Yazar: Paul Auster
Çeviri: Seçkin Selvi
Orijinal Dili: İngilizce
Basım Yılı: 1997 / Türkçe İlk Baskı: 1999
Yayınevi: Can Yayınları
Yazarın,anlatımı su gibi akıcı. Cümleleri sade, kısa, net ve vurucu.
Sadece tramvayda, işe gidip gelirken okumama rağmen bir kaç günde bitirdim.
Arka Kapak Yazısı:
''Paul Auster'ın yapıtlarında, çağdaş insanı en çıplak durumuyla görüyor, onunla aramızda özdeşlikler, benzerlikler kurabiliyoruz. Paul Auster'ın yazdıklarının bu kadar beğenilmesinin, benimsenmesinin nedeni, belki de okuruyla arasındaki bu paylaşım. Bir Amerikalı yazar olmasına karşın, Amerikalı insanı değil, 'insan'ı anlattığı için evrensel boyutta oluyor yazdıkları. Yazarın bunca benimsenmesinin bir başka nedeni de, kısa, yalın cümlelerden oluşan kıvrak ve duru anlatımının, psikolojik çözümlemelerde kapsamlı ve derin bir boyuta ulaşabilmesi. Kurmaca yazarının genel yaklaşımının dışına çıkan ve alabildiğine gerçekmiş duygusu vererek yazan Paul Auster, 'olabilir'leri, 'olması gerekli'leri değil, olanları, yaşadıklarını, tanık olduklarını aktarıyor. Süslü edebiyattan uzak duruyor, yaşama hızını aktarabilmek için anlatımını yalınlaştırıp durulaştırıyor. Cebi Delik, yazarı tanımak isteyenler için benzersiz bir fırsat: Yaşamöyküsünü içtenlikle, dobra dobra ve her zamanki akıcı, ustalıklı diliyle ortaya koymuş Paul Auster.''
Altını Çizdiğim Cümleler:
''Yazarların çoğu çifte yaşam sürer. Akıllı uslu mesleklerde iyi para kazanıp yaşamlarından çaldıkları zamanı yazıya ayırırlar: Ya sabahın kör karanlığında, ya gece geç vakit ya hafta sonları ya da tatillerde yazarlar.''
''Benim sorunum, çifte yaşam sürmek istemeyişimden kaynaklanıyordu. Çalışmaktan kaçındığımdan değil; ama beşten dokuza bir işte kart basmak fikri kanımı donduruyor, içimdeki coşkuyu öldürüyordu.''
''Ama tabii, para hiçbir zaman yalnızca para demek değildir. Para her zaman bir başka şeydir, her zaman daha başka şeyler demektir ve son sözü de hep o söyler.''
''Sadakat duygum annemle babam arasında eşit olarak bölünmüştü ve çadırımı sürekli olarak ne birinin, ne ötekinin savaş karargahına kurardım.
Annemin tutumu, en azından yarattığı sevinç ve coşku açısından daha çekiciydi; ama babamın inatçılığında da beni çeken bir şeyler vardı: İnançlarının özünde kolay kazanılmamış deneyimlerin ve bilginin yattığını, bütün dünya kendisine kötü gözle baksa bile yine de babamı yıldırmayacak bir amaç tutarlılığı ve bütünlüğü olduğunu sezerdim. Bunlara hayranlık duyardım ve o güzelim, o çekici anneme dünyanın gözlerini kamaştırdığı için nasıl tapıyorsam, babama da aynı dünyaya karşı koyduğu için tapardım.''
''Amerikan yaşamının sağlıklılığı, haysiyeti, dürüstlüğü yutturmacadan, reklam palavrasından başka bir şey değildi. Gerçekleri irdelemeye başladığında çelişkiler su yüzüne vuruyor, iki yüzlülükler açığa çıkıyordu ve her şeye yepyeni bir açıdan bakma olanağı doğuyordu... Bizlere 'herkese özgürlük ve adalet' kavramını öğretmişlerdi; oysa gerçekte özgürlük ile adalet çoğu kez birbirleriyle çelişiyordu. Para peşinde koşmanın adil olmakla ilgisi yoktu; o konuda geçerli toplumsal ilke 'her koyun kendi bacağından asılır' görüşüydü. Bu piyasanın insanlıktan nasıl uzak olduğunu kanıtlamak istercesine, neredeyse bütün atasözleri de hayvanlar aleminden alınmıştı: kurtlar sofrası, insan insanın kurdudur, boğalar ve ayılar, batan gemiyi önce fareler terkeder, yaşamak güçlünün hakkıdır. Para dünyayı kazananlar ve kaybedenler, sahip olanlar ve olmayanlar diye bölmüştü.''
''Teddy anarşistti; ve hırslı biri olmadığı, başkalarının sahip olmak istedikleri şeylere sahip olma isteği duymadığı için de kendinden başka kimsenin kuralını tanımıyordu.''
''Son iki yılı kitaplara gömülerek geçirmiştim ve yepyeni bir dünya kafamın içini doldurmuş, yaşamı altüst eden değişikliklerle kan değişimine uğramıştım. Edebiyat ve felsefe konularında benim için bugün de önemli olan ne varsa, hepsini o iki yıl boyunca öğrendim. Şimdi bakıyorum da, onca kitabı nasıl okuduğuma şaşırıyorum. Akıllara durgunluk verecek kadar çok sayıda kitabı su içercesine hatmediyor, kitaplardan oluşan ülkeleri, koca kıtaları bir oturuşta yutuyor, yine de okumaya doyamıyordum. Elizabeth dönemi oyun yazarları, Sokrates öncesi filozoflar, Rus romancıları, Sürrealist şairler. Beynim tutuşmuş gibi, hayat memat sorunuymuş gibi okuyordum. Bir kitap bir başka kitabı peşinen sürüklüyor, bir düşünce bir başka düşünceye yol açıyordu; ve bir aydan ötekine her konudaki düşüncelerim tamamen değişiyordu.''
''Sistem inançla yürütülüyordu. Doğrular ve gerçeklerle değil, kolektif inançla yürütülüyordu. Bu inancın temeline bir dinamit konulacak olursa, insanlar birdenbire sistemden kuşku duymaya başlarsa ne olacaktı? Kuramsal olarak bu durumda sistem çökecekti.''
''Yaşamın bir noktasına gelince bir de bakıyorsun ki, ölülerle geçirmiş olduğun zaman dirilerle geçirdiğinden daha çok.''
''Babalık, bir sınır çizgisi, gençlikle yetişkinliğin arasına dikilen koca bir duvardı ve ben artık hep o duvarın öteki tarafında kalacaktım.
Duvarın öteki tarafında olmaktan mutluydum.
Duygusal, düşünsel, hatta fiziksel olarak bulunmayı istediğim başka bir yer yoktu ve bu yeni alanda yaşamanın gereklerini yerine getirmeye hazırdım. O duvarın üstünden aşmak için bir geçiş bedeli ödersin, öbür yana geçtiğimde ceplerim neredeyse bomboştu.''
Keyifli okumalar :)
Görsel: Google Images/canyayınları.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Buraya yazmaya niyetlendiğin her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabileceğimi bilmeni isterim...