulmaya ve keşfetmeye inanıyordu; bense, imgeleme gücümüzün kabul ettiği çok açık ve yakın benzerliklerin eğretilemelerine. İnsanların yaşlılığı ve güneşin batışı, düşler ve yaşam, zamanın akışı ve su."

ULRİKE
"- Ben feministim, dedi. Erkeklere öykünmek istemiyorum. Tütünleri de içkileri de hoşuma gitmiyor.
Taşı gediğine oturtmak istiyordu ve bu tümceyi ilk kez söylemediğini anladım. Daha sonra da bunun kişisel özelliklerine uymadığını öğrendim, zaten söylediklerimiz her zaman kendimize uymaz."

KONGRE
"Yalnızlık bana acı vermiyor: insanın kendisini ve kendi davranışlarını hoşgörmesi zaten yeterince zor. Yaşlanmakta olduğumun ayrımındayım: yeniliklerin beni ilgilendirmemesi ya da şaşırtmaması bunun en kesin belirtisi; belki de bu, yeniliklerin hiç de yeni bir yanı olmadığını, eskilerin az buçuk birer değişimi olduğunu düşünmemdendir."

THERE ARE MORE THINGS
"Birisi öldüğünde neler duyarsak onları duydum ben de: daha yakın olmamaktan duyulan artık yararsız bir pişmanlık. İnsanlar ölülerle konuşurken onların ölü olduğunu unutuyor."

"Yalnızca birlikte oldukları için evren adını taşıyan şu aykırı şeyleri nasıl kabul ediyorsak çocukken bu çirkinlikleri de öyle kabullenmiştim."

"Zaman kadar, dünün, bugünün, geleceğin, tüm zamanların ve hiçbir zamanın bu sonsuz dokusu kadar gizemli başka bir şey olmadığını kaç kez söylemişimdir kendi kendime."

"Bir açıklamada bulunayım. Bir şeyi görebilmek için onu anlamak gerekir. Koltuk insan bedenini, eklemlerini ve tüm organlarını önceden kabullenir; makas da kesme eylemini. Bir lamba ya da bir taşıt için ne demeli? Bir vahşi, misyonerin İncil'ini algılayamaz; bir gemi yolcusu, halatları tayfaların gördüğü gibi göremez. Evreni gerçekten görebilmiş olsaydık belki onu anlardık."

OTUZLAR MEZHEBİ
"Sahip olunan her şeyin satılması ve yoksullara verilmesi öğüdüne herkes tam olarak uyar; ilk sahipleri olanlar başkalarına verirler, onlar da daha başkalarına. Bu, onları cennete daha çok yaklaştıran yoksulluklarını ve çıplaklıklarını açıklamaya yeterlidir. Şu sözcükleri coşkuyla yineliyorlar: Kargaları bir düşünün, ne ekerler ne biçerler, ne kilerleri vardır, ne tahıl ambarları; fakat Tanrı onları besler. Siz kargalardan daha mı az değerlisiniz? Kutsal kitap tutumlu olmayı yasaklar. Ey bozuk inançlılar: bugün tarlada bulunan yarın fırına atılan bitkiyi Tanrı hep yeniden yeşertiyorsa sizler için daha ne yapsın istiyorsunuz? Öyleyse yiyecek bulacağım diye, içecek bulacağım diye çabalayıp durmayın; kaygıya da kapılmayın."

ARMAĞANLAR GECESİ
"Bilgi sorunu tartışılıyordu. Birisi Platoncu kurama değindi, her şeyi daha önce başka bir dünyada gördüğümüzü, yani bilmenin öğrenmek olduğunu açıkladı; galiba babam, öğrenmenin anımsamak olduğunu, bilmemenin de unutmak anlamına geldiğini Bacon'ın ileri sürdüğünü söyledi."

"...fakat bir şey gerçekse, bunun doğruluğunun anlaşılması için birisinin tek bir kez söylemesi yeter."

AYNA VE MASKE
"- En büyük kahramanlıklar sözcüklere dökülmezse parlaklıklarını yitirirler. Utkumu ve övgümü türküleştirmeni istiyorum."

UNDR
"İnsan ister istemez sonunda düşmanlarına benzer."

"Yaşam herkese her şeyi verir ama çoğu bunu bilmez."

YORGUN BİR ADAMIN DÜŞÜLKESİ
"Utopia adını verdi ona, böyle bir yer olmadığı anlamına gelen Yunanca sözcük.
Quevedo"

"Olgular artık kimseyi ilgilendirmiyor. Bulma ve usa vurma için önemsiz başlangıç noktaları bunlar. Okulda bize kuşkulanma ve unutma sanatı öğretiliyor. Öncelikle kişisel ve yerel olanların unutulması."

"Zaten önemli olan okumak değil, yeniden okumaktır. Şimdi batmış olan basımevleri insanoğluna en büyük kötülüğü yaptı, ve gereksiz metinleri baş döndürücü bir hızla çoğalttı."

"Evet. Tek bir çocuk. İnsan türünü çoğaltmak doğru olmaz. Kimileri insanı, Tanrı'nın, evrenin bilincine varmaya sağlayan bir organı olduğunu düşünürler, fakat hiç kimse böyle bir Tanrı'nın var olduğunu kesin olarak bilmiyor. Şimdi sanırım, yeryüzündeki bütün insanların tek tek ya da aynı anda intihar etmesinin iyi ve kötü yanları tartışılıyor."

"- Yüz yaşına gelince insanoğlu aşktan ve dostluktan elini eteğini çekebilir. Kötülükler ve istençdışı ölüm onun gözünü korkutmaz. Herhangi bir sanatla, felsefeyle, matematikle uğraşır ya da tek başına satranç oynar. İstediği zaman kendisini öldürür. Yaşamının efendisi olan insan ölümünün de efendisidir.
- Bir alıntı mı bu yoksa? diye sordum ona.
- Kuşkusuz. Alıntılardan başka ne kaldı geriye. Dil bir alıntılar dizgesidir."

