Yazar: Ursula K. Le Guin
Çeviri: Levent Mollamustafaoğlu
Orijinal Dili: İngilizce
Basım Yılı: 1974/ Türkçe Basım: 1999
Yayınevi: Metis Yayınları
Başyapıt!
Bugüne dek okuduğum yüzlerce kitap arasında okumaktan çok zevk aldığım kitaplardan biri oldu.
Ursula K. Le Guin'e saygım ve hayranlığım katlanarak arttı. Nasıl bi' yaratıcılıktır, nasıl bi' birikimdir? Aklı zorluyor. Hele hele bu kitabın daha ben doğmadan yıllar önce yazıldığını bilmek...
Özellikle bi' kahramanın hakkını yemek istemiyorum, çevirmen Levent Mollamustafaoğlu'nun.
Şapka çıkardım çevirisi karşısında. Bu kadar akıcı, yalın, okuyucuya gayet doğal gelen kelimeleri kullanmak/türetmek, ismi bile tartışmalı olan romanın çevirisinin altından bu kadar başarılı kalkmak; muhteşem iş çıkartmış!
Kitap hakkında söylemek istediğim o kadar çok şey var ki...ama burada destan yazmak gereksiz. Çünkü, Bülent Somay'ın kitaba yazdığı sonsöz, aklınızda kalması muhtemel tüm soru işaretlerini cevaplıyor. Sonsöz'ü, kitabın sonunda kendiniz okuyacaksınız ve ne-nedir, nereden gelmiş/türetilmiştir vb. tüm cevapları bulacaksınız.
Bu kadar geç okuduğum için cidden üzülüyorum.
En kısa sürede okumanız dileğimle.
Arka Kapak Yazısı:
"...Vermediğimiz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim'i satın alamazsınız. Devrim'i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiç bir yerde değildir." Konuşmasını bitirirken, yaklaşan polis helikopterlerinin gürültüsü sesini boğmaya başladı.
"Romanım Mülksüzler, kendilerine Odocu diyen küçük bir dünya dolusu insanı anlatıyor; Odo romandaki olaylardan kuşaklarca önce yaşamış, bu yüzden olaylara katılmıyor, ya da yalnızca zımnen katılıyor, çünkü bütün olaylar aslında onunla başlamıştı.
"Odoculuk anarşizmdir. Sağı solu bombalamak anlamında değil: kendine hangi saygıdeğer adı verirse versin bunun adı tedhişçiliktir. Aşırı sağın sosyal-Darwinist ekonomik özgürlükçülüğü de değil; düpedüz anarşizm: eski Taocu düşüncede öngörülen, Shelley ve Kropotkin'in, Goldmann ve Goodman'ın geliştirdiği biçimiyle. Anarşizmin baş hedefi, ister kapitalist isterse sosyalist olsun, otoriter devlettir; önde gelen ahlaki ve ilkesel teması ise işbirliğidir (dayanışma, karşılıklı yardım). Tüm siyasal kuramlar içinde en idealist olanı anarşizmdir; bu yüzden de bana en ilginç gelen kuramdır."
Altını Çizdiğim Cümleler:
''Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.''
''Bundan sonra hep yabancılar olacaktı çevresinde. Adam yabancı bir dilde konuşuyordu: İoca. Kelimeler anlamlıydı. Bütün küçük şeyler anlamlıydı yalnızca bütünü anlamsızdı.''
''İçeri kapamak, dışarıda bırakmak, aynı şey,'' dedi Shevek ışıltılı, dalgın gözlerle doktora bakarak.''
''Eğer yalnızca sayılardan oluşan bir kitap yazılabilseydi doğru olurdu. Haklı olurdu. Sözlerle söylenen hiçbir şey doğru çıkmıyordu. Söze dökülen şeyler düzgün durup birbirine uyacağına eğilip bükülüyor, uçup gidiyordu. Ama sözlerin altında, merkezde, Kare'nin merkezi gibi, her şey doğru çıkıyordu. Her şey değişebilir, ama hiçbir şey yitirilemezdi. Eğer sayıları görebilirseniz bunu anlayabilirdiniz; dengeyi, şekilleri, dünyanın yapı taşlarını görürdünüz. Ve onlar sağlamdı.''
