Yazar: Shin Kyung-sook
Çeviri: Belgin Selen Haktanır Us
Orijinal Dili: Korece
Basım Yılı: 2008 / Türkçe Basım: 2011
Yayınevi: Doğan Egmont Yayıncılık
Kore Edebiyatı'na giriş kitabımdı ve şahane bi' giriş yaptım diyebilirim.
Bugüne dek okuduğum en ilginç, akıcı, acıtıcı ve güzel anlatımlı kitaplardan biri oldu. Hatta anlatıcının çoğunlukla siz, bazı bölümlerde de karakterin kendisi olması kitabı daha da ilginç kıldı.
Kore kültürüne oldukça aşinayım; geleneklerine, adetlerine, alışkanlıklarına ve mutfağına...bu sebeple kitabı okurken yabancılık çektiğimi söyleyemem ama bu kültüre aşina olmayan biri benden tamamen farklı düşünebilir.
Bir solukta okudum, tadı damağımda, onlarca soru işareti de aklımda kaldı.
''Ağıt'' türünü seviyorsanız bu kitap tam size göre. Okuduktan sonra annelere, anneliğe bakış açınız değişecek. Ve hatta, bugüne dek çok iyi bildiğiniz ama üzerinde bi' kez olsun durup düşünme gereği hissetmediğiniz konuları yüzünüze tokat gibi çarpacak ve düşüneceksiniz...
Annenizi.
Dilerim benim kadar kapılarak okursunuz.
Arka Kapak Yazısı:
''Yetişkin çocuklarını ziyaret etmek için geldiği Seul'de kaybolan bir annenin ardından, aile üyelerinin yaşadığı pişmanlıkların ve iç hesaplaşmaların öyküsü bu. Kore kültürü fonunda derin aile ilişkilerinin ele alındığı yürek burkan bir hikaye...
Sadece Kore'de 1 milyonun üzerinde satan ve Amerika'da yayımlanır yayımlanmaz büyük ilgi gören Lütfen Anneme İyi Bak, okuru sadece arayış hikayesine ortak etmekle kalmıyor, insan yüreğinin derinliklerine sarsıcı bir yolculuğa da çıkarıyor.''
''Etkileyici... Ruhsal çözümlemeleriyle son derece dokunaklı... Bu aile hikayesi büyük yankı uyandıracak.''
Publishers Weekly
''Anneliğe eşsiz bir ağıt...''
The New York Times Book Review
''Lütfen Anneme İyi Bak sadece özlem ve arayış hikayesi değil, bir kere eşiği geçtiniz mi, rahat koltuklarınıza bir daha dönemeyeceğiniz bir kapı.''
Jamie Ford, amazon.com
Güney Kore'nin en çok okunan yazarlarından biri olan Kyung-sook Shin 1963 yılında doğdu. Manhae, Dong-in, Yi Sang edebiyat ödüllerini aldı.
Halen Seul'de yaşıyor''
Altını Çizdiğim Cümleler:
''Annen kaybolalı bir hafta oldu.''
''Orada doğduğun halde, köyün yabancı bir yere dönüştüğünü fark ettin. Çocukluğundan kalan tek şey, dere kenarındaki iyice boy atmış ısırgan otlarıydı.''
''Annen senin gözünde her zaman annendi. Onun da bir zamanlar ilk adımlarını attığını, üç, on iki ya da yirmi yaşında olduğunu hiç düşünmemiştin. Annen bildiğin annendi. Annen olarak dünyaya gelmişti. Dayının yanına heyecanla koştuğunu gördüğün ana dek, senin kardeşlerine karşı beslediğin hisleri onun da kendi kardeşlerine beslediğini fark etmemiştin. İşte, bu olaydan sonra onun da bir zamanlar çocuk olduğunu fark ettin. O günden sonra da anneni bazen bir çocuk, bir genç kız, genç bir kadın, yeni evli bir kadın ve seni dünyaya getiren kadın olarak düşündün.''
''Başının döndüğünü hissettin. Bembeyaz sayfada sayısız nokta vardı. Sanki bir kara deliğin içine düşmüştün. Sanki çok iyi bildiğin basamaklardan ne yaptığının farkına bile varmadan yukarı çıkarken düşüncelere dalıp tökezlemiştin. Kar beyazı sayfanın üstü Braille harfleriyle kaplıydı; her harf bir iğneyle delinip yapılmıştı ve deliklerin ne manaya geldiğini bilemiyordun.''