DÜZENBAZLIK
"Başka insanlardan farklı olarak karşımdakinin kim olduğunu şıp diye anlamak gibi bir önsezim vardır. O sabah bana yetti."

AVELINO ARREDONDO
"Korku aptal değildir, öfkeyle işi yoktur"

KURS
"Tek bir yüzü var. Yeryüzünde tek yüzü olan başka bir şey yoktur."

KUM KİTABI
"- Eğer uzay sonsuzsa biz de uzayın herhangi bir noktasındayız demektir. Eğer zaman sonsuzsa biz de zamanın herhangi bir noktasındayız."

SONDEYİŞ'den...
"Umarım, çalakalem yazdığım bu notlar, bu kitabımızı harcamamıştır ve içindeki düşler, şu anda onu kapatanların konuksever düş güçlerinde dallanıp budaklanmayı sürdüreceklerdir."
J. L. B
Buenos Aires, 3 Şubat 1975

Keyifli okumalar...

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

E-kitap okuma cihazları hakkında diyeceklerim var...


E-kitap okuyucular hakkındaki görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Ne zaman bu konuda edilen bi' sohbete dahil olsam, e-kitap okuyucu ile kitap okuma deneyimi yaşamamış okurların e-kitaplara çok ön yargılı yaklaştıklarını ve en sık kullandıkları argümanın "Ben kâğıt kokusunu almalıyım, sayfaları çevirmeliyim, kitaba dokunmalıyım" olduğunu gördüm.

Peki...madem öyle, işte böyle! :)
Ben de size sürekli matbu kitap satın alan fakat e-kitaplarından da asla vazgeçmeyen bi' okur olarak, 3.5-4 yıllık e-kitap okuma deneyimlerimden bazılarını anlatayım.

1- E-kitap okuma cihazları ne telefon ne de tablet gibidir. Cihazı çalıştırdığınızda karşınızda gördüğünüz kâğıt üzerine mürekkep baskı kitaptır. E-ink adını verdikleri teknoloji sayesinde matbu bi' kitap mı okuyorsunuz yoksa elektronik kitap mı, farkına bile varmazsınız.
İsterseniz günlük güneşlik, çok aydınlık/ışıklı (mesela plajda) bi' ortamda olun, ekran parlama-yansıtma yapmaz. Gözünüzü yormaz; göz dostudur, son derece sağlıklıdır.

2- Okuduğunuz kitabın yazı tipini sevdiğiniz bi' yazı tipi ile değiştirme, üstelik seçtiğiniz o fontu büyütme, küçültme, beğendiğiniz bi' kelime/cümle/paragrafı işaretleme, not alma, sayfalar arasında gidip gelme ve aldığının notların tamamını bi' dokunuşla görme hatta okuduğunuz metni hemen o anda sosyal medyada paylaşabilme imkânına sahipsiniz. Sosyal medya uzmanları, bu gülücük size ;)

3- Bu benim en bi' favorim: Gece okuması/Karanlık ortamda okuma ❤
Yatağınıza girdiğinizde ekran ışığını açarak, ve ekranın parlaklık derecesini gönlünüze göre ayarlayarak, lambaya/okuma lambasına gerek duymadan, yanınızda yatan kişiyi hiç rahatsız etmeden dilediğinizce okuma konforuna sahipsiniz.
Sadece yatağınızda da değil, toplu taşıma araçlarında, uzun süren yolculuklarda -hele gece yolculuklarında- yaz akşamları balkonda, kısacası ışığın yetersiz olduğu ve sadece okumak için ışık kullanma zorunluluğu duyduğunuz ama bunu yapmak istemediğiniz veya imkân bulamadığınız her yerde okursunuz. Doğal olarak daha çok kitap okursunuz :)

4- Hafiftir; 100-200 gram arası bi' ağırlığı vardır ve içinde onlarca, yüzlerce -hatta hafıza kartını doldurursanız binlerce- kitap taşır.
Şarj süresi, ortalama okuma süresini günde 3-4 saat baz alırsak yaklaşık 4 haftadır. Sürekli ekran ışığı ile okuma yaptığınızda veya internete bağlandığınızda bu süre bi' hafta kadar kısalabilir. Yılda on, bilemediniz on beş kez şarj etmek zorunda olduğunuzdan, şarj kablosunu unutmayacağınız bi' yere koymanızda fayda var :)
Özellikle tatillerde can kurtarıcıdır; valize sığdırabileceğiniz matbu kitap sayısı oldukça sınırlıyken (özellikle uluslararası yolculuklarda) siz el çantanızda binlerce kitap taşıyor olursunuz. Üstelik, aklınıza o an gelen bi' kitabı anında satın alıp, bi' kaç dakika sonra okumaya başlayabilirsiniz.Basılı kitaplara göre fiyatları daha uygundur. Kitapçıya gitmek, online alışveriş yapıp günlerce kitaplarınızın gelmesini beklemek, hele de satın aldığınız kitap stokta yoksa, tedarikçiden temin edildikten sonra gönderileceğini bilerek beklemek gibi dertleriniz yoktur.
Özellikle de 1000+ sayfa sayısına sahip, okurken bilek ve kol kası yaptıran, tuğla tabir ettiğimiz kitapları okumanız zahmetli olmaz  :)
Parmakları yormaktan, konforlu okuyacağım diye şekilden şekle girmekten söz etmeyeceğim bile.
Hemen başka bi' bakış açısına geçelim: Doğuştan "teknolojiye aşık" yeni neslin okuma alışkanlığı kazanmasında oldukça etkilidir :)