''Evet, demişti, hapishane bir Devlet'in Yasaları'na uymayan kişileri kapattığı yerdir. Peki oradan neden çıkmıyorlardı? Çıkamıyorlardı, çünkü kapılar kilitliydi. Kilitli mi? Kamyondan düşmemen için kapıları kapatıyorlar ya, işte öyle, aptal! Ama bütün o zaman boyunca bir odada ne yapıyorlardı? Hiçbir şey. Yapacak hiçbir şey yoktu.''
''Yasak mı? Doğal olmayan bir sözcük. Kim yasaklıyor? Bütünleyici işlevin kendisini dıştalıyorsun,'' dedi Shevek, heyecanla öne eğilerek. ''Düzen 'emirler' demek değil. Anarres'ten ayrılmıyoruz, çünkü Anarres biziz. Sen Tirin olduğun için Tirin'in bedenini geride bırakamazsın. Nasıl olduğunu görmek için başka biri olmaya çalışmak isteyebilirsin, ama olamazsın. Seni güç kullanarak engelleyen mi var? Burada güç kullanılarak mı tutuluyoruz? Hangi güç - hangi yasa, hangi hükümet, hangi polis? Hiçbiri. Yalnızca kendi varlığımız, Odocular olarak kendi doğamız. Senin doğanda Tirin olmak var, benimkinde Shevek olmak, ortak doğamızda ise birbirimize karşı sorumu Odocular olmak var. İşte bu sorumluluk bizim özgürlüğümüz. Ondan kaçmak özgürlüğümüzü yitirmek olur. Sorumluluğun ve özgürlüğün seçeneğin olmadığı, yalnızca yasaya uymaktan oluşan sahte bir seçeneğin veya uymamayı izleyen cezanın olduğu bir toplumda yaşamak ister miydin? Gerçek bir hapishanede yaşamak ister miydin?''
''Ama birçok kadının bir erkekle tek ilişkisi sahip olma ilişkisidir. Ya sahip olma, ya da sahip olunma.''
''Düşüncenin doğasında iletilmek vardır, yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir, ışığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür.''
''Ama ben hiçbir şey söylemedim!'' dedi Shevek Pae'ye. ''Elbette, yanınıza yaklaşmalarına izin vermedik ki. Ama bu kuş beyinli bir gazetecinin hayalini kısıtlayamıyor! Siz ne söylerseniz -veya söylemezseniz- söyleyin, onlar sizin söylemenizi istedikleri şeyi söyleyeceğinizi yazacaklardır.''
''Çocukken ona Urras'ın çürümüş bir eşitsizlik, haksızlık ve israf yığını olduğunu anlatmışlardı. Ama rastladığı ve gördüğü herkes, en küçük köyde bile iyi giyinmiş, iyi beslenmiş ve beklediğinin tam tersine, endüstrileşmişti. Somurtarak, yapacakları işlerin emredilmesini beklemiyorlardı. Tıpkı Anarres'liler gibi yalnızca işlerini yapmakla meşguldüler. Bu onu şaşırttı. Bir insanın çalışmak için doğal dürtüsü-inisiyatifi, kendiliğinden yaratıcı enerjisi-kaldırılıp yerine dışsal dürtü ve zorlama konulduğunda tembel ve dikkatsiz bir işçi olacağını varsaymıştı. Ama bu sevimli tarlalara bakanlar, harika arabaları ve rahat trenleri yapanlar hiç de dikkatsiz işçiler değillerdi.''
''Cennet onu cennet yapanlar içidir. Oraya ait değildi. Bir öncüydü, geçmişini, tarihini yadsıyan bir kuşaktandı. Anarres göçmenleri, Eski Dünya ve onun geçmişine sırtlarını dönmüş, yalnızca gelecek için çalışmaya karar vermişlerdi. Ama nasıl ki gelecek kesin olarak geçmişe dönüşüyorsa, geçmiş de geleceğe dönüşür. Yadsımak başaramamaktır.''
''Bir topluluğun doğal büyüme sınırının, gerek yiyecek ve güç için hemen çevresindeki bölgeye olan bağımlılığında yattığını öne sürmesine karşın, bütün toplulukların iletişim ve ulaşım ağlarıyla bağlanmasını, böylelikle malların ve fikirlerin istedikleri her yere gidebilmesini, işlerin yönetiminin kolaylıkla ve hızla yapılabilmesini ve hiçbir topluluğun değişim ve alışverişten uzak kalmamasını sağlamayı amaçlamıştı. Ama ağ yukarıdan aşağıya yönetilmeyecekti. Hiçbir denetim merkezi, hiçbir başkent olmayacaktı; kendi kendini besleyen bürokrasi aygıtına ve lider, patron, devlet başkanı olmayı amaçlayan bireylerin hükmetme güdüsüne hizmet edecek hiçbir kuruluş olmayacaktı.''
