Tü kaka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tü kaka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sittir Git!



Bakmayın başlığın böyle sert olduğuna... aslında şeker gibi bi' gönderi yapmaya niyetim var çünküm uzun zamandır 'Bugünlerde ben' yazısı yazmamıştım :)

Eminim çok merak etmişsinizdir bugünlerde neler yaptığımı.
Hani, işiniz-gücünüz yok, sürekli 'Acaba Sittirella ne yapıyordur şimdi/şu anda?' diye düşünüyorsunuz ya... :)
Hani, dünyanın merkezinde ben varım, dağlar-ovalar ve de yeşil vadiler benim eserim ya... :)
O sebepten sizi daha fazla merakta bırakmayayım dedim :)

Teallam yareppim! :)

Bugünlerde ben, bissürü blog takip edip, bol bol tespit yapıyorum  :)
Hatta ve hatta -zamanım çok bolsa- oturup blog tutmaya ilk başladıkları günden itibaren yazdıkları her şeyi okuyorum takip ettiğim bloggerların :)
(Ne acayip bi' kelime oldu bu: bloggerlar :P )
Günden güne değişimlerini görebiliyorum yazdıklarında, nereden-nereye geldiklerini görüyorum, çok eğlenceli oluyor :)
Bazıları çirkin ördek yavrusu'ndan kuğu'ya dönüşüyor, bazıları ot gelip .ok gidiyor.
Bazıları da, izleyici sayısının 101'e ulaştığı an kendini dünyanın hakimi ilan ediyor ki, bence en eğlenceliler bunnar :)))

Neyse, dağıttım-toparlıyorum konuyu :)
Bugünlerde, anlamadığım-anlamlandıramadığım ve sanırım asla anlayamayacağım şeyler dönüyor bu blog aleminde, vay anam ki, ne vay vay! :)
İstisnalar kaideyi bozmaz demeyeceğim bu sefer, az sonra yazacaklarımı yapan herkes benim gözümde;
.......   .........  .........! :)

Meselam: bi' blogger doğurmuşm yapmış... taaaa üj-bej-on yıl önce; anne olmuş.
Aman ne güzel, uzun-mutlu ömrü olsun çocuğunun, çok güzel günlerini görsün işşallaa.
Anne olmak güzeldir elbet, boşuna demiyorlar cennet bile ayaklarının altında diye... herkesin ulaşamayacağı 'rütbe' :)
Minicik bi' mucizeye ortak oluyorsun, bedeninde yavrunu büyütüyorsun, dünyaya getiriyorsun... şahane!
(Senden başka canlılar da bu mucizeye ortaklar. Hem de beş-on tane birden dünyaya getiriyorlar, yavruların göbek bağlarını da dişiyle kesenler-diliyle temizleyenler de var... bu da bilgine)
Ama.... iş bloglamaya gelince .okunu çıkarıyorsun.

Bu arkadaş ne doğurduysa artık, sanırsın tek çocuk onda var :)
Çocuk değil; dünyada eşi-benzeri olmayan, gözyaşları elmastan, yımırta yese-gökkuşağı .ıçan bi' masal kahramanı doğurmuş.
Çocuğu doğuran dünyaya getiren kadın, -artık nasıl bi' evrim geçirdiyse doğum esnasında ve sonrasında- beyin kapasitesi açılmış, hayata bakışı değişmiş, bi' gelişmiş-bi' bilişmiş... bulamadım uygun kelimeyi buraya :/

Nassı desem? Einstein yanında .ok yemiş!
O kaddaaa yani :)
Her bi'şeyin en iyisini o bilir olmuş, en güzel annelik tavsiyelerini o verir olmuş, çocuk gelişiminin kitabını yazar ve hatta kitabını bırak, tarihini sil baştan yazar olmuş :)
Bugüne kadar ne yazılıp-çizildiyse yalandır ve de yanlıştır, o ne derse odur- kayıtsız-şartsız doğrudur olmuş.
Çocuğu ne dedi - ne yedi - ne içti - ne renk .ıçtı? bilmemiz şarttır :)
Nan, herkesin var çocuğu-evladı.
Herkes paylaşıyor çoluğunun-çocuğunun fotoğraflarını... elbette paylaşacak, hayat paylaştıkça güzelleşir :)
Ama kimse tutup 'bu oğlum Kaval Can, bu da çektirdiğimiz çürük dişi. Bakın, çürük dişi bile hepinizin çocuğunu döver!'' demiyor be... en fazla ''yavrumun dişi çıktı, ağrısı var'' diyor elalemin anneleri.

Böyle bi' blogger ile karşılaştığımda;
''Günün birinde kazara çocuğum olur ise, nasıl bi' anne olmamam / nasıl bir canavara dönüşmemem gerekir'' dersi alıyorum.

*   *   *

Meselam; 'Bugün ne giydim?'cilerden bi' örnek vereyim.
Arkadaş, bugün ne giydiysen giydin... pek yakışmış-maşşallaaaaa... da, giydiysen bana mı giydin? :)
Yok efenim neymiş?
Rengarenk fırfırlı bolerolar bu yaz çok modaymış... herkeşler peşpeşe fırfırlı bolero paylaşıyormuş... özentilermiş.
Çünküm bu hanfendü, sarı renkli-fırfırlı boleroyu ilk olarak bi' yıl önce, kombinlemiş -hemen oraya linkte yapıştırılır/fotoğraf koyulur tabi, ispat olması açısından- eee? 
Taaaa bi' yıl öncesinden biliyormuşmuş oluşacak trendi!
Bi' adım daha ileri gidelim: modayı yaratıp - modaya yön veriyormuş! :)))))
Nan... nan! Bi' dur be... parmakların ne yazıyor bi' kontrol et be! 
Orda 'Backspace' denen bi' tuş var, bas ona, korkma ısırmaz... sen yeter ki bas :)
Okuyan da, seni bi' Coco, bi' McQueen sanacak :)

Bi' kendini beğenmişlik- en iyi benim!cilik fırıl fırıl dönmekte blog aleminde.
Kendini ispatlama, başkalarına 'üstünlüğünü' kabul ettirme çabası...
Anlayamadım-anlamıyorum-anlayamayacağım.

