Teallam #002

Az önce Lou'ma bi' yorum yazdım.
Yazarken kullandığım bi' cümle bana bi' karikatürü hatırlattı. Üşenmedim. Aradım buldum :)
Yine gülümsedim.



Hazır başlamışken bi'kaç tane daha gülümseteni ekleyeyim.















Görsel: Google Images

Dökülemeyen yapraklar


Bi' şey dicem ama gülmek yok.
Şimdi ortada bir 'Ezel' lafı dolanıyor. Ezel var cicim. Bi' de Eyşan var, bunu da biliyorum.
Yamuluyorsam düzeltin.
İki kırığı varmış Ezel'in; biri bu. Öteki hasta kızmış, adını bilmiyorum.
Bi' de dayısı varmış, Tuncel Kurtiz oynuyor sanırım. Böyle beylik laflar edip millete 'vay beeeea' dedirten...
Bi' de Ezel sanırım her dizide esasoğlanın olduğu gibi zengin bi' şey... arabalar, yatlar, katlar...
Bildiğim bu. Nedir, ne değildir? Gerisini bilmiyorum.

Kurtlar vadisi diyorlar.
Bi' yerelması var; mimiksiz-botokslu gibi duran surat. Baş kabadayı. Adı neydi?
Dur hatırlayacam şimdi... ummmm... hatırlayamadım :/
Memati'yi biliyorum ama.
Bi' de 'A' ile başlayan bi' kankası vardı sanırım bunun. Abdülhey?
Tamam ya, alemdar; Polat Alemdar.
Konuyu bilmiyorum ama mafya işi dizi olduğunu biliyorum. O çok belli oluyor, heheh :)

Bi' de...
Aşk-ı Memnu vardı, -dı diyorum çünkü bitmiş.
Listemdeki herkes gönderisini Aşk-ı Memnu yorumu olarak yapmaya başladı. Sağ olsunlar, sayelerinde öğrendim bittiğini ve Bihter'in öldüğünü. Bihter var. Para için Adnan Bey'le evli. Annesini de yanında çanta gibi taşıyor işte. Anne anne değil, Nebahat Çehre :)
Matmazel... Nihal... Beşir. Bi' de Behlül!
Adnan'ın yeğeni ama karısını alıyo elinden falan.
Dur o öyle değildi. Bihter baştan mı çıkarıyo Behlül'ü?
Neyse... olan oluyor ve kimin eli kimin cebinde oynarken kız ölüyor, yorgan gidiyor, kavga bitiyor.
Bi' de... Bu Bihter'in her giydiği-yediği-içtiği moda olmuş sanırım.

Çok mu ilgisizim?
Çok mu cahilim?
Çok mu gıcığım?
Çok mu TV düşmanıyım?
Çok mu 'Aman çok ta ipimdeydi' yim?
Çok ezik hissettim be kendimi, hakikaten...
Millet saç-baş yaptırıp, salon kıyafetleriyle salya-sümük izlemiş son bölümü. Cenaze namazı kılınmış mı ne kılınacakmış mı gıyabında.
Ayıp ya...
Bu kadarı da abartı değil mi?

Düşünüyorum da, bu tip diziler Yaprak Dökümü ile başladı.
Reşat Nuri Güntekin'den uyarladılar. Artık nasıl uyarladılarsa... senaristin nasıl bi' totodan uydurma becerisi varsa maşalla... sakız gibi uzadıkça uzadı. Baktı iş yaptı, millet sevdi... başladılar sırasıyla hepsini -güüüüüya uyarlamaya- Resmen sömürüldük. Sevdiğimiz her şey üzerinden sömürüldüğümüz gibi.
Yaprak Dökümü tuttu, Aşk-ı Memnu'da tutar... o tuttu bu da tutar... olmadı şu da tutar.
Hepsini peşpeşe kakaladılar. Gidip kitapçıdan... sahaftan 2-3 TL'ye kitabı alıp okumak varken... ille oturup 'izleyeceğiz'. Biz izledikçe de biri bitmeden diğeri başlayacak.

Burada TV'nin saçmalığından ahkam kesip, Türk dizilerinin suyunun çıktığını bağıranlar...
Uyutuluyoruz, beynimiz yıkanıyor, sabah kadın programları gerizekalılar için haber bülteni kıvamında, evlilik programları haraç-mezat, medya sulandı, bu gidişe bi' dur diyecek yok mu? diye yırtınanlar...
Aralarında canlar ciğerler de var ama çok pis genellerim :)
Bu insanlar kalkıp bu kadar lafı söyledikten sonra Aşk-ı Memnu eleştirmeni kesiliyorsa... Üzülüyorsa bittiğine veya ilk bölümden sona dek her detayı biliyorsa... Dizinin yayınlandığı geceler program yapmıyorsa...

Yapmayın canlar...

