Katmerli Poğaça

Durupdururken (çok seviyorum nan bu kelimeyi :D ) şeytan dürttü.
Kulağıma ''sen uzun zamandır hamurla oynamıyorsun, neden?'' dedi :) Hakkaten yaaa! Neden ben bi'şiler pişirmiyorum? dedim.
Hemen kalktım, gittim mutfağıma, baktım hamura yakışan neler var dolapta... Sonra da katmerli bi' poğaça yaptım, az önce yedim, ellerime sağlık!
Şeytanımı seviyorum, ne zaman fısıldasa uslu bi' kız olup onu dinliyorum :) Buyurun efenim, fotoğraflarla ''Katmerli Poğaça'' tarifi:
(Bu arada farkettim de, ben çok uzun zamandır pişirdiğim-yedirdiğim şeylerin tarifini vermemişim, çok ayıp bana.)

KATMERLİ POĞAÇA

MALZEMELER:
1 su bardağı süt,
1/2 çay bardağı sıvı yağ
100 gram tereyağ (margarin de olabilir)
1 yumurta (beyazı hamura katılacak, sarısı üstüne sürülecek)
20 gr yaş maya veya 1 paket kuru maya
1 tatlı kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı şeker
Un (ben 1 kg kullandım, kulak memesi kıvamına dek ekleyeceksiniz)

İçi için;

250 gram lor peyniri (beyaz peynir de olabüleee)
1 demet maydanoz
1 tatlı kaşığı tuz



YAPILIŞI:
Tikkat!
Tereyağ veya margarin oda sıcaklığında, fırça ile hamura sürülebilcek kıvamda olmalı.
En başta tereyağını bir tabağa koyup yumuşamaya bırakın ki, sonra zorluk çekmeyesiniz.

Mayayı yarım su bardağı ılık suyun içine atıp, 1 tatlı kaşığı şekeri ekleyip arada karıştırarak 5 dakika bekletiyoruz.
Bu arada bir kap içine maydanozu ince ince kıyıp peynir ve 1 tatlı kaşığı tuz ile karıştırıyoruz, içi hazır olsun.
Yumurtanın beyazını, 1 bardak sütü, yarım su bardağı sıvı yağı, yarım çay bardağı suda erimiş mayayı, 1 tatlı kaşığı tuzu azıcık karıştırıp aldığı kadar un ekliyoruz.
Unutmayın, kıvam her daim kulak memesi :) unu azar azar eklemekte fayda var.
15-20 dakika kadar hamuru iyice yoğuruyoruz.
6-8 eşit parçaya ayırıp, yuvarlıyoruz. ( ben göreceğiniz üzere 7 tane çıkardım)


Oklava veya merdane ile hamurları yemek tabağı büyüklüğünde açıp, açtığımız hamurları 3'er veya 4'erli olarak üstüste koyacağız, aralarına fırça ile tereyağını süreceğiz ki birbirine yapışmasınlar.


3'erli veya 4'erlü istiflediğimiz hamurları alıp hepsini birlikte çok fazla ezmeden büyükçe açacağız.
Bi' yufka büyüklüğünde olsa yeterli.


Sonra açtığımız bu hamuru eşit büyüklükte -pizza gibi- dilimlere ayırıp, her dilimin taban-geniş yerine peynirli-maydanozlu karışımdan birer yemek kaşığı koyacağız, rulo yapıp kapatacağız.


Fırın tepsimizin tabanını yağlayıp, bu ruloları aralarında boşluk kalacak şekilde yerleştireceğiz ve 20 dakika beklemeye bırakacağız.


Fırınımızı bu arada 180 dereceye getirip ısıtacağız.

 
Ruloların üzerine yumurtanın sarısını sürüp fırına yerleştirip, kapağını açmadan tam 30 dakika pişmesini bekleyeceğiz :)
Hepsi bu.


Yiyin gari! :)

Hanimiş: hamuru kabarmaya bırakmıyoruz, içini koyup rulo yapınca tepside pişmeden önce 20 dakika beklemesi yetiyor.
Tereyağı yerine margarin de olur.
İkisi de olmasın derseniz olmaz, demedi demeyin.
Benim fırınımda 180 derece-30 dakika ama bu süre değişebilir. Orta ısıda yavaş yavaş pişmesi gerek, süreye uyacağım diye üstünü yakmayın :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Sarışınlar için klavye


Görseli büyütmek için lütfen üstüne bir ''tık'' yapınız sarışınlar.
(Sol + tek click) :D
Alışveriş ettiğim bi' tükkanda denk gelirsem alıcam şu klavyeyi, şeker gibi be :)))
Sarışın arkadaşlarım, birlik olup, beni yakalayıp-dövün, hakettim.
Haketmediysem de az sonra hakedeceğim gibi bi' his var içimde, hayırdır inşallaaa!
Hehehehehe :)

Bayıldım-bittim bu klavyeye.