''Yazmayı önce iyi kullandığın sol elinle denedin. Ağabeyin bunu her yapışında elinin üstüne bambu bir değnekle vuruyordu. Ne de olsa annene verdiği sözü yerine getiriyordu. Sol elini ve ayağını kullanmayı tercih etsen de, annen sol elini kullandığın takdirde hayatta çok zorluk çekeceğini söylemişti. Mutfaktayken pilavı sol elinle kaşıklayacak olsan, annen kaşığı hemen diğer eline geçirirdi. Yine de sol elini kullanmakta ısrar edecek olursan kaşıkla eline vurup ''Neden beni dinlemiyorsun?'' derdi. Sol elin şişerdi.''
''Okul ücretinin ödenmesi gereken tarih gelip çatınca annenin sol orta parmağındaki altın yüzük sırra kadem bastı. Bu, annenin sahip olduğu tek mücevherdi. Geriye bir tek senelerce parmağından çıkarmadığı yüzüğün bıraktığı iz kaldı.''
''Annesi de ona çıkıştı: ''İnsanlara güvenmeden nasıl yaşanır? Bu dünyada iyi insanlar kötülerden daha fazla!'' dedi.''
''Sen benim ilk çocuğumsun. Bana ilk kez yaptırdığın tek şey bu değil. Yaptığın her şey benim için yeni bir dünya. Bana yaptırdığın her şey bir ilk. Karnımı ilk şişiren çocuk sensin, ilk emzirdiğim çocuk sensin. Seni doğurduğumda senin yaşındaydım. Kıpkırmızı ıslak suratını ve yumuk gözlerini ilk gördüğümde... İnsanlar ilk çocuklarını gördüklerinde şaşırdıklarını ve mutlu olduklarını söylerler, ama sanırım ben hüzünlenmiştim. 'Bu çocuğu gerçekten ben mi doğurdum? Şimdi ne yapacağım?' diye düşünmüştüm. O kadar korkmuştum ki minnacık parmaklarına dahi dokunamamıştım. Ellerini sıkı sıkı yumruk yapmıştın. Parmaklarını tek tek ayırıp yumruğunu çözdüğümde bana gülümsemiştin... Parmakların o kadar küçüktü ki, dokunduğum zaman kaybolacakmış gibi geliyordu. Çünkü o zamanlar hiçbir şey bilmiyordum.''
''Büyü bebeğim büyü'' diye ninniler söylerdim. Bir gün bir de baktım ki benden de büyük oluvermişsin.''
''Kız kardeşi oldukça hayalperest ve duygusal olduğu halde el yazısı şaşılacak derecede okunaklı.
Kör çocuklara kitap okumak istiyorum.
Çince öğrenmek istiyorum.
Çok para kazanırsam, küçük bir tiyatro satın almak istiyorum.
Güney Kutbu'na gitmek istiyorum.
Santiago'ya hacca gitmek istiyorum.
Bunların altında daha yapmak istediği şeyleri belirten otuz cümle daha vardı.
''Nedir bu?''
''Geçen yılbaşında yazarlıktan başka neler yapmak istediğimi yazmıştım. Sırf eğlenmek için yapacağım şeyleri yani. Önümüzdeki on sene içinde yapmak istediklerimi yazdım. Ama annemle bir şey yapmayı planlamamışım. Bunları yazarken, bunun farkında değildim. Ama şimdi, annem kaybolduktan sonra deftere bakınca...''
''Başını önüne eğecek olsa sırtına bir şaplak indirip ''Bir erkeğin gururlu olması gerekir'' derdi. Hyong-çol asla bir savcı olamamıştı. Annesi hep bunun onun hayali olduğunu söylerdi, ama Hyong-çol bunun annesinin de hayali olduğunu anlamamıştı. Bunun asla gerçekleşmeyecek bir gençlik hayali olduğunu düşünmüş, annesinin de hayallerini yıktığı hiç aklına gelmemişti''
''Ama karın acı içinde ''Hayvanlar hasta olduklarında bir şey yemezler'' derdi. ''İnekler, domuzlar... Hayvanlar hasta olduklarında yemek yemeyi keserler. Tavuklar da öyle. Köpek hastalandığında bir şey yemez. Hasta olduğunda dönüp yemeğe bakmaz bile. Ona güzel bir yemek versem de evin önünde bir çukur açıp içine yatar. Birkaç gün sonra da iyileşip ayağa kalkar. Ancak o zaman yemek yemeye başlar. İnsanlar da aynıdır. Midem o kadar kötü ki önümde harika bir yemek de olsa yiyemem. Şu anda mideme girecek her şey zehirden farksız.''