Hanimiş: iş bu gönderi Yaprak Dökümü denen dallama dizide ne olup bittiğini, bölüm özetini basından takip eden, 'bilmemkaçıncı bölüm fragmanı' yazısını görünce izlemeden es geçmeyen, 4 yıl iyi-kötü takip etmişim, neler döndüğünden haberdarım. Kala kala 1 yıl kalmış, bari sıkayım dişimi de nasıl bağla(yama)yacaklar göreyim mantığındaki bi' hatun kişi tarafından hazırlanmıştır.Kendisi TV seyretmese de internetin sağladığı her türlü olanaktan dibine dek yararlanmaktadır, bilginize :)

Görsel: Google Images

Mim


Sağ olsun 3prenses mimlemiş :) Uslu duramamış.
Aşağıdaki kelimelerin benim için neler ifade ettiğini söyleyecekmişim. Bakalım neler çıkacak :)

Felsefem : 'Su' gibi ol.
''... Sen, hep su olduğunu düşün.
Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez…
Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün.
Ama su gibi yaşatıcı ol; su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil...
Sen bir su ol…
Ama rahmet ol; Afet değil.
Su isen tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma, ocaklarını söndürme... sana “felaket” denmesin...''


''...Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de “kıyametler” koparıcı olabileceğini unutma… Unutma; senin işin rahmet olmak, afet değil!
Vadiler varken önünde ve ovalar varken, yayılabileceğin; küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan... hayat verirsin çevrene.
Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe.
Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçılan olursun. Seller, afetler gibi...''
Mevlana

Hayat : çok ta ciddiye alınmaması gerekendir.

Günüm, dünümden mutlu olsun...

Güneş : gibi hayatına doğduklarım var...
''...güneş batar... yeniden doğmak için...''

Gözler : sana baktığında gülümsüyorsa eğer... sonu ölüm bile olsa yaşamaya değer.

''...sözler az kalır , çaresiz kalır, gözler anlatır.''
Pinhani

Yıldızlar : bi' avuç tozu var sedef kakmalı kutumda , her gece serpiyorum rüyalarıma.

''...Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan,
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi...
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca.
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız...''
Murathan Mungan

Güzellik : bastıramaz ki kalbinden gelen küf kokularını yüzün 'emanet' güzelliği...

''... güzelliğin on par' etmez, bu bendeki aşk olmasa...''
Aşık Veysel

Sevgi : neden destanlar yazılır ki uğruna? çok mu zor sevmesi? çok mu zor...
Sevdikçe tükenecek misin sanki?

''...biz ne zaman yelken açsak sevdalara,
kesiliyor bütün rüzgarlar,
ve biz ne zaman bir parça aşk istesek,
yalnızlık kesiyor önümüzü...''
Cemal Süreya

Aşk : bi' kere düşmeye gör... geçmez hastalık.

''...her şeyden önce aşk verilmiş bir sözdü benim için
gün, ay, saat, hafta; takvim işi zaman yani
Aldıkça dönemeçleri  değişmedi  hiçbir şey
yalnızca ufuklar yeniledim...''
Murathan Mungan

Müzik : ruhuna dokunan... ruhunu doyurandır. (ruh maması)

''Müzik öyle bir denizdir ki, ben paçaları sıvadım hala içine giremedim.''
Dede Efendi

Dost : kendine seçtiğindir.

''...Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya,
Kalp durur...
Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur.''
Mevlana

Para : insanlığın en büyük yalanı.
Bi' yalan uğruna vicdadını karalama.

Zaman : ya yetmeyen, ya geçmeyendir.

''...Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...''
Mevlana

Erkekler : hepsi sizin olsun.
Hep vurursunuz erkekleri yerden yere... nedir derdiniz onlarla? Sordunuz mu kızlar kendinize bi' kere?

Savaş : barış için savaşmak... bu değil mi insanoğlunun en büyük çelişkisi?

"Bir diyalog iki monologdan daha iyidir."
Max M.Kampelman

Ağlamak : Ruh yıkanması.

Ağlamak güzeldir. Süzülürken yaşlar gözünden. Sakın utanma.
Sezen Aksu

Deniz : gözümün huzur vereni... içimin mavi sesi.

yol kenarındaki
yağmur mazgallarını
kumbara sanıp
harçlığımı atardım
bu yüzden en çok
denizden alacaklıyım.
Sunay Akın

Ayna : seviyorum bana aksettirdiğini...

Aynada çirkinliğini görünce aynaya kızma...
Mevlana

Hayal : mesleğim bu; 'hayalperestlik'
Hayallerinin peşinden koş... mutlaka bi' gün yorulacaklardır.



Görsel: Google Images

Milletin gözüne sokmayın!


En kötü huyum belki bu; pat diye söylerim düşüncelerimi.
Kızan olacaktır belki... kızsın. Umurumda değil açıkçası.

Söylüyorum;
Anneler günü, babalar günü, dallamalar günü, ebesinin kurdelası günü gibi günleri alenen kutlayanlara biraz gıcık oluyorum.
Kutlamayın demiyorum, hobi olarak yine kutlayın... Ama milletin gözüne gözüne sokarak yapmayın bunu.
Burada can ciğer sohbetlere daldığınız arkadaşının babasını kaybetmiş olabileceğini... ve her yıl bu günlerin onun için hüzün ve gözyaşından başka hiç bir anlam ifade etmediğini... hiç düşündünüz mü?
Ya da o arkadaşınızın babasıyla-annesiyle ilgili tüm anılarının şiddet, taciz, acı ve gözyaşı üzerine kurulu olabileceğini... o unutmaya çalışırken senin gözüne soka soka ona yaşadıklarını hatırlatıyor olabileceğini... düşünmüş müydün?
Geçtim her şeyi... hepsini... belki babası çok uzakta... istese de yanında olamıyor...
Bunu da geçtim, belki babası hala hayatta... yanında ama günden güne bi' hastalığın pençesinde eriyor...

