Incognito: Beynin Gizli Hayatı / Incognito: The Secret Lives of Brain


Yazar: David Eagleman
Çeviri: Zeynep Arık Tozar
Orijinal Dili: İngilizce
Basım Yılı: 2011/ Türkçe Basım: 2013
Yayınevi: Domingo - Bkz Yayıncılık

O kadar çok cümlenin altını çizdim ki; hepsini buraya taşısam kitabı okumanızın anlamı kalmazdı :)
Çok eğlenceli, çok şaşırtıcı, çok eğlenceli ve çok akıcı bir kitap.
Birçok sorunuza cevap bulacağınıza eminim. Ben mesela onlarca sorumun tek cevabının olduğunu biliyorum artık:
''İşte bunlar hep zombi sistemler'' :)

Arka Kapak Yazısı:
''Kendimizle aramızdaki fark, bir başkasıyla aramızdaki fark kadar büyüktür.''
Montaigne

''BİR KİTAP OKUDUM, HAYATIM DEĞİŞTİ.''
İsmet Berkan, Hürriyet

''ZİHNİNİZ BU KİTAP İÇİN SİZE TEŞEKKÜR EDECEK.''
Wired

Siz daha tehlikeyi algılamadan, ayağınızı fren pedalının üstüne götüren kim? Neden sır saklamakta böylesine başarısız, nedenini bilmeden birini çekici bulmakta bu kadar başarılıyız? Eğer bilinçli zihin, yani sabah uyandığınızda sizinle birlikte uyanan ben, buzdağının yalnızca görünen kısmıysa, zihninizin geri kalanı tüm bir ömür neyle iştigal etmekte?

Ünlü nörobilimci David Eagleman, 20 dilde yayımlanan –ve neredeyse şimdiden klasikleşen– kitabı Incognito ile beynimizin derinlerine dalarak, yaptığımız, düşündüğümüz ya da hissettiklerimizin çok büyük bir kısmının bizden başka bir biz tarafından yönetildiğini ürkütücü bir berraklıkla ortaya koyuyor. Sadakat geninden sizi olmadığınız birine dönüştüren beyin zedelenmelerine; optik yanılsamalardan striptizcilerin neden ayın belirli zamanlarında daha çok para kazandığına; Truva fatihi Odysseus'tan renkleri işitip biçimleri tadabilen sinestezik insanlara kadar geniş bir yelpazeden vakaları ve araştırmaları bir araya getiren Incognito, beynimizin işleyişi ve çelişkileri hakkında olağanüstü bir keşif yolculuğu sunuyor.''

Altını Çizdiğim Cümleler:
''İnsanoğlu, içinden belirlediği hiçliği ve onu yutmuş sonsuzluğu anlamakta aynı ölçüde beceriksizdir.
- Blaise Pascal, Pensees (Düşünceler)''

''Kendinize aynada şöyle iyice bir bakın. O çarpıcı güzel görüntünün altında, aslında ağlardan yapılı gizli bir düzenek evreni tıkır tıkır işlemektedir. Bu düzenek birbirine kenetli kemiklerden oluşmuş bir çatı, güçlü kaslardan oluşmuş bir ağ, özelleşmiş durumda epeyce bir sıvı ve sizi canlı tutmak için gözden uzak çalışıp duran bir iç organlar ortaklığı içerir. Deri adını verdiğimiz, kendi kendini iyileştirme özelliğine sahip yüksek teknolojili duysal tabaka ise bu düzeneği kusursuz biçimde kaplayarak göze hoş görünen bir paket çıkarır ortaya.''

''Ancak kayıt cihazını kullanırken, toplumsal nitelikli bazı sıkıntılar da yaşadı. Batı Afrika yerlilerinden biri, cihazdan kendi sesinin çıktığını duyunca Alberts'ı ''dilini çalmak''la suçladı. Alberts, bulduğu bir aynayla adamı dilinin yerinde durduğuna ikna ederek, dayak yemekten kıl payı kurtulabildi.
Yerlilerin kayıt cihazını neden böylesine akla aykırı bulduğunu anlamak zor değil. Sesler gelip geçici ve tanımsız gibidir; tıpkı rüzgâra bırakılmış ve yeniden toplanması olanaksız bir çuval dolusu kuş tüyü gibi. Seslerin ağırlığı ve kokusu yoktur, onları elinizle tutamazsınız.
Bu nedenle, sesin gerçekten de fiziksel bir olgu olması şaşırtıcıdır.''