''Aşırılık dışkıdır,'' diye yazıyordu Odo Analoji'de. ''Bedende kalan dışkı da zehirlidir. Abbenay zehirsizdi: çıplak, parlak bir kent, renkler açık ve keskin, hava tertemiz. Sessizdi. Tuz tanecikleri gibi apaçık görebilirdiniz her şeyi.
Hiçbir şey gizli değildi.''
''Çocukken özel bir odada uyumak, başkalarını hoşgörü gösteremeyecekleri kadar çok rahatsız ettiğinizi gösterirdi; bencillik etmişsiniz demekti. Yalnızlık, gözden düşmeyle eş anlamlıydı.''
''Sen bana bunu ver, ben de sana şunu. Beni reddedersen ben de seni reddederim. Anlaştık mı? Anlaştık. Toplumun varlığı gibi Shevek'in mesleği de temel, açıkça kabul edilmeyen bir kar anlaşmasının sürmesine bağlıydı. Karşılıklı bir yardım ve dayanışma ilişkisi değil, sömürüye dayalı bir ilişki, organik değil, mekanik bir ilişki. Temel işlevsizliklerden gerçek bir işlev doğabilir miydi?''
''Sınav sistemi ona anlatıldığında çok şaşırmıştı; doğal öğrenme isteğini, bu bilgiyle doldurulma ve istendiğinde geri kusma dizisinden daha fazla engelleyebilecek bir şey düşünemiyordu. İlk önceleri sınav yapıp not vermeyi reddetti, ama bu, Üniversite yöneticilerinin keyfini o kadar kaçırdı ki, ev sahiplerine nezaketsizlik etmemek için isteklerine uydu. Öğrencilerinden fizikte ilgilerini çeken herhangi bir sorun hakkında makale yazmalarını istedi; sonra da bürokratlar formlarına ve listelerine yazacak bir şey bulabilsinler diye hepsine en yüksek notu vereceğini söyledi. Birçok öğrencinin şikayet etmek için gelmelerine şaşırdı. Onun problem hazırlamasını ve doğru soruları sormasını istiyorlardı; sorular düşünmek değil, öğrendikleri yanıtları yazmak istiyorlardı. Bazıları herkese aynı notu vermesine şiddetle karşı çıktılar. Parlak öğrencilerle aptal olanlar nasıl ayırt edileceklerdi o zaman? Çok çalışmanın ne yararı kalacaktı? Eğer rekabetçi ayrımlar olmayacaksa, hiçbir şey yapmamak daha iyiydi.''
''Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız, yasalar koyun.''
''Varolmanın yasası mücadeledir; Rekabet, zayıf olanın elenmesi, sağ kalmak için amansız bir savaş.''
''Hiç kimse çalınacak herhangi bir şeye sahip değil. Eğer bir şeyi istersen gidip depodan alabilirsin. Şiddete gelince, doğrusu bilemiyorum Oiie; durup dururken beni öldürür müydün? Eğer öldürmek isteseydin, buna karşı çıkarılan bir yasa seni engeller miydi? Zorlama, düzeni sağlamanın en etkisiz yoludur.''
''Göbek bağları hiçbir zaman kesilmeyen ruhlar var,'' diye düşünüyordu. Hiçbir zaman evrenden kopmuyorlar. Ölümü bir düşman olarak görmüyorlar; çürüyüp humusa dönüşmeyi arıyorlar. Takver'in bir yaprağı, hatta bir kayayı eline alışını görmek tuhaftı. Takver nesnenin, nesne de onun bir parçası oluyordu.''
''Yaratıcı ruh, araçlarını hoyratça kullanır, onları yorar, atar, yeni modelini alır.''
''Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen,'' dedi, ''hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar...Ama yakından bakıldığında bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Günden güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın -ara vermeyi. Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor.''