Baba olamayanlar var. Babalık duygusunu tadabilmek için tutuşanlar-yananlar.
Nasıl yakıyorsun canını.. düşündün mü?

Evladını kaybedenler var... Hatırladıkça evladının ona sarılışını, ciğerinden parça kopanlar...
Ne hale getirdiğini düşündün mü onları?

Yapmayın.
Kutlamayın milletin gözüne soka soka... nispet yaparmışçasına.
Hala hayattaysa... sağlıklıysa... telefon orada. Yakınındaysa sarıl boynuna. Uzağındaysa.. ara, duy sesini...
Ama kendine sakla.
Kimse madalya vermiyor ''Aman ne güzel kutlamışsın, aman kelimeleri ne de güzel sıralamışsın, aman da aman, ne güzel gönderi yapmışsın'' diye sana.
İçinden mi geldi?
Yani paylaştın, kutladın... öyle büyük ki sevincin, için içine sığmıyor burada gelip millete ne kadar özel, ne kadar güzel bi' şey yaptığını mı anlatacaksın marifet gibi... anlat madem.
Kimse takmazsa ben bi' madalya takarım sana.

Görsel: Google Images

Biri bana iki tokat çaksın!


Şu yazıyı yazıncaya dek kaç kere font denemesi yaptığımı biliyor musunuz?
Ne istediğini bilmemekten daha kötü ne olabilir?
Kendimi dövesim var, o kadar kızgınım ve kırgınım kendime.
İşkence bu. Evet, kelimenin tam anlamıyla kendi kendime yaptığım işkence. Acilen pisi-ko-lojistik destek almam gerekiyor yoksa kendi ayağıma çelmeyi takıcam, yakındır.
Bıktım kendimden. Ne istediğimi bilmiyorum. Hem de öyle hayattan beklentilerim vs.. gibi büyük konularda değil şekerim. En basit, günlük konularda ne istediğimi bilmiyorum.

Mesela;
Sabah açıyorum gözümü... midem kazınıyor. Ne yesem?
Al sana işkence başladı.
Diyorum 'Hemen bi'kaç dilim ekmek hazırlayayım. Üzerlerine 2-3 çeşit reçel, yanına peynir, b'r kupa çay. Hmmm sabah sabah, sıcacık, harika gider.'
Normal bir insan n'apar? Gider bu istediklerini hazırlar yer değil mi?
Tam elimi yüzümü yıkıyorum. 'Tost yapayım en iyisi, sıcacık. Bol kaşarlı, domatesli... süper.'
Al sana karar değişti.
Buna da tamam, ilk seferde aklıma gelmemişti diyelim. Olur ya, insanlık hali. Mutfağa geliyorum. Çay için suyu ateşe koyuyorum. Dolabı açıp içinden gerekli malzemeleri çıkarıcam.
'Ya diyorum, nasılsa su ısınacak şimdi 2 dakikada... neden sen sıcacık noodle yemiyorsun? 10 dakikaya hazır olur. Şimdi ne uğraşacaksın tostla bilmem neyle?'
Bu noktada kendi kendimin ensesine bi' tane çakıp ' sktrgt şrdan, ağzn brnn krdğmn grzkls!!!' demek istiyorum ama... bitmedi.

Su hazırlanıyor, fokur fokur kaynıyor. Açıyorum çekmecemi.
Mantarlı noodle, peynirli noodle, domatesli noodle, vejetaryen noodle, (sanki diğerleri vejetaryen değilmiş gibi) tavuklu noodle.
Emin olduğum tek şey sabah sabah tavuklu bi' şey yemek istemediğim. Bu da iyi bi' şey tabi. O da dahil olsa seçeneklere olay 5 dakika daha uzayacak çünkü :) 'Acaba hangisini yesem? Peynirli yesem.. daha dün yedim. Mantarlı yesem... yok ya, tadı buruk kalır şimdi... Vejetaryen yesem ( ki en beğendiğim odur) Ya kızım hep veje hep veje. Bi' değiştir ya! Domatesli yiyeyim bari... yok yok, peynirli... yok yaaaa... bildiğinden şaşma, vejetaryen en lezzetlisi'
Alıyorum vejetaryen noodle paketini elime, o da ne? Olay bitti sandınız gibi sanki... nerdeeeeee...
Geliyorum suyun yanına, su soğumuş. Tekrar kaynaması lazım. 'Ya, acaba salça-ekmek mi yapsam? Yanına da doğrarım bi' domates, yeşil zeytin-siyah zeytin. sıcacık çay, ohhhh, mis!'
Atıyorum noodle paketini çekmeceye geri. Açıyorum dolabı. Hazırlıyorum bi' azimle kahvaltı tabakcığımı.
Geliyorum masama, her şey hazır. Başlıyorum yemeye... desem bu gönderinin anlamı kalmaz.
Açıyorum dolabı, tam domates neyin çıkaracağım bi' bakıyorum kocaman bi' şişe süt! Hem de 2 günlük! Kullanmasam dökülecek !!! Sütle ne yenir-içilir?
Müsli!
Hemen kapıyorum derince bi' porselen kap,geçiyorum müsli kutularımın karşısına.
'Geleneksel olandan mı yesem... tropikal olandan mı?'
İşte bu noktada kendi kendimin boğazına yapışıp böyle saçımı başımı yola yola, evire çevire kendimi dövesim geliyor. Ama olmaz tabi. Boşa geçen 1-2 dakikadan sonra tropikal müsli de karar kılıyorum.
Müsli'yi kaba koyup sütü üstüne döküyorum.
Vallahi de döküyorum, billahi de... sonuçta yenecek artık, geri dönüş yok.
Ama bu arada çay da hazır. Geliyorum masama, bi' elimde çay diğerinde müsli... oturuyorum.
Başlıyorum gazeteleri okumaya.
Müsli şişiyor böyle, yumuşuyor, yenilecek kıvama geliyor. Alıyorum bi' kaşık. Aklımdan ilk geçen;
'Aklına tüküreyim senin, sabah sabah buz gibi süt. Sonra tüm günün tuvalette geçecek yine. Sıcacık tost yemek, noodle yemek varken... grizekalı!'