Bi' kere şunu peşin peşin kabul edelim; hepimiz insanız, eksiğiz, kusursuz imalat değiliz.
Bi' kere hepimiz osuruyoruz pırtlatıyoruz, var mı ötesi?
Hiçbirimizin çişi cam göbeği rengi değil.
Bi' ay yıkanmasak; hepimiz leş gibi kokarız.
Hepimizin hayatında yasyamuk bi' şeyler vardır.
Hiçbirimiz mikkemmel! değiliz, mükemmele sahip de değiliz.
Eşit derecede tamamız- eşit derecede eksiğiz.

Hepimizin çok iyi bildiği bi' konu tabisi de vardır;
Ebru Şapşallı bile Pilates gurusu bu ülkede :)
Onun bile var senden-benden iyi bildiği bi'şi.
Bildiklerimizi paylaşmak iyidir-güzeldir; hayat paylaştıkça daha da güzelleşir.
Ama, insanca paylaşıldığında güzeldir.

Ama, sen kalkıp;  ''Onu da bilirim-bunu da bilirim ve hatta şunu da bilirim, ötekileri de bilirim, her şeyi bilirim, her şeyin en iyisini ben bilirim'' diyorsan...
Kalkıp, kendi bildiğini-bilgini paylaşmak yerine 'bilmişlik' yapıp burnundan kıl aldırmıyorsan...
Dediğin dedik-öttürdüğün düdük ise...
Hele bi'de kendi bildiğini-sevdiğini başkasına zorla kabul ettirmek için demediğini-yapmadığını bırakmıyorsan...
Hakkaten, çok içimden gelerek söylüyorum: Sittir Git!

Demek ki neymiş?
Bugünlerde ben azıcık atar yapmak istemişim  :)
Bu' da böle bi' gönderi oldu işte...

... to be continued...
...devam edecek...

Hanimiş: Bu gönderinin oricınıl hali pek bi' küfürlümsüydü... çok bi' fena idi.
Bu sabah yayımlanacaktı... son dakikalarda taslağa çevirdim.
Bu edeplenmiş-uslanmış hali yani... saygılarımlan arz iderim.



Görsel: Deviantart stop that riot by ~theAliensExist

Google Google... hele bir bak aşağıda ne yazıyor :



Hapse giriyorum arkadaşlar.
Artık bana bol bol el yazısıyla yazarsınız :/
Bu da nerden çıktı demeyin, hemen açıklıyorum durumu :'(

Ö-höm ö-höm!
İşten eve geldim, çayım-kahvem hazır.
Kuruldum PC başına, takip ettiğim bloglarda yapılan yeni gönderileri okuyacağım, keyifle...
İlk olarak yeni gelen yorumları yayımladım ve hatta bi' kaçını yanıtladım. Buraya dek her şey normal.

Başladım blog listeme bakmaya, bizim OİP'im kutukafayı öldürmüş :) Hemen bir yorum yaptım.
Sayfasında yorum kontrolü olmadığını bildiğimden yorumumun yayımlanıp yayımlanmadığına bakmadım bile.
Ardından Edi'nin sayfasını ziyaret edip, çektiği bitpazarı fotoğraflarının birindeki ayrıntıya takıldığım için destan gibi yorum yaptım.
Bastım gönder butonuna... ı-ıh! Gitmiyor! Google uyarı veriyor :/ Döndüm OİP'in yorum penceresine, onda da aynı ERÖR :/
''Google hesabınız şüpheli ve tehlikeli hareketler midir nedir, -alengirli işlemler yapıyorsun der gibi- tespit edildiği için bloklanmıştır!''
Ülke adını onaylayacağım, telefon numaramı yazacağım da hesabımı geri alacağım.
Denemediğim yöntem kalmadı, yedek mail adreslerine şifre sıfırlama linkleri geldiği halde yine de hesabıma erişemiyorum!.
Dellendim!
Dedim mesaj falan hikaye, sesli arama yapsın bana google madem yapacaksa!
İşaretledim-gönderdim.
+16503539140 numaralı telefondan otomatik arama geldi ve bildiğin otomatik sekreter bana bi' aktivasyon kodu sıraladı, iki kez tekrarladı.
Sekreter dediğin otomatik bile olsa kadın oluyormuş arkadaş... öğrendim.
Girdim kodu kutucuğa, tak açıldı Google hesabım!