5- "Çevreci" bakış açısından bakalım: Okuma keyfi yaşamamız için ağaç kesilmiyor ayol!
Kâğıt iyi, mis, güzel kokuyor da, biz o kokuyu duyalım diye yemyeşil ağaçlar katlediliyor, bunu hepimiz biliyoruz değil mi? Eee, o zaman daha ne olsun? :)
"Ama elektronik ürünlerin geri dönüşümü daha zor" diyenler de olur aranızda elbet. E-kitap okuyucu cihazlar, telefonlar gibi altı ayda bozabileceğiniz, bataryasını öldürebileceğiniz, modası geçen, haftada bi' üst modeli çıkarılan cihazlar değil. Mesela ben Nook -Glow Light cihazımı üç buçuk-dört yıl önce satın aldım ve herhalde bi' bu kadar daha sorunsuz kullanırım, belki daha da uzun süre...
Şimdiki okurlar çok daha şanslı. Bu cihazı aldığımda Türkiye'de satılan, Türkçe kitap okutacak e-kitap okuyucu yoktu. Amerika'dan satın alıp bi' de günlerce gelmesini beklemiştim. Aldıktan bir-bir buçuk yıl sonra yeni modeli çıkmıştı. Türkiye'de ise Libronet, online satış sitesi olan babil.com ve birçok ildeki satış noktalarında "Calibro"yu okurlara sundu.. Gönlümden bi' Calibro sahibi olmak sık sık geçiyor ama günün birinde Calibro alırsam, bunu kullandığım cihazı değiştirmek zorunda olduğum için değil, tamamen kişisel zevkim-Calibro ile okumayı deneyimlemek istediğim için olur.
Hemen bi' parantez açayım, açtım. (Şu konuya açıklık getirelim: Alacağınız e-kitap okuyucunun kullandığı standart format önemlidir, hem de çok önemlidir. Bi' çok e-kitap okuma cihazı, kullandığı standard formatın yanında diğer formatları da "destekler" fakat bu demek değildir ki desteklediği tüm formatları sorunsuz okursunuz. Özellikle Türkçe karakterlerde büyük sıkıntı yaşarsınız, satın aldığınız formattaki kitabı okumak için ek programlar/izinler kullanmak zorunda kalırsınız veya pdf gibi bi' formattan okumaya kalkarsanız yazı tipini büyütme/küçüktme imkânına sahip olmaz, zoomlayamaz, okumada sıkıntı çekersiniz. "epub" dediğimiz format, en yaygın kullanılan, en kolay bulunan açık kaynak kodlu formattır. Türkiye'deki hemen tüm yayınevlerinin kitaplarını elektronik kitap olarak okuyucuya sunmakta kullandığı formattır. Google amca bile, telif hakları kamuya ait olan milyonlarca kitabı "epub" formatına çevirip ücretsiz olarak okumaya sunmuştur. Yer gök epub formata sahip kitap iken Kindle satın alırsanız, standart formatı "mobi" olduğu için derdiniz çok büyük olur. Kindle, Amazon ürünü ve haliyle Amazon'da satılan tüm elektronik kitaplar -dolayısıyla hemen hepsi İngilizce olan kitaplar- mobi formattadır. Amaç, Amazon ürünü alıp, e-kitap alışverişlerinizi de Amazon'dan yapmanızı sağlamaktır. "Ben hep İngilizce kitap okurum zaten, tüm e-kitaplarımı da Amazon'dan alacağım" derseniz o ayrı. Nook ise, Türkiye'de satışı olmayan Barnes & Noble ürünü. Yurtdışından alınması şart ve bildiğim kadarıyla -yamuluyorsam düzeltin lütfen- yurtdışından satın alınan, belli bi' fiyatın üzerindeki elektronik ürünlerde gümrük sorunu yaşanıyor. Bi' de bunun üstüne, cihaz garanti kapsamında olmuyor. "Ben Amerikan vatandaşıyım, gider kendim değiştiririm" diyorsanız; peki :)
Şahsen, Calibro satın alıp epub formattaki Türkçe kitapları okumayı tercih ederim. Üstelik iki yıl da garantili ve modelleri çok şık.) kapadım parantezi :)
Demem o ki, satın alacağınız cihazın uzun yıllar boyunca size eşlik edeceğinden emin olacaksınız ve geri dönüşüm konusunda sıkıntınız olmayacak. Çevrecilikse; alın size çevrecilik! :)

6- Say say bitmiyor ayol! :)
Bu deneyimlerimden çok kişisel görüşümdür ve 5 numaralı avantaj ile direkt bağlantılıdır.
Biraz ileri görüşlü olmakta yarar görüyorum: Gelecek e-kitapların!
Bundan yirmi-otuz yıl sonra, "dünyanın akciğeri" dediğimiz yağmur ormanlarını da -maalesef- tükettiğimizde, kâğıdın "lüks" sayılacağını, matbu kitabın yine lüks sınıfına girip, sadece satın almaya gücü yetenler ve koleksiyon yapanlarca alınacağını düşünüyorum.
Umarım yıllar benim görüşümü yanlış çıkarır, umarım yanılıyorumdur...
Umarım, uzun yıllar sonra bile, bi' yandan kâğıt üretimi devam ederken diğer yandan ormanlar çoğalmaya devam eder. E-kitaplar her zaman alternatif okuma imkânı sağlar ama bu konuda hiç iyimser olamıyorum.