Bunu giyeceğim kıyafeti seçerken, bi' cafede falan ne yiyip içeceğime karar verirken, sinemaya gittiğimde hangi filmi izlemek istediğimi seçmeye çalışırken, oje alcağım zaman hangi rengi alacağım konusunda karar vermeye çalışırken yaşadığımı düşünün...

İnsanlık namına biri bana iki tane çaksın da, beynimde arıza yapmış olan kısmı tokat, yumruk, şaplak gibi teknik hareketlerle düzeltsin.
Hakikaten kendimi cami avlusuna bırakıp kaçasım var.
Bıktım ya!

Görsel: Google Images

Bir Cosmopolitan okudum, hayatım değişti.


-Sittirella, Mars dolaylarından bildiriyor-
Hayatımın en amaçsız, boş, garip ve hatta saçma Pazar gününü yaşadım.
Yiyecek bi' şeyler hazırlamak dışında hiçbi' şey yapmadım.
Saçımı bile taramadım.
O derece.
Tüm gün fotoğraf baktım, kendime profil fotoğrafı yaptım, beğenmedim değiştirdim.
E-postalarıma bakmaya karar verdim, unuttum. Sonra kazayla sayfayı kapadım. Sonra da kim yazacak şimdi kullanıcı adı, şifre allasen deyip vazgeçtim.
Telefonuma bile bakmadım.
Bilgisayar başında zaman öldürdüm. Kelimenin tam anlamıyla öldürdüm.
Neyse...
Cosmopolitan'ın sayfasına düştü yolum bugün.
Oraya tıkla, bu haberi de oku derken, bi' baktım Kozmodayım.
Az uz değil, dile kolay. İlk ve son kez sene 2004'te Ataköy-Atrium-Fü-ta'da yaptığım Pazar okuma keyfi sırasında karşı çaprazdaki gazete bayiinden almıştım. Pek bi' iddialı gelmişti kapak yazıları... ne gülmüştüm ne gülmüştüm.

Olay şu şekerim; bulmuşlar 3-5 tane tuzu kuru, Mars'ta yaşayan, bu dünyadan ve Türkiye'den bi' haber olan dallama hatun... vermişler ellerine kağıdı kalemi. Yazın demişler fantaaaaaağzilerinizi kadın-erkek ilişkileri üzerine. Onlarda -sağ olsunlar- görev bilinciyle yazmışlar habire. Yapıştırmışlar, eklemişler, fotoğraflarla süslemişler; al sana Cosmopolitan olmuş.

Şimdi aşağıdaki paragrafı bi' okuyalım hep beraber. Bakalım bu aplalar neler demişler.
Haziran ayı sayısının kısa özetiymiş bu efenim. Hepsini yazmadım, aradan numunelikleri seçtim, bilesiniz. Varsa merak eden gerisini gider alır en yakın bayiiiiiiiden bi' Kozmo, okur.
Ben aynı parayı dondurmaya vermeyi tercih ederim, şahsen :)

Sözü Kozmo aplaların dahiyane fikir ve önerilerine bırakıyorum.

''...
Eğer siz de pek çok kadının taşıdığı karakteristik özelliklere sahipseniz ilişkilerinizi ve birlikte olduğunuz erkekleri ölene dek sorgulayacaksınız demektir. Yaşadıklarınızı anlamaya çabalamaktan yorgun mu düştünüz? Sizi, aklınızı kurcalayan bu sorulardan kurtarmak için, evrensel ilişki kurallarını derleyip pratik bir aşk rehberi hazırladık.

(Bak, gördün mü? Evrensel ilişki kuralları demiş. Boşuna demedim sana Mars'ta yaşıyor bunlar diye. İnanmadıydın değil mi bana? Devam edelim... )

Son görüşmemizden bu yana tam dört gün geçti ve hâlâ aramadı. Bu artık bittiği anlamına mı geliyor? Belki de... Bunu anlamak için ona, birlikte geçirdiğiniz zamanları özleyeceğinize dair bir e-posta atın. Eğer bunu ciddiye alıp ayrılık konuşması yapmazsa, daha akılcı ve sakin davranmayı deneyin.