''S.Ellaaa, sen bu ''Fn'' tuşunun neye yaradığını çözebildin mi?''
''Kopyala-Yapıştır kısa yolları neydi S.Ella?''
''Parmağım bir tuşa değdi hataaaayla, açtığım belge kayboldu, nasıl bulacağım ben şimdi onu?''
''Euro işareti yok benim klavyede yaaaaa, nerden çıkarıcam ben şimdi o işareti?''

Her milletin ayrı bir dili, tavrı-tarzı, kültürü, bilmemnesi var da; sarışın her yerde, her millette aynı :)
Aynı dili konuşuyorlar, dünyanın en etkili ve değişmez karakteristik özelliklerini gösteriyorlar :D
İşin güzelliği şu;
buradakilerin yüzde doksanının orjinal sarışın olduğu göz önüne alınırsa :D
Vay ki ne vay! :)
Eğleniyorum nan!
Çok profesyonel ve uyanık geçinen sarışınlarla bir aradayım :)
Her gün ayrı bomba!
En sevdiklerim ''beyin fırtınası'' toplantıları :)
Bir fikirler üretiyorlar arkadaş... gülmemek için, kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyorum bazen.
Oturup kırk yıl düşünsem... yok, aklıma gelmez :)
Hehehehe :)))
Çok dikkatliler bizim kızlarımız sonra... çok üretkenler, sıfır problem çalışmayı severler.
En sarışınının son bombası, Milan'da -tatildeyken-  iş bilgisayarını çaldırmak oldu :)
Çaldırıp çaldırmadığı da belli değil, kaybetmiş, bir yerde unutmuş da olabilir... bir hatırlasa garibim nasıl olduğunu  :)
Tüm gizli ve önemli belgeler, toplantı metinleri, sunumlar, anlaşmalar, mali yıl hedef dosyaları, departmanda çalışan herkesin yıllık görüşme tutanakları... muhtemelen hepsi İtalyan bir hırsızın elinde şu an.
Elektronik anahtarı da kaybetmemek için laptop çantasına koymuş.
Şifresini de unutmamak için 0123456789 yapmış :)
Te allam, yareppim! :)
Bakıp bakıp gülüyordur hırsız, zahmet edip açtıysa :)))
Çok süperler, çooook!
Sarışın arkadaşlarımı çok seviyorum, onlar olmasa hayat tatsız-tuzsuz, renksiz, havası kaçmış lastik top gibi bi'şi  olurdu :)


O klavyeyi satın alabileceğim adres burası imiş.
Sevgilerimle :)

Leyla'nın Evi



Yazar: Zülfü Livaneli
Orijinal Dili: Türkçe
Basım Yılı:Mayıs 2006
Yayınevi: Remzi Kitabevi

''Kimi zaman bir savaş bir kentin, bir ülkenin kaderini değiştirir, kimi zaman bir tek kişi koca bir ailenin...
Leyla: Yalılarda doğmuş büyümüş bir paşazade, bir Osmanlı soylusu...
Ali Yekta: Uşaklık kaderini değiştirme ihtirasıyla yanıp tutuşan bir İstanbullu...
Rukiye-Roxy: Almanya'da doğmuş, seks modelliği yapmış bir hip-hop'çı...
Livaneli, birbirini hiç tanımayan bu üç ayrı kişiliğin yaşamını, bir "İstanbul romanı"nda birleştiriyor.
Kentlisi-köylüsü, varsılı-yoksulu, din hocası, söz sahibi bankacısı, gazetecisi...
Her birinin bir nedenle ötekinin yaşamına girdiği, onu değiştirdiği günümüz Türkiyesi...
Ve bir roman kahramanı gibi öne çıkan pırıltılı Boğaziçi'nde, Bosnalılar Yalısı'nın ilginç dünyası...''

Zülfü Livaneli'yi tanıtmak saçmalığın dik alası olur.
Sanatçı/yazarımızın Mayıs 2006 basımlı enfes kitabı Leyla'nın Evi'ni soluksuz okuduğumu söyleyebilirim.
Farklı kültürler ve kuşaklardan insanların kesişen yaşamları insanı kalbinden yakalıyor ve okuduğunuz sürece boğaz ve martı sesleri fonda size eşlik ediyor.