7- Denemeden, deneyimlemeden "Ay kâğıt kokusu, burnunu dayayıp koklamak, dokunmak, hissetmek, ellemek, parmak tükürükleyip sayfa çevirmek" vs. demeyin, n'olur demeyin.
Tamam, bunları yapmak çok güzel, okuyucuya tatmin duygusu veriyor, ben de bi' okurum sonuçta, kendimden biliyorum :)
Fakat doğru tek değil, güzel tek değil... Bi' şeyi  güzel ve doğru sayıyor olmamız, onun dışında kalan diğer her şeyin yanlış ve tü-kaka! olacağı anlamına gelmiyor. "Kitap" okuyoruz sonuçta. Deneme gereği bile duymadan "Tabletten/telefondan e-kitap okudum, hiç sevemedim, gözümü mahvetti, kitap gibisi yok!" demek, e-kitap okuyucu cihaz kullananların yüzünde bi' gülümseme oluşturur sadece. Ay ne fena bi' şeydir o gülüş, düşmanım karşılaşmasın böyle bi' gülüşle :)
Demek istediğim şu ki: Sadece matbu kitap okuyor olmanız sizi daha entelektüel yap-maz! :)
bkz: entelektüel-wikipedia
"Entelektüel, zekâsını ve analitik düşünme yetisini mesleği gereği ya da şahsî amaçlarına erişmekte kullanan kişi. Entelektüel kelimesinin kökeni Latince intellectus (anlamak) sözcüğüne dayanır ve günümüzde genellikle şu anlamlardan birinde kullanılır:
- Kapsamlı bilgi ve birikim gerektiren soyut konularla derinlemesine ilgilenen kişi.
- Mesleği, mal ve hizmet üreten diğer meslek gruplarından farklı olarak, fikir ve bilgi üretmek ve/veya yaymak olan kişi (akademisyenler, bilim insanları vb).
- Kültür ve sanat konularında uzman kabul edilen, bu konulardaki bilgisi birikimi kültürel bir otorite olmasına olanak sağlayan ve toplum karşısında çeşitli konularda değerlendirmeler yapan kişi.
Geçmişte tahsilli, bilgili kişiye münevver denilirdi. Daha sonraları aydın sözcüğü "kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse)" anlamında kullanılmaya başlandı. Entelektüelin ise, düşünüre yakın bir anlamı vardır."
"Entelektüel birikim"in daha çok okumaktan, dolayısıyla daha çok düşünüp anlamaktan, edinilen bilgileri analiz etmekten, bilgiyi biriktirmekten vs. geçtiğini varsayalım; bu durumda e-kitap okuyucuları bi' adım önde olmuyorlar mı? :) Her ortamda, daha çok kitap okuma imkânına sahipler.

Bu gönderiden çıkarılacak ders: Ön yargılı olmak kötüdür. Onca kitap okuyoruz ama daha ön yargılı olmamayı bile beceremiyoruz. Babannemin deyişiyle "Havaaaaye!" okuyoruz demek ki :)))
der, bu gönderiyi de burada bitiririm.

E-kitap virüsünüz Sittirella, Polonya'dan bildirdi.

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Acı Çikolata / Como agua para chocolate / Like Water for Chocolate


Yazar: Laura Esquivel
Çeviri: Havva Mutlu
Orijinal Dili: İspanyolca
İlk Basım Yılı: 1993
Yayınevi: Can Yayınları | 2013

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Ne zaman bu kitaptan bahsedilse okuyanlar çok beğendiklerini söylerlerdi, "Sevmedim" diyeni duymadım, bu sebeple ben de okumak istemiştim. Okudum; pek sevemedim.
Sanırım sorun bende; hikayenin tamamını kafamda canlandıramıyorsam, karakterleri yaratamıyorsam ve tarif edilen koku ve tatların benzerlerini oluşturamıyorsam kitaptan kopuyorum. Bu kitabı okurken de bu deneyimi yaşadım; ev tamam, ev ahalisi tamam, kitapta bahsedilen her karakter tamam, olayların geçtiği zamandaki dış ortam tamam, evin çatısı, bahçesi, mutfağı, hayvan barınakları, sebze tarhları tamam fakat verilen tariflerin hazırlanma biçimi, kokuları, alacağı şekil eksik kaldı. Ne kadar zorlarsam zorlayayım domuz yağı yerine zeytinyağı koydum tencereye kafamda, olmadı, olduramadım.
Büyülü gerçeklik her yazarın harcı değil; doğaüstü olayları ve mantık dışı öğeleri gerçekliğe yedirerek okuyucuya sunmak ve okuyucunun bunu sindirip kabul etmesini sağlamak çok güçlü kalem istiyor. Hikaye gerçeklik temelinde seyrederken birden doğaüstü bi' olay yaşanıyorsa ve bu olay hikayenin tamamına yedirilmeden yaşandığı gibi bırakılıp, hikaye yeniden gerçeklik temelindeki seyrine geri dönüyorsa, benim için o olay hikayenin örgüsünde sırıtıyor, "Ben buraya ait değilim" diyor. 
Filmini izleyeceğim. Görsel öğelerden faydanalanacağım için nedense kitabından daha çok sevecekmişim gibi geliyor. Tariflerin tadını bilmesem bile hazırlanışını ve sunumunu görmem belki fikrimi değiştirir.

Arka Kapak Yazısı:
"Çok beğenseler de, yemek için can atsalar da genellikle insanlar çok açgözlü görünmemek ve son lokmayı diğerlerine bırakmış olmak düşüncesiyle tabaktaki son biberi almaya cesaret edemezlerdi. Böylece, içinde narın serinliğini, acitrón'un tadını, biberin acısını, cevizin yararlarını, akla gelmeyecek pek çok lezzeti barındıran bu harika biber el sürülmeden servis tabağında kalırdı. Aşkın tüm sırlarını içinde saklayan bu güzelim ceviz soslu biber dolmasına, görgü kurallarına uymak adına, kimse elini uzatmazdı.
Acı Çikolata'da Meksika Devrimi sırasında De la Garza ailesinin en küçük kızı Tita'nın mis gibi kokular yükselen mutfağına konuk olur okur. Tita'nın elinden çıkan geleneksel Meksika yemeklerinin sırrı onun kendi duygularında saklıdır, çünkü herkes bilir ki yemeklerinin tadı ve etkisi, mutfaktakinin ruh haline göre değişir!
Meksikalı yazar Laura Esquivel'in ülkesinin değerlerini, törelerini ve tarihini büyülü bir anlatımla ele aldığı Acı Çikolata, geleneğe başkaldıran evrensel kadın kimliğine de özgün bir yorum getiriyor."