Hani ben alengirli işler çeviriyordum arkadaş? Her şey telefon numarama erişinceye dek miydi?
Belki de bambaşka biri -sadece kullanıcı adımı yani mail adresimi bilen ama şifremi bilmeyen biri- yazdı kendi telefon numarasını-aldı kodu, elimden aldı Google hesabımı, blog adresimi, son beş yılın birikimini????
Bu mu sizin data koruma seviyeniz?
Birinin mail adresini bilmek yetiyor mu elinden hesabını almaya tek bi' telefon numarasıyla?
Hepimiz biliyoruz blogların bağlı olduğu mail adreslerini, görebiliyoruz sonuçta!
Aç parantez (bu arada, hepinizin hesabınızı elinizden alabilirler bu yöntemle demek istiyor şair size, yeter ki kullanıcı mail adresinizi bilsinler!!!!! kapa parantez)

Ayrıca, o tehlikeli-şüpheli hareketleri, üç beş yoruma yanıt yazmakla-arkadaşımın sayfasına yorum bırakmak arasında geçen toplasan yazıyla BEŞ, sayıyla 5 dakika içinde mi yaptım?
Hadi, boş verdim hepsini...
Ne diye, kumanda paneline döndüğümde, bugüne dek adını bile duymadığım blogları izleme listemde görüyorum???
Hem de bir değil, beş değil!
Ne diye, aylar-yıllar önce takipten çıkardığım blog yazarlarının gönderilerini görüyorum???
Hadi bunları da sittir et!
BEN NEDEN KENDİ BLOG SAYFAMI İZLEMEYE ALMIŞ GÖRÜNÜYORUM?????????
Açın bakın, izleyiciler kısmından, hem de ilk sıralardayım, en son izleyici bile değilim, yıllardır kendimi takipte görünüyorum!!!
Ne diye kendimi takip edeyim, zaman makinesi icad edildi de, beş yıl öncesine gidip kendi bloguma izleyici olup geri mi geldim?
Yapılacak onca iş, değiştirilecek onca şey varken hem de 5 yıl öncesinde...

Ben senin taaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa........ babanın şarap çanağına tüküreyim Google!

Yemin ederim soğudum!
Ben, kendimi gizleyen-saklayan-millete var olmayan bir hayat hikayesini kakalamaya çalıştığı için adı-sanı ortaya çıkacak diye korkudan tir tir titreyen biri değilim ki!
Bi' ton arkadaşım var burda, akraba olduk be!
Ver deseydin numaranı, verirdim!
Şimdi işim yoksa düşünüp durayım CIA mi izliyor beni? FBI mı?
Yoksa bildiğin MİT mi?
Hergelenekon'dan içeri mi alıcaklar? Adres tespitine mi uğraşıyorlar yoksam leyn?
Yapmışımdır ben kesin bi'şiler :/
Hiç bi'şi yapmamış olsam bile, sevmiyorum ya Tayyeap'i... bu bile suçtur veya kanun hükmünde kararname ile Tayyeap'i sevmemek de suç ilan edilmiştir bu sabah belki.
Sevmeyenleri de akşam saatlerinden itibaren 'Yattık rüyaya, sorduk - S.Ella nereye gitsin? Yüce rabbim Silivri gibim bi' yer olsun dedi' deyip içeri tıkmaya başlamışlardır.
Uleeeeyn!
Gel de paranoyak olma!
Kesin atıcaklar beni içeri:/
Benden ses çıkmazsa, malum Silivri-Milivri bi' yerlerdeyim.
Karton karton sigara, bol bol kitap, defter-kalem temiz çorap,famila-manila neyin getirin.
Valla hakkımı helal etmem bak.
Valla dedim :/
Oyoyoyoy! :)

Görsel: Google Images

Özgüven eksikliği ve yan etkileri


Merhaba arkadaşlar,
Bugün burnumu sokacağım konu aslında -başlıktan da anlaşılacağı üzere- özgüven eksikliği ve bunun yan etkileri.
Bu konuya girmeden önce konuyla az ilgisi olan başka bir noktaya değinmek istiyorum.

Onlarca blog adresi takip ediyorum. Hepsini beğenerek mi izliyorum? Elbette hayır.
Tamam, bazı blog yazarı arkadaşların fanatiklik derecesinde hayranıyım ama bu blog işinde hala anlamadığım, anlamlandıramadığım ve anlatamadığım şeyler var.
Bunları elimden geldiğince sade, net  ve düz bir şekilde açıklamaya çalışacağım.

Şimdi, diyelim ki herhangi bi' blog adresini izlemeye aldım veya herhangi biri beni izlemeye aldı;
Soru bir; izlemeye aldığım kişi beni izlemeye almak zorunda mıdır?
Cevap; tabisi de hayır!
Soru iki; beni izlemeye alan kişinin sayfasına koştur koştur gitmek ve hemen izlemeye almak zorunda mıyım?
Cevap; tabisi de hayır!
Bu arada bu ''tabisi de'' fena takıldı dilime ya, hadi hayırlısı :)

Hemen izah işlemlerine başlayayım.
Bakıyorum, bir kaç kişi sayfamı izlemeye başlamış, aman ne güzel.
Demek ki; sayfama baktığında, arşivi kurcaladığında hoşuna giden, okumaktan hoşlandığı veya nefret ettiği, ''bu hatun ne cici yazıyor'' ya da ''bu hatun neler saçmalıyor?'' diyebileceği bi' şeyler bulmuş ki izlemeye başlamış.
Bu konuda hemfikir miyiz?
Sanırım ''Evet'' :)
Bir gün izler, ikinci gün ''Hastirnaaan!'' deyip çeker gider.
Gidenin arkasından ağlar mıyım?
Tabisi de "Hayır" :)
Ama, ola ki gitmez kalır, başlar bülbül gibi şakımaya... o zaman hemen eline bi' minder tutuştururum; ''buyur otur, sen kalıcısın galiba'' derim :)

Bunları neden yazıyorum?
Son zamanlarda enteresan diyaloglar içersindeyim.
Biri kalkmış beni izlemeye başlamış.
Bir kaç kez yorum yapmış, ben de paşa paşa yanıtlamışım yorumlarını.
Üç beş gün sonra çekmiş gitmiş, farkında değilim.
Aradan biraz zaman geçmiş, dıdımın dıdısının dısısından bana mesaj geliyor;
''S.Ella çok ayıp, insan kendini izleyen insanı izler'' :)
Ne? Kim? Nasıl yani? Anlamadım? derken ''bilmem kim seni o kadar izlemiş, yorum yapmış ama sayfasına gitmemişsin bile!''
Buyur, buradan yak!