(Ne kaddan mantıklı değil mi? Aramıyor mu manitan? Açacaksın e-posta adresini. Mektup yazacaksın. Sonra oturup cevap bekleyeceksin... Allan grizekalısı! Elinde telefon. Çok mu zor açıp telefonu 4 gündür neden arayıp sormadığını öğrenmek? En fazla bu iş bitmiştir der. Sen de ona "hadi sana ii günneeeeeer!" deyip kapatırsın, budur dünya gezegeninde geçerli olan durum.)

Eşyalarımı onun evinde ne zaman bırakmalıyım? Aklınızı kullanın ve taşınmaya diş fırçası gibi onu ürkütmeyecek küçük şeylerle başlayın.

(Yeryüzünde nefes alıp veren ne kadar bekar erkek varsa, evlerinde başıboş gezinen bi' diş fırçası gördüğünde tüyleri tiken tiken olar, durumum vehametini anlar ve tırsar cicim!
Yüzbilmemkaç ekran TV koysan evine, "Aaaa ne güzel lan! Maçları ayna gibi seyredicez artıkın!" deyip olayı algılayamaz ama küçücük dediğin diş fırçasını gördüğü an ampul yanar kafalarında. Budur olay. Ne korkutmamasından bahsediyorsun? Hohoooo... Hakkaten Mars'ta havalar nassı? )

Hiçbir plana sadık kalmıyor. Ona nasıl ayak uydurabilirim? Misilleme yapın. İzlemek istediği bir maça biletiniz olduğunu, birlikte gidip gidemeyeceğinizi sorun. Maç günü ise, planınızı değiştirdiğinizi söyleyin.
 
( Bi' düşünelim ne kadar mantıklı... Şimdi.... fanatik Galatasaray'lı veya Fenerbahçe'li veyahutta Beşiktaş'lı bi' sevgilimiz var. Pazar günü oynanacak Barcelona vs beyefendinin takımı maçına 2 biletimiz olduğunu, birlikte gidip gidemeyeceğimizi sorucaz. Maç günü adam giymiş formayı üstüne, takmış kaşkolu, stadın kapısında 'Planımı değiştirdim cicim' diyecez öyle mi? Bunun adı da misilleme olacak? Hakkaten takdir ettim bu dahiyane fikri. Aplaların sayesinde kör topal ilerleyen ilişkimizden de olucaz demek ki.)

Beş yıldır birlikteyiz, hâlâ evlilik teklif etmemesi kötüye mi işaret? Her zaman değil. Evlendiğinizde büyünün bozulacağını ve bu şekilde ilişkiyi yürütmenin sizin için de daha cazip olduğunu sanıyor olabilir. 

( Diyosuuuuuun... Siz yediyseniz ben de yedim bu fikri.)

Hâlâ eski sevgilisiyle görüşüyor. Endişelenmemi gerektiren bir durum var mı? Onlara katıldığınızda herhangi bir rahatsızlık duymuyorsa, hayır.
 
(Burada dikkatin verilmesi gereken yer soru değil, verilen cevap. Ne güzel yazmış ama de mi? Sen de katılmak istediğinde 'Sevgilim az sağa kaysana, yataktan düşücem' dediğinde 'Gel bi'tanem gel, aramıza gir, üşümüzsündür sen şimdi' diyorsa ne var bunda endişelenicek? Allasen, dert ettiğin şeye bak)

Ona evlilikle ilgili düşüncelerini sorduğumda, sürekli bunun çok da önemli olmadığını söylüyor. Neden? Elbette, bu büyük günü o da önemsiyor. Yalnızca davetiye gibi ayrıntılarla boğuşmak istemiyor.
 
( Apla apla... soruyu annadığına emin misin sen burda? Adam takmıyorum diyor sen hala davetiye, nikah şekeri, masa düzeni... hohooooooooo... Dünya'dan Mars'a! Bırek Bırek!)

Beğendiğim bir erkekle tanışmak için nasıl bir yol izlemeliyim? İsminizi söyledikten sonra yüzünün bir yerlerden tanıdık geldiğini söyleyebilirsiniz.

(Meraba, ben Ella. Yüzün bi' yerlerden çok tanıdık geliyor bana... eee sonra? Bu mudur olay yani? Tanıştık mı şimdi. Bitti dert, sıkıntı. Mal gibi kalmadık çocuğun-adamın gözünde böyle bi' girişle. Emin misin?)

İş yüzünden birbirimize vakit ayırmakta zorlanıyoruz. Bu ilişkinin şansı var mı? Eğer birlikte geçirdiğiniz zamanları çoğaltmak için fedakarlık yapabiliyorsanız; devam.
 
(Çalışan evli çiftleredir sözüm. Boşanın gitsin anasını satem, ne uğraşıp duruyorsunuz hala? 
Teallam yareppim...)

DEVAMI COSMOPOLITAN'IN HAZİRAN SAYISINDA.

(Bu aplalara akıl-fikir dilerim. Dağıtılırken nerdeydiler acaba? Kesin makyaj tazeliyorlardı, tuvalette kaldılar. Bu önerileri para verip almaya niyetlenen varsa onlara da akıl-fikir dilerim ben şahsen, bizzat, kendim.)

Görsel: Google Images

Adobe Photoshop Day Cream

Devir değişti, teknoloji gelişti. Artık ölüp gidenlere bile inanamıyoruz.
Daha dün gözümüzün önünde bebek gibi gencecik duran ünlüler özellikle öldüklerinde 'hadi be!' oluyor ilk tepkimiz.