Altını Çizdiğim Cümlelerden...
"Seslerle birlikte, geçmiş zamanları yeniden yaratma özelliğine sahip olan kokular, yaşanan âna ait kokulara hiç benzemez."

"Hissettiklerini açıklamaya sözcükler yetmezdi. Ne yazık ki o zamanlar uzaydaki kara delikler henüz bilinmiyordu. Eğer bilseydi göğsünde büyük bir kara delik açıldığını hissettiğini söylemesi kolay olurdu. Bu kara delikten sürekli gelen soğuk içine işliyordu."

"Birdenbire aklına gelen bir şey, bakışlarını yıldızlarla dolu gökyüzüne yöneltti. Kendi teninde yaşadığı için biliyordu: Güçlü bir bakış, ulaştığı yeri yakardı.
Hatta güneşi bile yakabilirdi."

"Büyükannemin ilginç bir teorisi vardı: Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. Bir an yoğun bir heyecan hissederiz. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. Sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit daha yanar. Bu duyguyu yaşamak isteyen herkes, kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır. Bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. Yani başka türlü söylersek, bu yanma ruhumuza enerji verir. Bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur.
O zaman ruhumuz bedenimizi terk eder. Karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendine besin arar. Ona besin sağlayacak tek kaynağın terk ettiği, soğuktan titreyen o vücutta olduğunu bilmez."

"Bunun için nefesi soğuk olan insanlardan uzak durmak gerekir. Böyle kişilerin varlığı bile daha büyük ateşleri söndürmeye yeter ve bunun nası sonuçlar verdiğini biliyoruz. Onlardan ne kadar uzak olursak kendimizi onların nefesinden o kadar iyi koruyabiliriz."

"Erkeklerin nasıl olduunu görüyosun işte. Ne bu dünyada, ne öte dünyada, başkasının galktığı sofraya oturmak istemezler."

"Bir gül, yan yana yaşadığı bir başka gülden ayrılmanın acısını ne kadar hissederse o da öyle hissediyordu. Bir gülün yan yana durduğu için sadece taçyapraklarının dışını görerek tanıdığı, içinde neler olduğunu bilmediği, hiçbir şekilde iletişim kuramadığı öteki gülden ayrıldığı için üzüldüğünü düşünmek çok saçmaydı."

"Gerçek mi? Gerçek ha! Bak Tita, bir tek gerçek vardır, o da gerçek diye bir şey olmadığıdır! Gerçek, herkesin baktığı noktaya göre değişir."

İyi okumalar.
(09 Ocak 2016)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

At Çalmaya Gidiyoruz / Ut og stjæle hester / Out Stealing Horses


Yazar: Per Petterson
Çeviri: Deniz Canefe
Orijinal Dili: Norveççe
İlk Basım Yılı: 2008
Yayınevi: Metis Yayınları | 2015

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Per Petterson ile tanışma kitabım oldu, At Çalmaya Gidiyoruz.
Akıcı, sakin, yormayan, sıkılmama kesinlikle izin vermeyen anlatımıyla çok dinlendirici bi' okuma tecrübesi oldu benim için.
Yazarın Türkçeye çevirilen üç eseri mevcut şu anda, dilimize çevrilen ve çevrilecek olan tüm eserlerini okumayı istiyorum.

Arka Kapak Yazısı:
"İnsanlar onlara bir şeyler anlatmanızdan hoşlanıyorlar, mütevazı ve güven veren bir ses tonuyla yeterince şey anlatırsanız sizi tanıdıklarını sanıyorlar, ama aslında tanımıyorlar, sizin hakkınızda bir şeyler öğreniyorlar sadece, çünkü öğrendikleri şeyler olgular, - duygular değil; herhangi bir şey hakkında ne düşündüğünüzü, başınıza gelenlerin ve verdiğiniz kararların sizi nasıl siz yaptığını bilmiyorlar. Onların yaptıkları şey kendi duyguları, düşünceleri ve tahminleriyle boşlukları doldurmak, sizinle çok az ilgisi olan yepyeni bir yaşam yaratmak, böylece artık güvendesiniz."
Trond 67 yaşında kenti arkasında bırakıp Norveç ormanlarında inzivaya çekilir. Taşra hayatı güzeldir ama daha on beş yaşındayken hayatını alt üst eden olaylar tesadüf eseri yeniden zihnine hücum eder. Artık sandıktaki sırların bir bir ortaya dökülme vakti gelmiştir.
At Çalmaya Gidiyoruz, çok güzel ve etkileyici bir roman. Çevrildiği bütün dillerde de çok beğenildi ve iyi eleştiriler aldı. 2007'de New York Times gazetesinin yayımladığı "yılın en iyi beş edebiyat yapıtı" listesindeydi."

Altını Çizdiğim Cümlelerden...
"Orada benden daha yaşlı olduğunu tahmin ettiğim bir adam yaşıyor. Belki de benden daha yaşlıymış gibi görünüyor sadece. Ama belki de ben nasıl göründüğümün farkında olmadığım içindir, ya da hayat bana davrandığından daha sert davranmıştır ona."

"Ama dinlediğim haberlerin hayatımdaki yeri aynı değil artık. Eskiden olduğu gibi dünyaya bakışımı değiştirmiyorlar. Belki de hata haberlerde, haberlerin veriliş tarzındadır, belki çok fazla haber vardır."

"Otların arasından geçen karıncaların adımlarını duyuyordum, yürüdüğümüz patika yamaca doğru yükselmeye başlamıştı, burnumdan derin bir soluk aldım, hayat ne getirirse getirsin, ne kadar uzaklara gidersem gideyim bu yeri hep tam şimdi olduğu gibi hatırlayacağımı ve her zaman özleyeceğimi düşündüm."