''Bilinciniz, koca bir transatlantik buhar gemisinde yolculuk yapan ama kıyıda köşede kalmış bir kaçak yolcudan farksızdır; yolculuktan nasiplenmiştir ama derinlerde işlemekte olan o heybetli mühendislik gözüne görünmez bile. Bu kitap, işte bu şaşılası olguyla ilgilidir: Bu işleyişi nasıl bilebildiğimiz, taşıdığı anlam ve aklınıza gelebilecek her şey -insanlar, pazarlar, gizler, striptizciler, emeklilik hesapları, suçlular, sanatçılar, Odysseia, sarhoşlar, inme vakaları, kumarbazlar, sporcular, tazılar, ırkçılar, aşıklar ve kendinize ait olduğunu öne sürebileceğiniz bütün kararlarınız- üzerine getirdiği açıklamaları içerir.''

''Neşeyle ''Aklıma bir şey geldi!'' diye böbürlendiğinizde beyniniz aslında muazzam bir iş çıkarmış ve bu deha anına hazırlamıştır oysa sizi. Sahne arkasından çıkarıp da ortaya sunduüunuz bilgi, nöral devrelerinizin bu bilgi üzerine saatler, günler, belki de yıllar öncesinden başladığı çalışmanın, onu pekiştirip sürekli olarak denediği yeni kombinasyonların ürünüdür. Ancak siz, sahne arkasında gizlenmiş bu muazzam düzeneğin üzerinde bile durmadan, sonucu rahatlıkla kendinize yontarsınız.''

''Bu ilkeyle ilgili çarpıcı bir örnek, 1978'de karbon monoksit zehirlenmesi geçiren bir kadını konu alır. Kadının yaşaması bir şans, görme sistemiyle ilgili bazı beyin bölgelerinde (özellikle de hareketin temsilinde devreye giren alanlarda) ortaya çıkan kalıcı hasar ise tümüyle şanssızlıktı. Sistemin geri kalanı sağlam olduğu için durağan nesneleri sorunsuzca görebiliyor, orada bir top, burada bir telefon olduğunu söyleyebiliyordu. Karşıdan karşıya geçmek üzere kaldırımda beklerken ise ''orada'', derken bir an sonra ''burada'', daha da sonra önünden geçmiş olarak yine ''orada'' bir kırmızı kamyon görebiliyor, ancak kamyonda herhangi bir hareket saptayamıyordu. Bir sürahiden su boşaltmaya kalktığında gördükleri sırasıyla eğim verilmiş bir sürahi, sürahiden aşağı sarkan pırıl pırıl bir su sütunu ve nihayet bardaktan taşan suyun oluşturduğu su birikintisiydi. Suyu hareket eder halde göremiyordu. Yaşamı bir dizi fotoğraf karesinden ibaretti. Tıpkı şelale etkisi gibi bu kadının hareket körlüğü de, bize konum ve hareketin beyinde birbirinden ayrılabildiğini gösterir.''

''Beynin ''plastisite'' adı verilen bu esnekliğinin inanılmaz sonuçlarından biri de, gelecekte beyni doğrudan yeni veri akışlarıyla (kızılötesi veya morötesi görüş, hatta iklim ve borsa verileri bile) yükleyebilecek olmamız. Böyle bir durumda beyin verileri sindirmek için epeyce uğraşacak ama er veya geç dili konuşmayı öğrenecek.''

''Girdilerin ne kadar kolayca işlenebilir hale geldiğini görmek şaşırtıcı olsa da, Paul Bach-y-Rita'nın yıllarca süren araştırmasını özetlediği ifadeyle ''siz beyne bir kez bilgiyi verin, o üstesinden gelmeyi başaracaktır.''

''Babanızın kendine özgü yürüyüşünü, burun şeklini, gülüşünü anlatmakta zorluk çekseniz de onun gibi yürüyen, gülen ya da ona benzeyen birini gördüğünüzde hemen farkına varırsınız.''

''İnsan, düşünce barındıran bir bitkidir; tıpkı bir gül ağacının gül, elma ağacının da elma barındırdığı gibi.''
-Antoine Fabre D'olivet,
L'Histoire philosophique du genre humain''

''The Truman Show filminde, filme adını veren Truman, gözü pek bir televizyon yapımcısının tümüyle onun çevresinde ördüğü (çoğunlukla da doğaçlamayla) bir dünya içinde yaşamaktadır. Filmin bir kesitinde bir muhabir yapımcıya sorar: ''Sizce Truman neden kendi dünyasının gerçek doğasını keşfetmenin kıyısına bile gelememiş durumda?'' Yapımcı şöyle yanıtlar: ''Bizler, bize sunulan dünyanın gerçekliğini kabul etmeye hazırızdır.'' Bu sözlerle taşı gediğine koymuştur yapımcı.''

''Gerçeklik, beyin tarafından pasif biçimde kaydedilmek yerine, aktif  biçimde beyin tarafından inşa edilir.''