Şimdi sevgili arkadaşlarım;
Ben normal, sıradan, senden benden hiçbi' farkı olmayan bi' insan evladıyım.
Kusurum, hatam, eksiğim yok mudur?
Tonla vardır, madde madde sayarım.
Herkese, her şeye bi' yere kadar tahammül etmek gibi harika bi' özellik sahibiyim :)
Amma velakin;

***
Çocuğum yok ki kalkıp ''Anne'' bloglarını izleyeyim.
Bana ne kimin evladının günde kaç kez kaka yaptığından?
Bana ne kimin çocuğunun diş çıkarırken kaç saat ağladığından ve bu ağlama seanslarını en aza indirgemek için neler yapılması gerektiğinden?
Günün birinde anne adayı veya anne olur isem elbette izleyeceğim, araştıracağım şeyler olacaktır.
Kaldı ki benim bissürü ''Anne'' arkadaşım var, onlar sadece çiş-kaka değil insana dair yüzlerce bilgi düşüyorlar sayfalarına. E, o zaman izleniyorlar işte.

***
Aşçı değilim ki yemek bloglarında saatlerce yorum yapayım, hepsini izlemeye alayım.
Var benim bi' kaç tane gerçekten her tarifine göz attığım, zamanım oldukça '' Bu da enteresanmış, hem yapımı da kolay, bir deneyeyim'' deyip copy-paste yaptığım bloglar.
Beğendiğime yorumumu yaparım, teşekkürümü ederim.
Ne işim olur 4-5-15. yemek bloguyla?
Her akşam sevgilime ziyafet sofrası hazırlama lüksüm yok!
Hem nerden bulurum bilmemneli, bilmemne sosunda bilmem kaç saat dinlendirilmiş, ıcırıklı bıcırıklı bücübücüyü?
Daha adını söyleyemediğim usuller, malzemeler, baharatlardan, ottan bahsediyorsun.
Ben iki kaşık sıcak aşıma bakarım.
Budur olayım.

***
Bana ne ''Elhamdürillah Tayyeap Paşa'' diyenin sayfasından?
O seviyordur, gider oyunu verir.
Ben sevmem, gider  bilmem kaç yüz kilometre yol kateder, "bi' oy bi' oydur" deyip konsoloslukta/sınır kapısında/memlekette oy kullanırım, günahımı isteseler parayla, vermem o üçkağıtçılara.
Mecbur muyum senin düzene düzdüğün methiyeleri içeren blog sayfanı izlemeye?
Aynı şekilde sen; izleme beni, mecbur değilsin ki!
Kaldı ki var benim de siyasi görüşü taban tabana zıt ama can ciğer arkadaşlarım :)
Burada da var, izleyicilerim, izlediklerim.
Demek ki her şey ''padişahım çok yaşa!"  veya "ampuller!'' olayı değilmiş.
Biz başka ortak paydalara sahipmişiz ki bi' aradayız hala.

Burası benim oyun alanım.
İster yazarım, ister yazmam.
İster aylarca uğramam, istersem oturur günde yüz gönderi yayımlar ortalığı şenlendiririm.
Kim kimin keyfinin kahyası olabilir ki?

Açık söyleyeyim;
Kendini izlemeye alan herkese koştur koştur gidip izlemeye alanları çok İKİ YÜZLÜ buluyorum.
Yapmacıklığın daniskası.
Tribünlere oynamak, başka da bi' şey değil!
Geleni kaybetmemek adına atılan takla.
Yazık.

Benim ''Anonim'' olarak izlediklerim vardır mesela.
Her gönderisini okurum, incelerim ama tek kelime yazmam.
Keyif benim değil mi?
Gün gelir gerçekten söyleyecek sözüm olur, paşa paşa yazarım.
Bu izleme-izlenme işi beni kasmaya başladı cidden.

Şunu o güzel kafanıza sokun; kimse... kimseyi... izlemek... izliyorsa da sonsuza dek izlemek zorunda değil!

Bu konuda açıklamam yeterli ise hemen diğer konuya geçeceğim.
Özgüven konusu, çok dandik, çok karışık ve üzerine saatlerce konuşulabilecek konu.
Bakıyorum bırakılan yorumlara ve o yorumları yazanların paylaşımlarına... cidden acıyorum.
Öyle bir abartıyorlar ki yaşamlarını, yaşadıklarını, hayat standartlarını, hedeflerini... ister istemez insan düşünüyor; acaba hayatında ne gibi eksiklikler, tatminsizlikler, yanlışlar var ki her şeyi ''işinden veya çocuğundan veya alışverişten veya marka-lüks takıntısından'' ibaret.
Özgüven eksikliklerini alakasız bir konuyu, bir yönlerini, herhangi bir ''şey''i sivriltip, cilalayıp, parlatarak milletin gözüne götüne sokmaya çalışanlardan kaçarım!

