Lizbon'a Gece Treni / Nachtzug nach Lissabon / Night Train to Lisbon


Yazar: Pascal Mercier
Çeviri: İlknur Özdemir
Orijinal Dili: Almanca
Basım Yılı: 2004 / Türkçe İlk Baskı: 2012
Yayınevi: Kırmızı Kedi

Çok beğendiğim, çok sevdiğim, sindire sindire  -hatta hemen her sayfada bi' paragrafın, bi' cümlenin altını çizerek- okuduğum nadir kitaplardan biri oldu.
Tarafsız kalamayacağım, ''Acaba bir okuyucuyu yanlış yönlendirir miyim?'' kaygısına düşmeyeceğim; enfesti!
Altını çizdiğim cümlelerin tamamını buraya aktarmış olsaydım kitabı alıp okumanıza gerek kalmazdı herhalde :)

Arka Kapak Yazısı:
''Antik diller öğretmeni Raimund Gregorius lisede ders sırasında ansızın sınıftan çıkar, duyduğu Portekizce bir kelimenin büyüsüne kapılarak yaşadığı şehri, düzenli hayatını terk edip hakkında hiçbir şey bilmediği gizemli bir Portekizli'nin, doktor ve yazar Amadeu Prado'nun izini sürmek üzere Lizbon'a doğru trenle yola çıkar. Tesadüfen eline geçen ve Prado'nun, hayat, aşk, yalnızlık, arkadaşlık, ölümlülük ve ölümle ilgili notlarının bulunduğu kitabın etkisinden çıkamayan Gregorius, dilini bilmediği, ilk kez gittiği bu yabancı ülkede ve bu olağanüstü yolculuğu sırasında Prado'nun hayatının değişik evrelerinde yer almış insanlarla bir araya gelip onun farklı söylencelerle dokunmuş hikâyesinin derinlerine iner. Bir yandan da kendi içsel yolculuğunu sürdüren Gregorius, Diktatör Salazar'a karşı savaşmış Amadeu Prado'nun kişiliğinde kendine ve insana ilişkin pek çok sorunun yanıtını ararken, bir başkası olmanın dayanılmaz çekiciliğine de karşı koyamayacaktır. Lizbon'a Gece Treni, sadece Avrupa'dan değil, kendi zihnimizden ve ruhumuzdan da geçen ve dönüşü belli olmayan bir yolculuğun çok sesli, unutulmaz romanı.''

Altını Çizdiğim Cümleler:
''Birer nehirdir hayatlarımız
adına ölüm denen,
o denize doğru akan''

''Önemli olan, basit bir şeydi: Eski metinleri didik didik edebilmek, dilbilgisi ve üslup açısından en küçük ayrıntısına kadar öğrenebilmek ve her bir deyimin hikayesini bilmekti. Diğer bir deyişle: İyi olmaktı. Alçakgönüllülük değildi bu; kendisi söz konusu olduğunda hiç mi hiç alçakgönüllü değildi. Tuhaflık ya da sapkın bir kibir de değildi. Sonradan ara sıra düşündüğü gibi, gösteriş meraklısı bir dünyaya yöneltilmiş sessiz bir hiddetti, sadece müze bekçiliğine terfi edebilen babasının bir ömür boyu altında ezildiği kendini beğenmişlerin dünyasından öç almak istediği için kullandığı katı bir inattı.''

''Yaşadığımız binlerce şeyden olsa olsa bir tanesini dile getiririz, onu da gelişigüzel ve hak ettiği özeni göstermeden yaparız. Dile getirilmemiş bütün o deneyimlerin arasında hayatımıza belli etmeden biçimini, rengini, tınısını verenler de vardır. Bizler, ruhları araştıran arkeologlar olarak, bu hazinelere yöneldiğimizde, onların ne kadar dağınık olduklarını keşfederiz. İncelediğimiz şey, kımıldamadan durmak istemez, kelimeler yaşananın üzerinden kayıp gider, sonunda kağıdın üzerinde bir sürü çelişki kalır.''

''Gözlerinin altında mor halkalar vardı, ama bunlar yorgunluk, bitkinlik ya da hastalık halkaları değil, ciddiyet ve hüzün halkalarıydı.''

''Gazete okurken, radyo dinlerken ya da kafede insanların konuşmalarına dikkat ederken, hep aynı sözlerin söylenip yazılmasından, hep aynı deyimlerin, süslü sözlerin, metaforların kullanılmasından çoğu zaman bıkkınlık, hatta tiksinti duyuyorum. En kötüsü, kendime kulak vermem ve benim de hep aynı şeyleri söylediğimi saptamam. Müthiş aşınmış ve harap olmuş kelimeler bunlar, milyonlarca kez kullanılmaktan yıpranmışlar. Hala bir anlam taşıyorlar mı?''