Mesela Madonna.
Yok daha ölmedi, beni de gömer o bu gidişle, Madonna dedim, çünkü gelen mailde konu oydu.
Madonna ölse inanır mıyız?
Daha dün sahnede zıppıdı zıppıdı yapan, genç kızlara taş!!! çıkartan "hey gidi Madonna" ya yakışmaz yaşlılık, ölüm değil mi?
Ama fotoğraflar öle demiyor! N'aber?
Bakınız;



Gözünü sevdiğimin Photoshop'u :)
Recep Bey'in deyimiyle : Fotoşok! :) Böylesi daha samimi sanki :) Hahha Neyse politiklere bulaşmadan devam edeyim yoluma.
Madonna teyzem iki dokunuşta 15 yıl kaybediyor yaştan n'aber? 20 mi desek? Neyse.. fıstık gibim olup çıkıyor.
Bakınız;


Ne güzel iş değil mi? Rengin mi soluk? fotoşok :) Kırmızı rujunu evde mi unuttun? fotoşok. Burnun mu büyük geldi? fotoşok. Yaşlanıyor musun kuzum? eee fotoşok.
Her şeyin ilacı olmuş :)
Eh, doğumdan ölüme gözümüze gözümüze bebek gibi ışıl ışıl tenler, ipek gibi saçlar diye sunulan insanların hastalık, yaşlılık, ölüm haberlerini duymak tabi şok ediyor bizi.

Ben hala kendime gelemedim yahu :) Dur bak bi tane daha ;



Vay be fotoşok :) Sen neymişsin.
Büyüksün.
Sen arkamızda oldukça kim korkan yaşlanmaktan? Sağolsun çok cici bi' arkadaşım emaille yollamış bu fotoğrafları. Altına da not düşmüş; ''Kızım kim korkar yaşlılıktan beaaaaa! Yüzyılın buluşu. Bak çaresi neymiş...
Sizin ordaki dükkanlarda satılıyorsa bana da alıver bi' zahmet'' deyip en sona şunu eklemiş ;



Bulursam sizin için de satın alayım mı? :)

Görsel: Kaynakları bilmiyom, "Google Images" diyorum, sallıyorum.

Hafızamı sildirmek istiyorum, saygılarımla arz ederim.

Medya gücü, medya unsuru, bikbikbik derler ya hani.
Ben dün sabah gördüm bu gücü.
Hayretler içerisindeydim. Cidden kızdım, öfkelendim, sinirlendim.

Dün sabah, her sabah yaptığım gibi kahvaltımı hazırlayıp, dizüstü bilgisayarımı tam karşıma koyup günlük gazeteleri okumaya başladım. İşe yarar 3-5 haber, gerisi magazin, dedikodu, doğruluğuna kesinlikle güvenilmez laf ola beri gele haberler. Normalde okumam, takip etmem, merak etmem.
Bi' fotoğraf çarptı gözüme. Böyle çikolatadan az hallice açık tenli, sırım gibi bi' kadın fotoğrafı.
Güzel desen değil, çirkin desen değil. Yanında iri yapılı bir adam, biliyorum ki sevgilisi.
Haberin başlığı da 'Bodrum defterini kapadı' gibilerinden bi' şey.
Kendi kendime dedim ki;
-Kapar tabi, Alaçatı'ya yerleşti artık.
-Ev aldılar hatta Alaçatı'dan.
-Eee, malum, Alaçatı sörf için ideal, rüzgar şahane. Ne yapsın kız Bodrum'da artık.
Bak sen bak... dahası da geliyor benden. Olaya bak, allam allam deliricem!
-Yıllarca Bordum'da ikoncan diye dalga geçtiler. Şaka maka sporcu oluyor hatun.
-Eeee, benim de sevgilim şampiyonluk almış sporcu olsa, ben de spora merak sarardım herhalde.
-Bunlar İstanbulda da bir ev dayayıp döşediler en cicisinden. Çarşaf çarşaf fotoğrafları vardı! Çocuk zengin herhalde.
-Bu kızın eski sevgilisi çok zengindi. Hani şu yıllarca birlikte yaşadığı, kendinden 25-30 yaş büyük sevgilisi.
- O adamın bu kızdan önceki sevgilisi de iş ortağının kızıydı zaten! O kız da çok gençti, yıllarca sürmüştü ilişkileri... kızın babası istemediği halde.
- Demek ki adamda 'genç sevgili' saplantısı var... sapık herif. 5-10 yaş olsa neyse, yuh ya! 25-30 en az!
- Bu kız o adamdan şimdiki sevgilisiyle tanıştıktan sonra ayrılmıştı.
- Bunda bi' bit yeniği var.
- Zaten kızın eski sevgilisi gazetelere ileri geri konuştu ilişkileri bitince.
- Hatta kızın babası ''kulağımla duymadan inanmam, kızımın eski sevgilisini tanırım, adam gibi adamdır !!! Asla bu tip demeçler vermez'' deyip adama arka çıkmıştı.
-Kız da bi' röportajında babasının evli bir arkadaşıyla genç kızlığında ilişki yaşadığı için ailesinin onu yurt dışına ceza !!! olarak okumaya gönderdiklerini !!! sırf o yasak ilişki olmasın, yürümesin diye yıllarca yurt dışında kaldığını... oldum olası kendinden olgun erkeklerden hoşlandığını itiraf etmemiş miydi?
- Oh ne rahat lan bunlar. Param var, imkânım var, ne desem mübah sayılır. Kız evli bekar fark etmez, hastasıyım olgun !!!ların diye Türkiye'nin en tirajlı gazetesine konuşuyor. Bu da ay, ne dürüst, ne açık sözlü... diye normal sayılıyor.
- Lan bu kızla bu röportajı yapan gazeteci !!!! dangalak kimdi?