''Bir şeyleri söylemenin doğru zamanı vardır... Hayatımı annenle konuşmadan geçirdim. Ya da bunu yapmaya fırsat bulamadım. Belki de söylemek istediklerimi biliyordur diye düşündüm. Şimdiyse aklımdan geçen her şeyi anlatabilirmişim gibi geliyor ama bu kez de beni dinleyecek kimse yok. Çi-hon?''
''Evet?''
''Lütfen... Lütfen annene iyi bak.''
''Diğerlerinden daha farklı bir hayat süreceğini düşünürdüm. Yoksulluktan nasibini almayan tek çocuk olduğundan, senin için istediğim tek şey her konuda özgür olmandı. İşte, bu özgürlükle bana sık sık başka bir dünyayı gösterdin. Bu yüzden daha da özgür olmanı istedim hep. Öylesine özgür olmalıydın ki hayatını başkaları için yaşamalıydın.''
(Burada bir çeviri ya da basım hatası olduğundan, yaşamamalıydın olması gerektiğinden eminim.)
''Kızım geçmişte meydana gelen her şeyin aslında şimdiki zamana karıştığını, eski şeylerin şu anla bir olduğunu, şu an olan şeylerin de geleceğe karıştığını, gelecekte olacak şeylerin de geçmişe karıştığını ama bunu bizlerin hissedemediğini söyledi. Ama artık devam edemeyeceğim. Şu anda olan şeylerin geçmişle, gelecekle alakalı olduğuna, ama bizlerin bunu hissedemediğine inanıyor musun?''
''Evler tuhaftır. İnsanlar söz konusu olduğunda işler her zaman iyi gitmez ve bazen birisine çok yaklaştığında zehrini hissedebilirsin, ama evler öyle değildir. Kimse ilgilenmediğinde çok güzel bir ev bile hızla eskiyebilir. Bir ev ancak içinde birileri yaşadığı, hareket ettiği ve orada kaldığı sürece yaşar.''
''Bir ev, içinde yaşayan kişilerin dokunuşuyla hayat bulur. İçinde yaşayan kim olduğuna bağlı olarak da ya çok güzel bir ev olur ya da berbat.''
İyi okumalar...
Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka
beni en çok etkileyen kitaplardan birisidir, kore kültürü ile ilgili hiç bilgim olmamasına karşın kitaptaki bazı noktalarda hep bizden birşeyler var gibiydi,tanıdıktı, benim gibi sulu gözlüleri uyarırım, ağlatabilir.
YanıtlaSilBunu söylediğimde insanlar şaka yaptığımı zannediyorlar ama Güney Kore kültürü ile bizim kültürümüz arasında inanılmaz benzerlikler var.
SilErkek evlada verilen değer, ona yüklenenler, kadınların hep bi' adım geride durması ama aslında karar merkezlerinin kadınlar olması...
Günlük hayattaki alışkanlıklar, büyüklere saygılı ve resmi hitap şeklinin şart sayılması, aile yapısı, sevgiyi söyleyerek, sarılarak, öperek göstermek yerine bakışlarla ve davranışlarla anlatmaları...
Erkeklerin bizdeki ''kahve'' kültürüne benzer bir kültür geliştirerek arkadaşlarıyla yemesi-içmesi ve hatta meyhane kültürüne bi' adım yaklaşıp erkek erkeğe yıkılana dek salaş yerlerde içmeleri...
Para hırsı, paranın olmazsa olmaz olması...
Sadakâtin önemi ama kadının sadakâtinin daha önemli olması...
Sonra diller; aynı dil grubuna dahil olması, gramer yapılarının benzerliği, Kore dilinin de sondan ek alması...
Daha neler neler.
Ben bu kitapta sol eli kullanmak, yemek, yazmak üzerine cümleleri okuduğumda ''hadi be!'' demiştim.
İnanılmaz benzeriz.
Ve ben de çok ağladım, sulugöz olarak yalnız değilsin :)