***
''Ben öyle süper yöneticiyim, böyle süper mevkideyim, şöyle ünvan sahibiyim, böyle yetki sahibiyim''
Eee? Eksik olan yanın ne?
Cinsel hayatın mı berbat?
Tatminsiz misin?
Eşinle-partnerinle korkunç bir ilişkin mi var?
Ya da kimsenin yanına yaklaşmak bile istemediği kadar ukala, kendini beğenmiş, dırdırcının teki misin?
Millet ne diyor zannediyorsun?
''Vay be! X'e bak, bilmem nerde bilmem neci! Öyle etkili, böyle yetkili! Ben eziğim, tü-kakayım, hiçim, bugün kurufasulye yemeyeceğim! eşimle de sevişmeyeceğim! bunalıma girdim işte!'' mi?
Millet saçmalıklarını okuyor, gülüyor, eğleniyor ve kendi güzelim hayatına -ek olarak sana acıyarak- devam ediyor.
Kovulduğun gün bırakacak mısın blog tutmayı?
Ya da ne bileyim, hastalansan, çalışamayacak duruma gelsen bitecek mi hayatın?
Bu mudur şu hayatta tek icraatın yani?
Sana verilen bir kartvizitin üzerindeki üj-beş ünvanla böbürlenmek.. başka icraat?
Cık!
Yazık seninle çalışmaya mecbur bırakılan insanlara :)
Geçiniz.

***
Ben öyle zenginim, böyle zevkliyim, DKNY, Armani, Versace, YSL, L'ancome bikbikbik!
Aynaya baktığında ne görüyorsun?
Seviyor musun kendini?
Çırılçıplakken.
Popon mu çok büyük?
Yoksa meymenetsiz suratlının teki misin?
Nedir sorunun? Parayla mı satın alınıyor sevgi, saygı, ilgi, arkadaşlık?
Yüzüne sürdüğün bilmem ne marka krem mi seni insan yapan?
Veya kullandığın 500 €'luk parfüm mü sanıyorsun seni diğerlerinden üstün kılan?
Nedir bu ''bi' şeyleri ispat'' çaban?
Yazık...

***
Benim yavrum, benim çocuğum, benim meleğim tipler var bi' de.
Bi' kere ''Arabın gülü kendine kokar''mış tamam mı?
Herkesin yavrusu kendi gözünde tek, eşsiz. Bu konuda anlaşalım.
Ama hiç kimse senin patates suratlı, kepçe kulaklı, kara-kuru yavruna ''prens-prenses'' deyip pohpohlamak zorunda değil.
Bize ne senin sıçtığında bezi gül kokan mucizevi evladının söylediği ilk kelimeden?
Ben evladıma yemem yediririm, içmem içiririm, giymem giydiririm, eğitimin alasını, bilimin şuruplusunu, bilginin damıtılmışını veririm, ezikler sizi! Heheyt! ayakları?
Nedir bu ''süper anne'' durumları?
Bi' tek sen annesin de geri kalan kadınların alayı oturup senden öğrenecek anneliği.
Bu durumu abartmayalım.
Çocuğuna acırım :/
Çay mı seversin? Kahve mi?
Sigara kullanıyor musun?
Nasıl kahkaha atarsın?
Neye gülümsersin? Neye ağlarsın?  Neyi sever neden kaçarsın?
Bize bunlar gerek.

Sanırım tüm antikalar beni buluyor ya da ben onları :)
Biri vardı her yorumuna şöyle başlıyordu;
''İki lisans bir önlisans mezunu biri olarak şunu diyebilirim ki;
Yaptığın omlet harika görünüyor!'' :)

''İki lisans bir önlisans diplomasına sahip biri olarak diyebilirim ki;
kedin çok şirin!'' :)

Bu ne nan? :))))) Şaka gibi!
Biz de aldık eğitim allaaaaa şükür! Hem almamış olsak ne yazar?
İnsanlık diplomayla ne zamandır ölçülmeye başlandı?
Necisin? Ev hanımı.
Evhanımlığı zor meslek, çok iyi bilirim. Saygım da sonsuz.
Takıldığım nokta; aldığın diplomaların sana, evinde kaynayan çorbaya katkısı? Sıfır! :)
Eee? Ne anladım ben bu işten?
Ne yapmamız lazım yani?
Blog sayfamızın arka planına diploma ve sertifikalarımızı mı koyalım?
Te allam yareppim :)

Canlarım ciğerlerim, yapmayın ne olur.
İster izleyin, ister izlemeyin ama bi' şey yaparken karşılık beklemeyin.
Birini takibe almaya başladığımızda orada '' sen bu kişiyi izlemeye alırsan o da seni almak zorunda'' gibi bir seçenek yok :)
Alıyorsak zevkimize, siliyorsak keyfimize.
Kime ne?

Son olarak;
Kendinizden 3. tekil şahıs olarak bahsetmeyin :)
Yapmayın, etmeyin  :)))

Görsel: Google Images

Milletin gözüne sokmayın!


En kötü huyum belki bu; pat diye söylerim düşüncelerimi.
Kızan olacaktır belki... kızsın. Umurumda değil açıkçası.

Söylüyorum;
Anneler günü, babalar günü, dallamalar günü, ebesinin kurdelası günü gibi günleri alenen kutlayanlara biraz gıcık oluyorum.
Kutlamayın demiyorum, hobi olarak yine kutlayın... Ama milletin gözüne gözüne sokarak yapmayın bunu.
Burada can ciğer sohbetlere daldığınız arkadaşının babasını kaybetmiş olabileceğini... ve her yıl bu günlerin onun için hüzün ve gözyaşından başka hiç bir anlam ifade etmediğini... hiç düşündünüz mü?
Ya da o arkadaşınızın babasıyla-annesiyle ilgili tüm anılarının şiddet, taciz, acı ve gözyaşı üzerine kurulu olabileceğini... o unutmaya çalışırken senin gözüne soka soka ona yaşadıklarını hatırlatıyor olabileceğini... düşünmüş müydün?
Geçtim her şeyi... hepsini... belki babası çok uzakta... istese de yanında olamıyor...
Bunu da geçtim, belki babası hala hayatta... yanında ama günden güne bi' hastalığın pençesinde eriyor...