Gönül rahatlığıyla öneririm.
Belki Livaneli'nin ''en''i değil ama elinize aldığınızda ara vermeden bitireceğiniz eseri olmuş.

Konusu ''Leyla'' işte; Osmanlı terbiyesiyle büyüyen, savaşın ortasında yaşanan yasak aşkın meyvesi, yalı güzeli Leyla... ve tabi ki Leyla'nın lavanta kokan, boğaz rüzgarı alan, cennetten bi' köşe olan ''Evi'' :)

En ilginç paragraflardan biri;
''...
Boğaz'ı almak isteyenler sadece Dostoyevski de değildi. Ne zaman
yabancı kitapları karıştırırsa, karşısına hemen İstanbul'u ve Boğaz'ı
zaptetme istekleri çıkıyordu. Ne ilginç bir istekti bu böyle. Aynı zamanda
Leyla için çok da tuhaftı. Çünkü bütün dünya, onun çocukluğunu geçirdiği,
balık tuttuğu, geçen gemileri seyrettiği özel kıyısı, evinin önü için savaş
veriyordu.
Uykuya dalmadan önce, 'Barınak meselesi diye düşündü. 'Kahrolası
barınak meselesi. Başımıza gelen acıların nedeni bu.'
...''
en can alıcı cümleyi ise son sayfayı kapatmadan hemen önce okudum.

Keyifli okumalar :)

Görsel: Google Images

Improbable / Olasılıksız


Yazar: Adam Fawer
Orijinal Dili: İngilizce
Basım Yılı: Nisan 2006
Yayınevi: April Yayıncılık

''Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız.
Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız.
Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi?
Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız, ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?
Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?
Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mı yoksa geleceği mi görüyorsunuz? Eğer siz de kontrolün kimde olduğunu merak ediyorsanız, ‘OlasılıkSız’ tam size göre bir roman.''

Bir yazarın ilk kitabı her zaman önemlidir ve eğer ilkinde büyük bir çıkış yapıyorsa devamını getirmesi beklenir.
Adam Fawer ilk kitabıyla muhteşem bir çıkış yapıp devamını getirmiş yazar.
Müthiş bir kurgu, müthiş bir aksiyon.
İlk sayfalarda karakterleri tanıyıncaya dek ağır akan ve sıkıcı tabir edilebilecek kitap karakterlerin tanıtımını yaptıktan sonra soluksuz okuyacağınız, elinizden bırakamayacağınız hale dönüşüyor.

Konusunu kısaca şöyle özetleyebilirim;
David Caine ana karakter, her olasılığı kafasından hızla hesaplayabilen müthiş bir yetenek ve ikiz kardeşi Jasper hayatını akıl hastanelerinde geçirmiş bi' şizofreni hastası.
David Caine'in sara nöbeti olduğu düşünülen nöbetleri başladığında bu nöbetleri durdurmak amaçlı tamamen deneysel bi' ilaç tedavisine başlanıyor ve her olayda yaptığı olasılık hesapları bi' anda geleceği hesaplama-görme halini alıyor.
Yani David, Pierre-Simon de Laplace'in öne sürdüğü teori olan ''Laplace'in Şeytanı'' haline geliyor.
Kurgu hayatı birbiriyle kesişen bi' kaç kişi üzerine yapılmış; David T.Caine, ajan Nava Vaner, David’in ikiz kardeşi Jasper, yasak/gizli bilimsel deneyler yapan Dr.Tversky ve onun deneği Julia, hasta kızını kurtarmaya çalışan Martin Crowe.
Bunun yanında UGA araştırma merkezinin başkanı ve Dr. Tversky'nin deneylerini ele geçirip onu safdışı etmeye çalışan Forsythe, Forsythe'nin nefret ettiği güvenlik amiri Grimes, David Caine'in çocukluk arkadaşı Tommy, David'in kumar oynadığı mekanın sahibi Nikolaev gibi yan karakterlerle desteklenmiş.
CIA, FBI, KGB, DIAD, kuantum fiziği, matematik ve felsefenin harmanlanmasıyla oluşmuş olağanüstü kurgusuna hayran bıraktıran bu kitabı zevkle okudum.

Beğenerek izlediğim ''The Next'' filmini -zaman zaman- hatırlattığının altını çizmeden geçemeyeceğim.
Aklıma çakılan cümlesi ise; ''dondurma sevmem bile ben'' oldu.

Keyifli okumalar :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...