"...o kadar erken yaşamını yitirmenin nasıl bir şey olduğunu düşünüyordum. Yaşamını yitirmek, sanki elinde bir yumurta varmış, sonra yumurtayı bırakmışsın, yere düşüp kırılmış gibi; bu duygunun başka hiçbir şeye benzemediğini anladım. Ölmüşsen ölmüşsündür, ama tam ölmeden önceki o kısacık anda; acaba bunu anlıyor musun, yani bittiğini ve nasıl bir duygu olduğunu?"

"O şefti ve babamın deyişiyle oturarak çalışan ve ayakta dinlenen tiplerdendi, yani çok uzun süre ayakta kalmadıkça, çünkü o zaman yeniden oturması gerekirdi. Yani dinlenmesini gerektirecek bir şey varsa. Bundan o kadar da emin değilim."

"Ekseninden sapmış bir dünya karşısında bir avunma, bir protesto belki, ama artık böyle değil, benim dünyam böyle değil ve yazgının yaşamlarımızı yönettiğini söyleyen insanlara hiç tahammül edemem. Sızlanırlar, ellerini ovuştururlar, şefkat beklerler. Bence yaşamlarımızı biz kendimiz yaratıyoruz, en azından ben kendi yaşamımı yarattım, ne kadar değerli bir yaşamdır bilemem, ütün sorumluluğu da yalnızca kendi üzerime alıyorum."

"Siz istemedikçe kimse size dokunamaz. Yalnızca kibar olmak, gülümsemek, paranoyakça düşünceleri kafalarından uzak tutmak gerek, çünkü ne tür bir oyun oynarsanız oynayın sizin hakkınızda konuşacaklar, bundan kaçamazsınız ve zaten siz de aynısını yapardınız."

"Eğer iyi bir hafızanız varsa filmlere bakarak çok şey öğrenebilirsiniz, insanların işleri nasıl yaptıklarını, bu işlerin hep nasıl yapılmış olduğunu görebilirsiniz, ama modern filmlerde çok fazla iş yapılmıyor, yalnızca fikirler var. Zayıf fikirler ve mizah dedikleri birtakım şeyler, artık her şeyin gülünç olması gerekiyor. Ama ben eğlendirilmekten nefret ediyorum, buna zamanım yok."

"Aslında büyük devletlerin şu dersi bir türlü almamış olmaları, sonunda dağılacak olanın kendileri olduğunu anlayamamaları inanılır şey değil."

"Kendi yaşamöykümün kahramanı ben mi olacağım, yoksa bu yeri başka birisi mi ele geçirecek, bu sayfalarda göreceğiz bunu."

"Kimileri geçmişin bilinmeyen bir ülke olduğunu, orada her şeyin farklı yapıldığını söylediğinde belki ben de aynı şekilde hissediyordum, çünkü böyle yapmak zorundaydım ama artık böyle yapmıyorum."

"Canımızın ne zaman acıyacağına gerçekten kendimiz karar veririz."

Keyifli okumalar.
(08 Kasım 2015)
Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Yalnızız


Yazar: Peyami Safa
Orijinal Dili: Türkçe
İlk Basım Yılı: 1940
Yayınevi: Ötüken Neşriyat / (Basım yılı kitapta belirtilmemiş-son baskı 2006 imiş)

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Ah Simeranya!
İlk kez 2004 yılında okumuş ve çok beğenmiştim. 12 yıl sonra okuduğumda ise, ne kadar çok şeyin kafamda değiştiğini gördüm ve şaşırdım.
Yazıldığı dönemi ve ilk basım yılını göz önüne aldığımda, enfes bi' roman olduğunu söyleyebiliyorum sadece. Bugün yazılmış olsa yine aynı heyecanla okurdum gibi geliyor.
Dil özellikle yeni nesli biraz zorlayabilir, kitabın son sayfalarında "Kelimeler" başlığı altında günümüzde pek kullanılmayan kelimelerin açıklamaları verilmiş. Baskıda, "herşey" gibi yazım yanlışları sıkça tekrarlanmış, "-de,-da ayrı yazılır!!!"cıların pek hoşuna gitmeyecektir :)

Altını Çizdiğim Cümlelerden...
"Simeranya'da her seviyeye göre okuma salonları, lâboratuvarlar, atelyeler, müzik, tiyatro, sinema ve spor evleri vardır. Her yaşta insanlar bunlara devam ederler. Her merak ettikleri mevzuu kendileri etüd eder ve öğrenirler. Çocuklar ve gençler için, araştırma metodlarını gösteren kılavuz-öğretmenler vardır. Bunların vazifeleri öğretmek değil, öğrenmenin yolunu öğretmektir. Çünkü Simeranya pedagojisi, insanın bütün hayatında öğrendiği şeyleri ancak kendi istediği zaman ve kendi araştırmaları neticesinde öğrendiğini bilir."

"Gayet basit. İş hayatından daha büyük mektep, tecrübeden daha büyük ders, ihtiyaçtan daha büyük mürebbi, tecessüsten daha büyük öğretmen, muvaffakiyetten daha büyük diploma olur mu?"

"Bu dünya o kokladığın limona benzer: Yuvarlak, ekşi... Fazla sıkmaya gelmez, tadı kaçar. Yahut şeker karıştırmalı."

"Aşktan başka hedef arayan bir aşkın kendi kendine ihanet ettiğini ona anlatamıyorum."

"Eski dünya ilminin en büyük hatalarından biri de, ihtisas bölümlerine ayrılan ilimlerin "bütün"ü gözden kaçırdıkları için hiç bir hadiseyi esaslı ve doğru izah edemediklerini anlamamış olmalarıydı. Simeranya ilminde "fizik hadise", "biyolojik hadise", "sosyal hadise" diye birbirinden ayrı vakıa serileri yoktur. Bu hadiseler, "bütün"ün ışığı altında incelenir. Bir şeyin içinde herşey mevcut olduğu için bir mesele bir meseleyi bünyesinde taşır."