''Binlerce zengin ülke vatandaşının yüz gerdirme, karın gerdirme, implant, yağ aldırma ve botoks gibi işlemlere para akıtmasının nedeni budur. Bu insanlar, aslında başkalarının beynindeki programların kilidini açacak anahtarları ellerinde tutabilme çabasındadırlar.''

''Kadınların âdet döngüsü süresinin de bir başka kadının koltukaltı terini kokladıktan sonra değişebildiği düşünülmektedir.''

''Erkek tarla faresi belirli bir dişiyle yinelemeli biçimde çiftleştiğinde, beyninde ''vazopresin'' adı verilen bir hormon salgılanır. Vazopresinin beynin ''accumbens çekirdeği'' olarak bilinen bölgesindeki reseptörlere bağlanması ise ''o'' dişiyle ilintilendirilen bir haz ortaya çıkmasını sağlar. Tek eşliliği kilit altına alan bu süreç, çift bağlanması (pair-bounding) olarak bilinir. İlginçtir ki, araştırmacılar genetik tekniklerle vazopresin düzeylerini yükselterek, çok eşli türleri tek eşli davranışlarına yönlendirebimektedirler.''

''Yakın gelecekte, bilimsel literatürün sıkı takipçisi genç bayanlar, erkek arkadaşlarının sadık birer koca olma olasılığını anlamak için onlardan genetik test yaptırmalarını isterlerse şaşmamak gerekir.
Yakın geçmişte bakışlarını aşk ve boşanma konularına çeviren evrimsel psikoloji uzmanlarının, birbirine âşık olan iki insanın, üç yıla varan bir süre boyunca heyecan ve coşkunun zirvede dolaştığı bir dönem yaşadığını fark etmeleri uzun sürmedi. Bu dönem boyunca vücut ve beyindeki iç sinyaller sözcüğün tam anlamıyla birer aşk iksiridir. Sonra inişe geçilir. Evrimsel bakış açısından, bir çocuk yetiştirmek için gereken süreyi aştıktan sonra (ortalama dört yıl), seçtiğimiz eşe duyduğumuz ilginin azalmasına programlanmışızdır.''

''Paltolu bir yabancı, bir adamın kapısında belirir ve ona bir teklifte bulunur: ''İşte üzerinde tek bir düşme bulunan bir kutu. Tek yapman gereken, bu düğmeye basmak. Bunu yaparsan sana bin dolar vereceğim.'' ''Peki, düğmeye bastığımda ne olacak?'' diye sorar adam. Yabancı yanıtlar: ''Düğmeye bastığında çok uzaklarda, hiç tanımadığın biri ölecek.'' Adam bütün gece, içine düştüğü bu ahlaki açmazdan dolayı kıvranır. Düğmeli kutu mutfak masasının üzerinde öylece durmaktadır. Kutuya uzun uzun bakar, çevresinde döner durur. Alnı ter içinde kalmıştır.
Nihayet, içinde bulunduğu berbat mali durumu da değerlendirmeye kattıktan sonra kutuya doğru atılır ve düğmeye basar. Hiçbir şey olmaz. Ortalık sessizdir, sıradan bir hava hüküm sürmektedir.
Derken biri kapıya vurur. Paltolu yabancıdır gelen. Adama parasını verir ve kutuyu alır. ''Bekle'' diye bağırır adam arkasından. ''Şimdi ne olacak?''
Yabancı yanıtlar: ''Kutuyu alacağım ve sıradaki kişiye vereceğim. Çok uzaklarda, hiç tanımadığın birine.''

''Eski Yunanlar yaşamla ilgili olarak bu bakış açısını yakalayan bir benzetme yapmışlardı: Bir arabacısınız ve iki tekerlekli at arabanız çok güçlü kuvvetli iki at tarafından çekiliyor. Beyaz at aklın, siyah tutkunun temsilcisi. Beyaz at sizi sürekli olarak yolun bir tarafına, siyah at da diğer tarafına çekmeye çalışıyor. Sizin işiniz dizginleri sıkıp ikisini de kontrol altında tutmak; çünkü yolun ortasından ilerlemeye devam etmenin tek yolu bu.''

''Akıl karıştırıcı veriler karşısında öyküye sığınma olgusuna bir başka örnek olarak rüyaları ele alalım. Rüyalar da geceleri beyinde kopan elektriksel fırtınalar için kurgulanan yorumsal birer üst katman olarak düşünülebilir. Nörobilim literatüründeki popüler bir görüşe göre rüyalardaki olay örgüsü, aslında gelişigüzel elektriksel etkinliklerin (orta beyindeki sinir hücresi topluluklarının elektriksel deşarjı) etkisiyle bir araya getirilmiş parçalardan oluşan bir bütündür. Bu sinyaller alışveriş merkezindeki bir görüntünün, sevilen birinin yüzünün, düşme duygusunun ya da bir aydınlanma ânının simülasyonunu ortaya çıkarır. Tüm bu anlar bir öykü oluşturmak üzere birbirine örülür; siz de gelişigüzel elektriksel etkinliklerle geçen bir geceden sonra işte bu nedenle eşinize doğru dönüp ona anlatacak çok tuhaf ve saçma bir öykünüz olduğunu söylersiniz.''