Baba olamayanlar var. Babalık duygusunu tadabilmek için tutuşanlar-yananlar.
Nasıl yakıyorsun canını.. düşündün mü?

Evladını kaybedenler var... Hatırladıkça evladının ona sarılışını, ciğerinden parça kopanlar...
Ne hale getirdiğini düşündün mü onları?

Yapmayın.
Kutlamayın milletin gözüne soka soka... nispet yaparmışçasına.
Hala hayattaysa... sağlıklıysa... telefon orada. Yakınındaysa sarıl boynuna. Uzağındaysa.. ara, duy sesini...
Ama kendine sakla.
Kimse madalya vermiyor ''Aman ne güzel kutlamışsın, aman kelimeleri ne de güzel sıralamışsın, aman da aman, ne güzel gönderi yapmışsın'' diye sana.
İçinden mi geldi?
Yani paylaştın, kutladın... öyle büyük ki sevincin, için içine sığmıyor burada gelip millete ne kadar özel, ne kadar güzel bi' şey yaptığını mı anlatacaksın marifet gibi... anlat madem.
Kimse takmazsa ben bi' madalya takarım sana.

Görsel: Google Images

Bir Cosmopolitan okudum, hayatım değişti.


-Sittirella, Mars dolaylarından bildiriyor-
Hayatımın en amaçsız, boş, garip ve hatta saçma Pazar gününü yaşadım.
Yiyecek bi' şeyler hazırlamak dışında hiçbi' şey yapmadım.
Saçımı bile taramadım.
O derece.
Tüm gün fotoğraf baktım, kendime profil fotoğrafı yaptım, beğenmedim değiştirdim.
E-postalarıma bakmaya karar verdim, unuttum. Sonra kazayla sayfayı kapadım. Sonra da kim yazacak şimdi kullanıcı adı, şifre allasen deyip vazgeçtim.
Telefonuma bile bakmadım.
Bilgisayar başında zaman öldürdüm. Kelimenin tam anlamıyla öldürdüm.
Neyse...
Cosmopolitan'ın sayfasına düştü yolum bugün.
Oraya tıkla, bu haberi de oku derken, bi' baktım Kozmodayım.
Az uz değil, dile kolay. İlk ve son kez sene 2004'te Ataköy-Atrium-Fü-ta'da yaptığım Pazar okuma keyfi sırasında karşı çaprazdaki gazete bayiinden almıştım. Pek bi' iddialı gelmişti kapak yazıları... ne gülmüştüm ne gülmüştüm.

Olay şu şekerim; bulmuşlar 3-5 tane tuzu kuru, Mars'ta yaşayan, bu dünyadan ve Türkiye'den bi' haber olan dallama hatun... vermişler ellerine kağıdı kalemi. Yazın demişler fantaaaaaağzilerinizi kadın-erkek ilişkileri üzerine. Onlarda -sağ olsunlar- görev bilinciyle yazmışlar habire. Yapıştırmışlar, eklemişler, fotoğraflarla süslemişler; al sana Cosmopolitan olmuş.

Şimdi aşağıdaki paragrafı bi' okuyalım hep beraber. Bakalım bu aplalar neler demişler.
Haziran ayı sayısının kısa özetiymiş bu efenim. Hepsini yazmadım, aradan numunelikleri seçtim, bilesiniz. Varsa merak eden gerisini gider alır en yakın bayiiiiiiiden bi' Kozmo, okur.
Ben aynı parayı dondurmaya vermeyi tercih ederim, şahsen :)

Sözü Kozmo aplaların dahiyane fikir ve önerilerine bırakıyorum.

''...
Eğer siz de pek çok kadının taşıdığı karakteristik özelliklere sahipseniz ilişkilerinizi ve birlikte olduğunuz erkekleri ölene dek sorgulayacaksınız demektir. Yaşadıklarınızı anlamaya çabalamaktan yorgun mu düştünüz? Sizi, aklınızı kurcalayan bu sorulardan kurtarmak için, evrensel ilişki kurallarını derleyip pratik bir aşk rehberi hazırladık.

(Bak, gördün mü? Evrensel ilişki kuralları demiş. Boşuna demedim sana Mars'ta yaşıyor bunlar diye. İnanmadıydın değil mi bana? Devam edelim... )

Son görüşmemizden bu yana tam dört gün geçti ve hâlâ aramadı. Bu artık bittiği anlamına mı geliyor? Belki de... Bunu anlamak için ona, birlikte geçirdiğiniz zamanları özleyeceğinize dair bir e-posta atın. Eğer bunu ciddiye alıp ayrılık konuşması yapmazsa, daha akılcı ve sakin davranmayı deneyin.

(Ne kaddan mantıklı değil mi? Aramıyor mu manitan? Açacaksın e-posta adresini. Mektup yazacaksın. Sonra oturup cevap bekleyeceksin... Allan grizekalısı! Elinde telefon. Çok mu zor açıp telefonu 4 gündür neden arayıp sormadığını öğrenmek? En fazla bu iş bitmiştir der. Sen de ona "hadi sana ii günneeeeeer!" deyip kapatırsın, budur dünya gezegeninde geçerli olan durum.)