Bak bunu hatırlamıyorum. Bu da iyiye işaret.

Dahası da var, ama devam etsem kusacağım. Bildiklerim bunlar olsa, bu kadar sinirlenmezdim.
Ben bunları nereden biliyorum??? Derdim bu!
Hiç okumadım bu güne dek. Hiç özellikle 'nedir olay burda?' deyip bu kızla ilgili herhangi bi' yazıya takılmışlığım yoktur. Peki, o zaman ben bunları nasıl oluyor da biliyorum???
Az kaldı kızın yedi ceddini sayabilecekken... hatta kızın birlikte olduğu herkesin seceresini çıkarabilecek kadar olayın içindeyken... nasıl olur da bu kadar bilgiyi nerden kafama soktuğumu hatırlamam???
Delirecektim. Bi' anda kelimenin tam anlamıyla dellendim.
Böyle nefes alışım değişti, suratımda bir yanma hissettim. Ellerim titremeye başladı, bildiğin sinirlendim. Hani biri gık' dese gırtlağına yapışacağım, o derece kendimi kaybettim. Ben bu kadar bilgiyi bi' anda edindiğimi tüm bunları düşünürken yan tarafta gördüğüm bi' assolist fotoğrafı ve 'Çocukları eşini affetti diye evi terketti' yazısını görünce anladım.

Bir baktım o assolist hatunun roman olmasından tut eskiden dansöz olduğuna... eski eşiyle ve kayınpederiyle seviyesizce bol bol atıştığından tut, Allah kitap dilinden düşürmeyip nasıl hak yediğine dek... biliyorum.
Hatta son kocasının alengirli işler çevirdiğini, bu işler yüzünden masum insanların yıllarca sıkıntı çektiğini...

YETER LAN!

Biliyorum işte! Hepsini biliyorum!
Bu kadının yatak odasındaki duvar kağıdının rengini-desenini bile biliyorum ben!!!



Yıllarca, okuduğum her haberin yanına iki satırlık fotoğraflı haberler eklemiş bu şerefsizoğulları... ben de 2 satır, 2 satır... biriktirmişim hepsini beynimde.
Bi' fotoroman gibi, hepsi resimli. Ama hiç birini unutmamışım.
Puzzle gibi... parça parça vermişler. Her yeni parçayı doğru yere oturtmuşum. Şimdi bülbül gibi ötüyor beynim yıllardır gözüme sokulanların hakkındaki her şeyi.

Kobay gibi hissettim kendimi. Evet, yaptıkları başarılı, mükemmel deneyin kobayı benim.
Sonuç ortada; özellikle magazin okumadan magazin haberleriyle doldurulmuş bi' beyin.
Öyle bi' beyin ki, her gece yattığında sızım sızım sızlayan bi' beyin. Ağrı değil, acı değil. Resmen yorgun bir beyin. Sanki mekanik gibi. Sanki saatlerce elektrikle, dişliler birbirine sürte sürte çalışmış, ısınmış, zorlanmış, yorulmuş, çınlayan bi' beyin.
Dolu ama gereksiz dolu. Her hücresi lüzumsuz bilgilerle doldurulmuş, gerekli olanları sokacak yer bırakılmamış bi' beyin.
Bunu bi' anda anlayınca açtım peşpeşe 15-20 tane magazin haberi, rastgele okumaya başladım. İlk bi' kaç cümleden sonra taşlar yerine oturuyor.

''Bilmemne terör örgütünün kaçırılacaklar listesinde olduğu ortaya çıkınca koruma sayısı artırılan...''
- S.Y!

''Çocuklarının bakıcısını hamile bırakan sanatçı!!!!!...''
-E, bu adam zaten mimli. Pabucumun sanatçısı...

''İkoncan blabla dedi ki; kocam beni aldatırsa göz...''
-Yumarsın sen, çünkü tek derdin ye-iç-gez-süslen-harca-giy-tak-takıştır.. Bunu sana sağlamaya devam ettiği sürece ağzına etse göz yumarsın. Yeter ki parası bitmesin.

''Altın portakal ödülünü alan oyuncu...''
-Almadan önce ağzına geleni söylüyor, küfürler ediyordu. Portakalı yemediği, sıkıp suyunu içmediği kalmıştı. Şimdi mi kıymete bindi? Hem onun kocası olacak karaktersiz herif...

diye haberi tamamlamakla kalmayıp dedikodusunu yapıyorum!
Allah benim belamı versin!
Hakikaten.

Bu beyni bu kadar gereksiz, beş para etmez, iğrenç şeylerle doldurmalarına göz yumduğum, yardım ve yataklık ettiğim, bu tuzağa düşecek kadar gerizekalı, salak, manyak, beyinsiz bi' hatun kişi olduğum için cehennemlerde yanayım.