''Ona hepsi kaygılı gibi görünüyorlardı. Bu kaygıyı daha önce Urras'lıların yüzlerinde görmüştü ve ne olduğunu merak ediyordu. Ne kadar para kazanırsa kazansınlar yine de yoksul ölmemek için daha fazla çalışmaları gerektiğini düşündükleri için miydi? Suçluluk muydu, çünkü ne kadar az paraları olursa olsun, her zaman onlardan daha az parası olan birisi vardı.''
''Sanat Galerisi tabelası olan bir zemin kat penceresinin önünden geçerken caddelerin ahlaki klostrofobisinden kaçmayı ve Urras'ın güzelliğini yeniden bir müzede bulmayı düşünerek içeri girdi. Ama müzedeki bütün resimlerin çerçevelerine fiyat etiketleri iliştirilmişti. Ustaca boyanmış bir çıplağa baktı. Etikette 4000 UPB yazıyordu. ''Bu bir Fei Feite,'' dedi arkasında sessizce beliren esmer bir adam, ''bir hafta önce elimizde beş tane vardı. Son zamanlarda sanat piyasasındaki en büyük şey. Bir Feite edinmek gerçekten iyi bir yatırım, efendim.''
''Dört bin birim bu kentte iki aileyi bir yıl yaşatmaya yetecek para,'' dedi Shevek.
Adam Shevek'i inceledi ve ağır ağır konuştu, ''Evet, şey, bakın, efendim, bu bir sanat eseri.''
''Sanat mı? İnsan yapması gerektiği için sanat yapar! Bu niçin yapılmış?''
''Galiba sanatçısınız,'' dedi adam açık bir küstahlıkla. ''Hayır, yalnızca boku bir görüşte tanırım!''
''Şey, zamanın 'geçtiğini', önümüzden akıp gittiğini düşünürüz; ama ya biz öne doğru, geçmişten geleceğe, sürekli yeniyi keşfederek gidiyorsak? Böyle bir zaman akışı, biraz kitap okumaya benzerdi, anlıyor musunuz? Kitap orada, tümüyle, kapağının içinde. Ama öyküyü okumak ve anlamak istiyorsanız, ilk sayfadan başlamalı, sonra ilerlemeli, hep sırayla gitmelisiniz. Böylece evren çok büyük bir kitap, biz de onun çok küçük okuyucuları olurduk.''
“Hayır. Harika değil. Çirkin bir dünya. Bu dünyaya benzemiyor. Anarres sadece tozdan ve kuru tepelerden oluşuyor. Her şey az, her şey kupkuru. İnsanlar da güzel değil. Hepimizin koca elleri ve ayakları var, benimkiler ve buradaki garsonunkiler gibi. Ama koca göbekleri yok. Çok kirlenirler, birlikte yıkanırlar, burada kimse bunu yapmaz. Kentler çok küçük ve sönüktür, sıkıcıdır. Hiç saray yoktur. Yaşam sıkıcıdır, çok çalışılır. Her zaman istediğinizi alamazsınız, hatta bazen gereksindiğinizi bile, çünkü yeterince yoktur. Siz Urras’lıların her şeyi yeterince var. Yeterince hava, yeterince yağmur, çimen, okyanuslar, yiyecek, müzik, yapılar, fabrikalar, makineler, kitaplar, giysiler, tarih. Siz zenginsiniz, siz sahipsiniz. Biz yoksuluz, biz yoksunuz. Sizde var, bizde yok. Burada her şey çok güzel. Güzel olmayan yalnızca yüzler. Anarres’te hiçbir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnızca bu- duvar, duvar!”
''Sahip olmanın suçundan ve ekonomik rekabetin yükünden arınmış bir çocuk, yapılması gerekeni yapma iradesi ve bunu yaparken coşku duyma yeteneğiyle büyüyecektir. Kalbi karartan, gereksiz çalışmadır.''
''Acıdan kaçarsanız coşku şansını da yitirirsiniz. Zevk alabilirsiniz, hatta zevkin türlü çeşidini alabilirsiniz, ama doyamazsınız. Eve dönmenin ne olduğunu bilemezsiniz.''
Keyifli okumalar :)
Görsel: Google Images
Akıcı görünüyor, okuyacağım
YanıtlaSilBence de, okumalısınız.
SilGüzel yorumlarınız için teşekkürler. Genelde beğenildiyse amacına ulaşmış demektir....
YanıtlaSilRica ederim.
SilYorumunuz sürpriz oldu, teşekkür ederim :)