Eşyalarımı onun evinde ne zaman bırakmalıyım? Aklınızı kullanın ve taşınmaya diş fırçası gibi onu ürkütmeyecek küçük şeylerle başlayın.

(Yeryüzünde nefes alıp veren ne kadar bekar erkek varsa, evlerinde başıboş gezinen bi' diş fırçası gördüğünde tüyleri tiken tiken olar, durumum vehametini anlar ve tırsar cicim!
Yüzbilmemkaç ekran TV koysan evine, "Aaaa ne güzel lan! Maçları ayna gibi seyredicez artıkın!" deyip olayı algılayamaz ama küçücük dediğin diş fırçasını gördüğü an ampul yanar kafalarında. Budur olay. Ne korkutmamasından bahsediyorsun? Hohoooo... Hakkaten Mars'ta havalar nassı? )

Hiçbir plana sadık kalmıyor. Ona nasıl ayak uydurabilirim? Misilleme yapın. İzlemek istediği bir maça biletiniz olduğunu, birlikte gidip gidemeyeceğinizi sorun. Maç günü ise, planınızı değiştirdiğinizi söyleyin.
 
( Bi' düşünelim ne kadar mantıklı... Şimdi.... fanatik Galatasaray'lı veya Fenerbahçe'li veyahutta Beşiktaş'lı bi' sevgilimiz var. Pazar günü oynanacak Barcelona vs beyefendinin takımı maçına 2 biletimiz olduğunu, birlikte gidip gidemeyeceğimizi sorucaz. Maç günü adam giymiş formayı üstüne, takmış kaşkolu, stadın kapısında 'Planımı değiştirdim cicim' diyecez öyle mi? Bunun adı da misilleme olacak? Hakkaten takdir ettim bu dahiyane fikri. Aplaların sayesinde kör topal ilerleyen ilişkimizden de olucaz demek ki.)

Beş yıldır birlikteyiz, hâlâ evlilik teklif etmemesi kötüye mi işaret? Her zaman değil. Evlendiğinizde büyünün bozulacağını ve bu şekilde ilişkiyi yürütmenin sizin için de daha cazip olduğunu sanıyor olabilir. 

( Diyosuuuuuun... Siz yediyseniz ben de yedim bu fikri.)

Hâlâ eski sevgilisiyle görüşüyor. Endişelenmemi gerektiren bir durum var mı? Onlara katıldığınızda herhangi bir rahatsızlık duymuyorsa, hayır.
 
(Burada dikkatin verilmesi gereken yer soru değil, verilen cevap. Ne güzel yazmış ama de mi? Sen de katılmak istediğinde 'Sevgilim az sağa kaysana, yataktan düşücem' dediğinde 'Gel bi'tanem gel, aramıza gir, üşümüzsündür sen şimdi' diyorsa ne var bunda endişelenicek? Allasen, dert ettiğin şeye bak)

Ona evlilikle ilgili düşüncelerini sorduğumda, sürekli bunun çok da önemli olmadığını söylüyor. Neden? Elbette, bu büyük günü o da önemsiyor. Yalnızca davetiye gibi ayrıntılarla boğuşmak istemiyor.
 
( Apla apla... soruyu annadığına emin misin sen burda? Adam takmıyorum diyor sen hala davetiye, nikah şekeri, masa düzeni... hohooooooooo... Dünya'dan Mars'a! Bırek Bırek!)

Beğendiğim bir erkekle tanışmak için nasıl bir yol izlemeliyim? İsminizi söyledikten sonra yüzünün bir yerlerden tanıdık geldiğini söyleyebilirsiniz.

(Meraba, ben Ella. Yüzün bi' yerlerden çok tanıdık geliyor bana... eee sonra? Bu mudur olay yani? Tanıştık mı şimdi. Bitti dert, sıkıntı. Mal gibi kalmadık çocuğun-adamın gözünde böyle bi' girişle. Emin misin?)

İş yüzünden birbirimize vakit ayırmakta zorlanıyoruz. Bu ilişkinin şansı var mı? Eğer birlikte geçirdiğiniz zamanları çoğaltmak için fedakarlık yapabiliyorsanız; devam.
 
(Çalışan evli çiftleredir sözüm. Boşanın gitsin anasını satem, ne uğraşıp duruyorsunuz hala? 
Teallam yareppim...)

DEVAMI COSMOPOLITAN'IN HAZİRAN SAYISINDA.

(Bu aplalara akıl-fikir dilerim. Dağıtılırken nerdeydiler acaba? Kesin makyaj tazeliyorlardı, tuvalette kaldılar. Bu önerileri para verip almaya niyetlenen varsa onlara da akıl-fikir dilerim ben şahsen, bizzat, kendim.)

Görsel: Google Images

Hiç!