''Buna karşılık, yalnızca birkaç basit alt programdan (''Yiyeceğe benzeyen şeyleri ye ve aniden beliren büyük nesnelerden uzak dur'' gibi) yararlanan hayvanlardan farklı bir bakın stratejisi uygular: ''Çok sayıda yumurta üret ve her şeyin yolunda gitmesini dile'' gibi. Yeni programlar yazma becerisine sahip olmayan bu canlıların elindeki tek slogan şudur: Rakiplerine karşı akılca üstünlük kuramıyorsan, sayıca kur.''

''Sır kavramını ele alalım. Sırlarla ilgili olarak bilinen temel gerçeklerden biri, sır tutmanın beyne zarar verebildiği gerçeğidir. Psikolog James Bennnebaker ve meslektaşları, tecavüz ve ensest kurbanlarının ister utanç ister suçluluk duygusuyla olsun, sırlarını kendilerine saklamayı tercih ettiklerinde olanları incelediler. Yıllar süren çalışmalardan sonra Pennebaker ''olayı başkalarıyla tartışmamanın ya da kimseyle paylaşmamanın, deneyimin kendisinden daha zarar verici olabileceği'' sonucuna varmıştı. Sırlarını itiraf eden ya da yazan kişilerin sağlığı iyiye gidiyor, doktor ziyaretleri azalıyor ve stres hormonu düzeyleri ölçülebilir bir düşüş gösteriyordu.''

''Siz de mutlaka fark etmişsinizdir ki, bir sırrı açık etmenin nedeni, genellikle yalnızca açık etmiş olmaktır; yoksa, tavsiye istemek değil. Dinleyici, olur da sırla birlikte ortaya dökülen soruna bariz bir çözüm görüp bunu önerme gafletinde bulunursa da, anlatanı öfkelendirmekle kalır yalnızca. Çünkü, anlatıcının aslında tek derdi sırrını anlatmaktır. Sırrı anlatmak, başlı başına çözümün ta kendisidir çoğu zaman.''

''Çocukken, içinde bulunduğumuz şu günleri düşünüp robotlarımız olacağını varsayardım; yemeğimizi getirecek, giysilerimizi temizleyecek ve bizimle konuşacak robotlar. Gelgelelim yapay zekâ alanında bir şeyler ters gitti ve sonuçta evimde bulunan robot denebilecek tek şey de kendi kendini yönlendirebilen ama biraz kıt zekâlı bir elektrik süpürgesi.''

''Bazen iyi bir okuyucusunuzdur, bazen dalar gidersiniz. Bazen doğru sözcükleri bulursunuz, bazen diliniz düğümlenir. Bazı günler çamura saplanmış bir sopa, diğerlerinde kaygıdan kurtulmuş özgür bir ruhsunuzdur. Öyleyse gerçek ''siz'' kimdir aslında? Fransız deneme yazarı Michel de Montaigne'in ifadesiyle ''Kendimizle aramızdaki fark, bir başkasıyla aramızdaki fark kadar büyüktür.''

''Özetle, bu genleri taşıyorsanız, ağır saldırı suçu işleme olasılığınız diğerlerine göre sekiz kat, cinayet işleme olasılığınız on kat, silahlı soygun yapma olasılığınız on üç kat ve cinsel saldırı suçu işleme olasılığınız da kırk dört kat fazladır.
İnsan popülasyonunun yarısı bu genlere sahipken diğer yarısının sahip olmaması, ilk grubu, diğeriyle kıyaslanmayacak ölçüde tehlikeli kılar.
...
Bu arada, bu tehlikeli gen grubuna yeniden dönecek olursak siz de olasılıkla adını duymuşsunuzdur. Topluca ''Y kromozomu'' olarak anılırlar. Ve eğer siz de bir taşıyıcıysanız, ''erkek'' olarak isimlendirilirsiniz.''

''Suçluluk derecesinin şimdiki teknolojinin sınırlarıyla belirlenmesi akla yatkın değildir. Bir onyılın başında kişiyi suçundan sorumlu ilan edip onyılın sonunda da onu aklayan bir adalet sistemi, sorumlu tutulabilirlik kavramının açık bir anlam taşımayacağı bir sistemdir.''

''Bil öyleyse kendini ve bırakma işini Tanrı'ya. İnsansa üzerinde çalışacağın, bakacağın da yine insandır, unutma.''
-Alexander Pope


Keyifli okumalar :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...