"İnsanı yalnız bir illet öldürür: Sıkıntı. Öteki hastalıklar bunun vücuttaki çeşitli görünüşleridir."

"Her sıkıntı bir isyan hazırlığıdır. Ruhta başlayan bu hazırlık vücudun hastalanması şeklinde organik isyana çevrilir."

"İnsanın en kolay aldatabildiği budala kendi kendisidir."

"Hayat da böyledir, Mefharet, hayat da böyledir. Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez. Batar insan ve boğulur. Marifet o anları geçirmektir. Sonrası gittikçe kolaylaşır. Kadere teslim olmak lâzımdır o anlarda. Menfi, miskin, âciz bir tevekkül değildir bu. Anlıyor musun? İsyanın tekniğidir. Yani sabırdır. Müspet, enerjik, hedefli, iyimser bir sabır. Dikkat et sözüme. Bu dünyada ölümden başka hemen herşeyin bir çaresi vardır."

"Yani biyolojik açıdan namus, daha iyiye doğru tasfiye yapan bir seleksiyon hareketinin insana verdiği yüksek bir tercih duygusu, bayağılıktan sakınma duygusudur. Biyolojik asalet ve kibarlıktır. Bir ıstıfa aristokrasisidir. Cins hayvanlarda da vardır. Onlarda da nadir şartlar ararlar ve cins olmayana teslim olmazlar."

"Daha doğrusu her aşkın köhne ve ebedî meselesi içindeyim: "Beni seviyor mu?" ve "Ne kadar?" Büyükanne, hala, teyze, koskoca insanlar bunun cevabını beş yaşındaki çocuktan bile istiyecek kadar zayıftırlar. Bambino küçük ellerini derece derece açar, "Beni ne kadar seviyorsun?" sualine "Oda kadar", "Ev kadar", "Dünya kadar" cevaplarını verir. Sevgisini adamına göre derecelendirmesini ve ölçmesini beş yaşında öğrenmiştir. Koketrisi de vardır. Her zaman doğruyu söylemez. Cevabını menfaatine veya merhametine göre ayarlandırır. Büyüklerden daha büyük olacağı ânı yaşamaktadır. Tahtından aşk ihsanları dağıtır. Bu çocuktan daha küçüğüz."

"Vücut, bir insanın zihninde ısrarla tasarladığı sabit imaj levhalarına göre gelişir ve biçim alır. Hattâ gebe kadınlar, bu seanslarla, doğacak çocuklarının biçimleri üzerinde bile tesir edebilirler."

"Esasen Simeranya, herkesin her sosyal harekette samimî ve tam iştirakini sağlayan yeni bir cemiyet yapısının adıdır. Bu iştirak, şimdiki dünyamızda olduğu gibi, vatandaşın yalnız politika sahasında ve yalnız dört senede bir sandığa attığı bir oy pusulasıyla değil, bütün sosyal müesseselerde herkesin, hergün ve her an müşterek bir ideale doğru bütün davranışlarını âhenklendiren yeni bir cemiyetin bünyesinden ve normal işleyişinden doğar. Tamamıyla fonksiyonel bir bünye hareketinin tabiî neticesidir."

"Tecrübeden sonraki idrak evvelkinden çok daha pahalıdır."

"Hayır, yavrum, biliyorsun ki her gizlinin altında muhayyileyi alabildiğine koşturan bir sonsuzluk vardır ve sen bir kere bu gizliyi yarattıktan sonra, artık onun derinliğine hudut çizmekten âciz kalırsın ve dört nala giden şüpheye dizgin vurmak senin elinde değildir."

"Tuhaf", dedi, benim bu kızı gözlerim ısırıyor". Ben dedim ki: "Eğer güzellerin vücutlarında göz ısırıkları iz bıraksaydı, bütün yüzleri, boyunları, bacakları, ayakları çürük içinde kalırdı"

"İnsan ya geleneklere karşı koyup açık ve cesur yaşamalı, yahut da, inandığı bazı kıymetler varsa, onlar için fedakârlık yapmalı. En çirkin şey ikisine birden sahip çıkan müraîliktir."

"Kanlı kavgalara lüzum yok. His münasebetlerinde, halkla bizim aramızdaki fark budur. Halk sevgisinin veya alâkanın objesini ortadan kaldırmakla meseleyi kestirme halledeceğini sanır ve sevdiğini öldürür. Biz meselenin dışarıda değil, içimizde halledilebileceğini daha çok anlarız. Çünkü dâvâ yalnız sevgili ile kendimiz arasında değil, hattâ senin meselende olduğu gibi hiç değil, asıl dâvâ kendimizle kendimiz arasındadır. Sevgiliyi dışarda öldürmek neye yarar? İçimizde yaşadığı müddetçe, biz sadece bir şeklin kaatili olmakla kalırız. Onu içimizde öldürebilmeliyiz. Unutmak budur."

"-Fakat aşk hayranlıkla başlamıyor mu? Başlangıçta kin yok ki.
-Hayranlık mağlûp olmuş bir kıskançlıktır. Yani kıskançlık gıptaya, gıpta hayranlığa yerini verir. Dibinde kin vardır. Gitgide, hayranlığın zaafa uğradığı anlarda bu kin ortaya çıkar."

"Ne zannederler bu insanlar? Fenalık yanlarına kâr kalır mı zannederler? Hep görünüşe bakarlar. Karının vizonu var, Packard'ı var, göğsü Cumhuriyet Bayramı'nda Taksim Meydanı gibi elmaslarla donanmış. Bizim valdeyi söylemiyorum, herhangi bir kadın. Evet, gördüler mi onu öyle, bahtiyar zannederler enayiler. Ayol, bütün o donanma, şatafat, karının kan ağlayan içini gizlemek için. Yoksa, hakikaten bahtiyar insanın bahtiyar görünmek için o kadar gürültü patırdıya ne ihtiyacı var?"