Tam anlamıyla gerçeklikten kopuş yaşıyorum.
Şaka gibi yaşadıklarım... insanlar şaka gibi. Kamerayı bulsam el sallayacağım ve bu korkunç şakalar sinsilesi sona erecek.
Ne kadar zavallı insanlar, ne kadar emanet yaşıyorlar hayatı.
Hayatları pislik, yalan, soygun, vurgun, kandırmaca. Kim kime ne kadar ağır darbe vurabilirse kendine o denli büyük kâr sayıyor.
Değerli olan her şey, önemli olan her şey ayaklar altında.
İnsanlık can çekişiyor.
Eskiden yaşamış, görmüş geçirmiş, hani derler ya; ''ununu elemiş eleğini duvara asmış'' insanların görüşlerine, düşüncelerine saygı duyardım. Ne de olsa yaşamışlıkları bile başlı başına artıydı.
Bugün anladım ki, altmış yıl yaşayıp bu dünyadan bir bok anlamamış, hayattan zerre kadar ders edinememiş, tecrübenin zerresinden nasibini almamış hödükler var ve sırf yaşlı diye biz bu hödüklere saygı göstermek zorunda değiliz.
Harcanmış hayatlar... boşa geçirilmiş bi' ömür ve mutsuz, yapayalnız toprağa gidecek eskimiş çirkin vücutlar.
Bugün altmış yaşındaki bi' adamın elli beş yaşındaki 'eş'ine, hayat arkadaşına nasıl çirkefleşebildiğini, onuru-gururu-namusu hakkında nasıl ağza alınmayacak kadar çirkin laflar edebildiğine ve ağzından salyalar akıtarak, gözü dönmüş halde nasıl insanlık kalıplarının dışına çıkıp yaratıklaşabildiğine şahit oldum.
Bugün o gözü dönmüş şeref yoksunu mahlukatın nasıl ipe sapa gelmeyen sözcüklerin ardına sığınarak kendini haklı göstermeye çabaladığını gördüm.
Bugün o densizin nasıl ''dünyanın hakimi'' ruh haliyle ukalalaştığını, kendi hastalıklı ruhunu ortaya salıp etrafındaki herkesi hastalaştırmaya çabaladığını gördüm.
Bugün görmeyi istemediğim onlarca şey gördüm.
Beynim ağrıyor, insanlığın geldiği noktaya bakıyorum; koskoca bir HİÇ!
Acıyorum.
Yazıklar olsun.
Gerçekte böyle olmamalı. Bu bi' film sahnesi, yalnızca hasta ruhların izlemekten haz alacağı, gülümseyeceği bir film karesi olmalı.
Olamaz... olmamalı.
Hayat bu denli adi olmamalı. Bu denli yitimli, bu denli yutucu olmamalı.
Aklıma mukayyet olmaya çalışıyorum. Hislerimi anlatmakta kelimelerin ne kadar yetersiz kaldığını, yazamadığımı, içimde kopanların milyonda birini buraya yansıtamadığımı görünce için için kanıyorum. Çığlıklar atıyorum. Ana avrat küfür ediyorum. Yumruklarım havada uçuşuyor.Kızgınlıktan duvarları yumrukluyorum. Ama aslında sessizce bir koltukta oturmuş düşünüyorum.
Düşünmek istemiyorum. Beynim fazla mesaiden iflas edecek durumda.
Şunu iyi anladım ki, yazamıyorum. Bi' dilde var olan tüm kelimeler, deyimler, her şey küçücük bi' kalbin hissettiklerini ve bi' beynin dünyaya açmak istediklerini anlatmakta fakir, yetersiz.

Hiç!

Görsel: Google Images

Böyle öğrenilmiyormuş...



Bizim evde hep ‘imalı cümleler kurma’ durumu söz konusu idi.
- Sen otur yerinde, hiç bi' işe elini sürme e mi? Aferin!
- Bi' kerede söyletmeden şunu şunu ve şunu yapsan şaşarım zaten.
- Sen otur hep odanda…hiç insan içine karışma… Çıkıp bi' ''hoşgeldiniz'' desen misafirlere ölürsün çünkü.
- Elalemin çocukları lisedeyken iş güç sahibi oldu, sen üniversite okudun ama iş beğenmiyorsun. Aferin kızım, armudun sapı üzümün çöpü derken işsiz kal.
- Aç aç müziğin sesini, daha da aç! Sokağın öteki ucundan duyamıyorlardır belki!

var ya…

O ''elâlemin çocukları''na kafa atma ihtiyacı hissetmişimdir şiddetle!
Hep mükemmel evlat, sorunsuz-gurur duyulacak örnekler olmuşlardır.
Ve benim, onlarda olmayan bi' kusurum vardır hep.
Hey! Elâlemin herkese örnek olan çocukları: Hepiniz şerefsizsiniz!
Çok mu zordu bir kere olsun olumlu bir şeyler söyleyerek insanın içinde şevk uyandırmak?
Mesela ;
- Kızım müziğin sesi çok yüksek, komşularımız rahatsız olabilir, biraz kıs…
ya da,
- Güzelim, misafirlerin yanında biraz otursan çok mutlu olurum.
veya,
- Kızım bana yardım etsen de şu işi erkenden bitirsek…yoruluyorum.
gibi olumlu cümleler kurmak çok mu zordu?

Hep bi' laf sokma çabası…
Hep bi' beğenmemezlik…
Hep bi' kusur bulma sevdası…
İçime işlemiş, her boka kıçından bakma tavrınız.
Şimdi bakıyorum da, sizin bana laf soka soka iyiden iyiye soğuttuğunuz her şeyi şu an gayet mutlu bi' şekilde, hiç üşenmeden, sızlanmadan yapıyorum.
Yazık, çok yazık oldu. Şimdi mum yakıp arıyoruz geçen yılları ama nafile.
Kalp ağrısı…"Keşke" düşünceleri…
Negatif deneyimlerden pozitif dersler çıkarabilme çabaları.
Çok üzgünüm anne…hem de çok.
Sizin için…

Bu yaşınıza gelip hala doğru bildiklerinizin yanlış olduğunu anlayamadıysanız…
Offf ya.. of!!!

Görsel: Google Images
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...