Ben de diyorum kendime neden yeni bi' şey öğrenmeye kalktığımda, eskisi gibi tek seferde anlamıyorum, kafama girmiyor?
Girmez tabi, yer kalmamış ki!

Hadi şimdi at kafandan atabilirsen bunları. Temizle beynini, hafızanı.
Mümkünse yıkayıp akıtmak istiyorum kiri, gereksiz birikintiyi.
Çok tehlikeliler... hem de çok tehlikeli.

Evime TV sokmadığım halde ben bu durumdaysam, oturup TV karşısında saatler geçirenlerin vay haline.

Görsel: Google Images

Akvaryum

Dün, Baltık Denizi kıyısındaki çok güzel bi' şehirdeydim.
Buraya kadar gelmişken Akvaryum Müze'yi gezmemek olmazdı.
Öyle öldüm bittim akvaryum delisi biri değilim. Evimde akvaryum aramam ama herhangi bi' yerde gördüğümde bakmadan geçemem :)
Özellikle National Geographic belgesellerinde, denizle, deniz canlılarıyla olan bi' bölüm yakalarsam saatlerce seyrederim :)
Burası akvaryumun bulunduğu üç yanı denizle çevrili alan.



Burası akvaryum girişi :)



İlk girişte bulunan şeffaf balıklar gözüme çok şirin ve bi' o kadar da komik göründüler.
Kıpırdamıyorlardı :) Sanki bi' eğitimdeydiler ve hepsi milimetrik olarak aynı pozisyonda durmak zorundalarmış gibi görünüyordu göze.





Hemen şunu söyleyeyim; flaşlı fotoğraf çekimi yapmak kesinlikle yasak.
Bu sebeple bazen onlarca kez denediğim halde net bi' görüntü yakalayamadığım akvaryumlar oldu. Bi'çok akvaryumu ise karanlıktan dolayı görüntüleyemedim :(
Doğal ortamlarında bulunandan fazla ışıklandırma yasak. Bazı odalar deyim yerindeyse zifiri karanlık.





Bi'çok noktada -özellikle de merdivenlerde- bu fotoğraflarda görüldüğü üzere deniz canlılarına dair bilgiler verilmiş. Mesela aşağıdakiler maket değil gerçek.







Albatros :)))
Neredeyse benim büyüklüğümdeydi. Çok güzel görünüyordu.
Ve gerçekti.



Deniz yılanlarıyla başladık :)





Aşağıdaki kaplumbağacık bi' şeyler yapmaya çalışıyordu :)
Yaklaşık beş dakika sadece bunu seyrettim. Kumu kazıp, içerde bulunan bi' tahtayı kaldırıp atmaya çalışıyordu var gücüyle :)
Ya çok kızgındı, stresini atıyordu... ya da oyun oynuyordu :)







Aşağıdaki deniz canlıları benim en ilginç bulduklarımdan.
Ayakları var ve yürüyorlar! Bir o kadar da sevimliler :)



Aşağıda gördüğünüz balıklar ise 300-600 watt arası elektrik üreten cinstenmiş :)
Korkulur...





Bi' odanın genel görünümü.
Oturup saatlerce seyredebilir insan.















Minicik deniz anaları :)
Yuvarlak bi' akvaryumun içinde resmen dansediyorlardı :) Nasıl şirinler, minicik.



En beğendiğim bölüm burada başlıyor.
Rengarenk balıklar. Gök kuşağı gibi deniz canlıları.
Yosunlar, mercanlar, deniz bitkilerinin onlarca, yüzlerce çeşidi.
Minik minik böcekler, ne olduğunu anlayamadığım canlılar :) Hatta bi' solucanlar vardı, kumdan kafalarını çıkarıp bakan :) Kocaman gülümsetiyorlar insanı.





Deniz atı.
Kıpırdamıyor...
Bi' sürü vardı ama ışık net görüntü yakalamaya uygun değildi. Ben de bana en yakın duranı seçtim ve en net bu görüntüyü alabildim.











İşte o solucan ! :)
Kuma gömülü bedeni, resmen salınıyorlar :)







Aşağıdakiler Aslan Balığı
En zehirli balıklardan biri.
Çok tehlikeli.









Ya yaaaaa... Bu kız köpek balığı da gördü ölmeden :)
Gam yemem artık.



Bu balık çok enteresan bişeydi :)
"Müren"miş... şu sık sık ismini duyduğumuz.
Upuzun ve çok agresif görünümlü. Yanındaki balığa kızgın bi' şekilde nasihat verir gibiydi hehe :)







Deniz yıldızları... envai çeşit, renk renk.
Nasıl güzeller, nasıl şirinler...





Yengeçsiz deniz olur mu? :)





Kocamanlar :)









Evet! Anaconda ! Bunu da gördüm ya... Filmlerde falan görürdük, varlığı efsane gibiydi resmen.
Her şey aklıma gelirdi de bi' gün gerçek anaconda göreceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.
Yeşil anacondaymış efendim kendileri :)





Bitişe yakın onlarca, yüzlerce, binlerce deniz kabuklusunun örnekleri vardı :)





Bu da gerçek :)



Şimdilik bu kadar.

Görsel: Sahibinin sesi- Sittirella marka
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...