''Zor kullan bakalım, kendine zor kullan, şiddet uygula ruhum; ama daha sonra kendini saymaya, saygı göstermeye zaman bulamayacaksın. Çünkü insanın bir tane hayatı vardır, tek bir hayatı. Ama senin için bu hayat neredeyse bitmiştir, o hayatı yaşarken kendine hiç dikkat etmedin, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğun saydın... Oysa kendi ruhlarındaki hareketleri dikkatle izleyenler mutlaka mutsuz olurlar.''

''Sorun,'' dedi Silveira, tren Valladolid istasyonunda dururken, ''hayatımızı kuşbakışı göremememiz. Ne ileriye ne de geriye doğru. Eğer her şey yolunda gidiyorsa şanslıyız demektir.''

''Okuyan insanlar vardı, bir de ötekiler. Birinin okuyan mı okumayan mı olduğu hemen anlaşılıyordu. İnsanlar arasında bundan daha büyük bir fark yoktu.''

''Hayatımızın gerçek yönetmeni rastlantıdır -gaddar, acımasız ve büyüleyici bir cazibesi olan bir yönetmen.''

''İnsanın kendisini tam anlamıyla kavrayabilmesinin en iyi yolunun bir başkasını tanımayı ve anlamayı öğrenmek olması mümkün müydü? Hayatı bambaşka bir çizgi izlemiş, bambaşka bir mantığa sahip olmuş birini? Bir başka hayata duyulan merak, insanın kendi zamanının tükenmekte olduğunun bilincinde olmasına nasıl uyardı?''

''Ruhun felç olmasını önlemek için bir mücadele bu,'' dedi, birkaç hafta sonra da: ''Neden daha önce başlamadım ki buna! İnsan yazmadıkça tam olarak uyanık olmuyor. Ve kim olmadığını bilmemesi bir yana, kim olduğu hakkında da bir fikri olmuyor.''

''Sonsuzluğun bakış açısından bakılınca,'' diye tamamlardın bazen, ''önemi azalıyor.''

''Hiç kimse, tartışmacıların hiçbiri, öne sürülen nedenler karşısında fikrinden cayma belirtisi göstermiyordu. Ve ansızın irkilerek, hatta bedenimde hissederek bu irkilmeyi, şunu anladım: Her zaman böyledir bu. Bir başkasına bir şey söylemek: O sözlerin bir etkisi olacağını nasıl bekleyebiliriz? İçimizden her zaman akan düşünceler, resimler ve duygular ırmağı, bu azgın ırmak öyle şiddetli ki, bir başkasının bize söylediği bütün sözlerin, eğer o sözler tesadüfen, tamamıyla tesadüfen kendi sözlerimize uymuyorlarsa, sulara kapılıp gitmemesi, unutulmaya terk edilmemesi bir mucize olurdu. Benim için durum farklı mı diye düşündüm. Ben bir başkasına gerçekten kulak verdim mi hiç? Onu söyledikleriyle birlikte içime aldım mı, içindeki ırmağın yönünün değişmesine izin verdim mi?''

''Ama orada hiç kimse konuşmaya gereğinden fazla önem vermez, insanlar konuşurlar ve konuşmanın tadını çıkarırlar, tıpkı dillerinden sözlerin yorgunluğu gitsin diye dondurma yalamanın tadını çıkardıkları gibi. Oysa burada herkes hep durum öteki türlüymüş gibi davranır. Sanki söyledikleri inanılmaz derecede önemliymiş gibi. Ama o önemli sözlerin de uyumaları gerekir, sonra geriye pis kokulu bir sessizlik kalır, çünkü her yerde kendini beğenmişliğin kadavraları yatmakta, sessizce kendi kendilerine kötü kokular yaymaktadırlar.''

''Amadeu bir kitabı okursa,'' demişti bir başka öğretmen, ''o kitapta harf kalmaz. Yalnızca anlamı değil, matbaanın mürekkebini de yutar o.''

''Kendini beğenmişlik, derdi, takdir edilmemiş bir budalalık türüdür, kendini beğenmiş olabilmek için, yaptıklarımızın tümünün kozmik önemsizliğini unutmalıyız, ki bu da olağanüstü bir budalalık türüdür.''

''Adlar, başkalarının bize, bizim de onlara giydirdiğimiz görünmez gölgelerdir.''

''Bir gün bir yerde şöyle bir cümle okumuştum: Arkadaşlıkların süresi vardır ve biterler.''