"Ulan, siz hep züppe çaylarda, terzi salonlarında, Feriha gibi dejenere kızlar arasında, namussuzluk yapan kadınların hikâyelerini duyarsınız. Kâinatı böyle sanırsınız. Ulan, herkes böyle olsa bu hikâyeler anlatılır mı? demek müstesna vakalar bunlar ki dile düşüyor. Neden efendim, Şemsi Bey'le Hacer Hanım dün gece evlerinde efendi efendi, hanım hanım oturmuşlar, radyo çalmışlar, çocuklarını okşamışlar, sonra yatmışlar, neden onlar dile düşmüyorlar? Çünkü onlar herkes. Herkes onlar gibi. Demek namussuzluk müstesna imiş ki namussuzluk dile düşüyor. "Herkes böyle" deme, küçük hanım. Herkes böyle olsaydı, namusluların hikâyesi dilden dile gezerdi. Onlar müstesna olurdu."

Keyifli okumalar :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Adı üstünde: Kitap Şöleni



Hani bazı anlar vardır, o an imkânsız görünen bi' şeyi, "Keşke..." diyerek kalbinden geçirir insan. Çok da aman aman önemli olmayan fakat gerçekleşirse insanı mutlu edecek bi' şeyin dileğidir. O "Keşke" dediği şeyin gerçekleştiği durumlardaysa, bi' yandan sevinirken diğer yandan "Keşke başka bi' şey dileseymişim, olacakmış meğer!" demeden duramaz.
Ne kadar aç gözlüyüz, değil mi? :) Çok pis genelledim yine, "Kişi, kendinden bilirmiş işi", öh-höm! :)))
Son "Keşke..."mi babil.com'da, "Görmemişin indirimi olmuş, tutmuş .okunu çıkarmış!" sözünün hakkını verirken kullanmıştım. 31 Aralık'ta biteceği duyurulan kitap şöleninden yaptığım üç alışveriş gözüme az gelmiş olacak ki, "Keşke Ocak ayı maaşımı Aralık sonunda yatırsalardı" demiştim :)
Az önce siteyi kurcalarken ne göreyim, kitap şölenini 31 Ocak'a dek uzatmışlar! (tam burada gözlerinden kalpler fışkıran, mutluluktan ağzı ensesinde fiyonk olmuş bi' surat hayal edin. Heh! O benim.)
Hemen, "Keşke lotoyu tutturmayı dileseymişim, olacakmış meğer!" dedim elbette :))) Şimdi ayın son haftasını bekliyorum, sepetim tıka basa kitap dolu...
Var böyle bi' "kurcalama" rutinim; açıyorum yan yana onyüzbin sekme, kitapların tek tek tanıtım yazılarını okuyor, Goodreads'te verilen notlarına bakıyor, sonra da telefona sarılıp, kitapkurdu arkadaşlarımı "Sen bunu okudun mu? Okuduysan beğendin mi?" diye sorguya çekiyorum.
Bi' de "Sakın spoiler verme bak!" diyerek bana küfretmelerine zemin hazırlıyorum, neyse... :)

Yukarıda gördüğünüz fotoğraf gerçekleştirdiğim ilk iki alışverişin fotoğrafı. Ödemeyi gerçekleştirdikten iki gün sonra kitaplarım ulaşınca acayip şaşırdım. N'apayım, alışmışım 2-3 hafta boyunca postacı yolu gözlemeye, postada kaybedilen gönderiler için şikayet mailleri yazıp onlarca telefon görüşmesi yapmaya, whatsapp'ta küfür-gıybet amaçlı grup oluşturup, arkadaşlarla posta sistemine saydırmaya :/
Hızlı teslimat, alışmadık bünyede şok etkisi yaratıyormuş; kalbime indiriyordu babil! (dolayısıyla DHL!) Şimdi, iki yerine üç gün sürerse kitaplarımın gelmesi, şikayet etmeye hakkım olduğunu düşünüyorum: "Hizmetiniz çok yavaş, olmaz ki böyle, cıks cıks cıks!" Ahahah :))) Bana ne, alıştırmayacaklardı! :)))
Üçüncü alışverişim de bugün-yarın gelir. Polonya'daki resmi tatilin bugün bitiyor olmasına cidden seviniyorum :) Onun da fotoğrafını paylaşırım, hem belki sizin kitap listelerinize de katkısı olur paylaşımlarımın...
Hakikaten merak ettim şimdi, yukarıdaki kitaplardan birini sırf burada gördü diye alacak olan var mı aranızda? Yalan da olsa "Var!" deyin be, kendimi bi' işe yarar hissetmeye çok ihtiyacım var son zamanlarda :)))

***
Yeni bi' âdet çıkardım başıma; bazı kitapları Nook ile okuyup, kitabı çok beğendiysem kitaplığımda bulunması için satın alıyorum. Bu mantıkla kitaplığıma 14 kitap ekledim şu ana dek. Her alışverişimde bir veya iki kitap ekliyorum. Mesela bu alışverişimde Sofie'nin Dünyası'nı aldım (9.90 idi ayol!) Bi' önceki alışverişimde de Gülün Adı'nı almıştım, ondan öncekinde ise Moby Dick'i...
Sevdim bu işi; kendime sevdiğim kitapların sıra sıra duracağı bi' kitaplık oluşturuyorum :)

***
Tam "Yayınla" butonuna basacaktım ki gözüme Logicomix takıldı.
Gelin kendinize bi' iyilik yapın; bu kitabı ka-çır-ma-yın.  (fiyatı 40 TL'den 16 TL'ye inmişken.)
Şimdi ben bunu dedim ya, stok tükenir, fiyat normale dönermiş... :)
Açtım babil.com'u baktım; an itibariyle hâlâ indirimde. Kesin bilgi! :)

Kitapkurdunuz Sittirella, Polonya'dan bildirdi...

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...