''Sevgiye inanmazdı. Hatta kaçınırdı o kelimeden. Kitsch bulurdu. Şu üç şey dışında bir şey yok derdi: Arzu, hoşnutluk ve güvenlik duygusu. Bunların hepsi geçiciydi. En geçici olanı da arzuydu, sonra hoşnutluk geliyordu ve ne yazık ki güvenlik de, yani birinin yanında kendini korunmuş hissetmek de, günün birinde dağılıp giderdi. Hayatın olmayacak talepleri, baş etmemiz gereken her şey, ne yazık ki pek çoktular, çok güçlüydüler, bu yüzden duygularımız yara almadan uğraşamazdık onlarla. Bu yüzden sadakat önemliydi. Onun bir duygu olmadığını söylerdi, bir arzuydu o, bir karardı, ruhun taraf tutmasıydı. Karşılaşmaların tesadüfiliğini ve duyguların rasgeleliğini bir zorunluluğa dönüştürürdü. Bir tutam sonsuzluk, derdi, sadece bir tutam, ama olsun.''

''Ben olgunlaşma dedikleri şeyi hep reddettim. Olgunlardan hoşlanmam. Olgunluk denen şeyi fırsatçılık ya da katıksız bezginlik sayarım.''

''Beklentilerini azaltırsa daha hakiki olacağını, büzülüp sert, güvenilir bir çekirdek haline geleceğini ve böylece hayal kırıklığının vereceği acıya karşı şerbetli olacağını umut edenler olabilir. Ama kollarını kendisine uzatan, arsızlık eden her beklentiyi kendine yasaklayan bir hayat yaşamak nasıl bir şey olurdu, yalnızca, otobüs gelse türünden değersiz beklentilerle dolu bir hayat?''

''Kitsch, bütün hapishanelerin en kötüsüdür, diye yazmıştı Prado. Parmaklıkları, basitleştirilmiş, sahte duyguların altınıyla kaplanmıştır, bir sarayın sütunları sanır insanlar onları.''

''Yolculuk edemeyen insanlara neden acırız? Dıştan genişleyemeyecekleri için içlerinde de yayılıp genişleyemezler de ondan; kendilerini çoğaltamazlar, böylece kendi içlerinde kapsamlı gezilere çıkamazlar, başka kim ve ne olabileceklerini keşfetme fırsatından yoksun kalırlar.''

''Neden kendi hayatın için hiç mücadele etmiyorsun, oysa satrançta mücadele etmesini iyi biliyorsun! demişti Florence kaç kez. Hayatta mücadele etmeyi gülünç buluyorum da ondan, demişti, insan zaten kendisiyle yeterince mücadele ediyor.''

''Yalnızlık dediğimiz şey nedir aslında, derdi, sadece başkalarının eksikliği olmamalı, insan bir başına da olabilir ama yalnız olmaz; ve insanların yanındayken de yalnız olabilir, o zaman nedir yalnızlık? Karmaşa içinde yalnız olabilmemiz onun kafasını hep meşgul ediyordu. Tamam, diyordu başkalarının da yanımızda olması, yanı başımızdaki boşluğu doldurmaları önemli değil. Bizi överlerken bile, ya da dostça konuşma sırasında akıllıca, kendilerini bizim yerimize koyarak öğüt verirlerken bile yalnız olabiliriz. Demek ki yalnızlık salt başkalarının mevcudiyetiyle ilgili bir şey değil; ve yaptıkları şeyle de. Öyleyse neyle ilgili? Neyle Tanrı aşkına?''

''Zamanını boşa harcama, işe yarar bir şey yap.''
''İşe yarar ne anlama geliyor? Daha sonra nasılsa zaman bulurum yanılgısına tutunmamak. Gerekli olan değişimle bağlantılı rahatlığa, kedini aldatmaya ve korkuya karşı yürütülen savaşta bir araçtır, uyarı. Hayal edilen yolculuğa çıkmak, bu dili öğrenmek, şu kitapları okumak, bu takıyı satın almak, o ünlü otelde bir gece geçirmek. Kendini ıskalamamak.
Daha büyük şeyler de dahildir  buna: Hoşlanılmayan işten çıkmak, nefret edilen bir ortamdan ayrılmak. İnsanın daha hakiki olması, kendi özüne yakınlaşması için ne gerekliyse yapmak.''

Keyifli okumalar :)

Görsel: Google Images

6 yorum:

  1. Bende bu kitabı okuduğumda çok beğenmiştim. Lizbona gitmiş kadar olmuştum çok güzel kitap. Bu kitapla hemen hemen aynı zamanda Shantaram kitabını okumuştum o da çok güzeldi. İkiside film seyredermiş gibi gelmişti.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ''Bitmesin'' dediğim nadir kitaplardandı :)

      Sil
  2. Bunun da ingilizcesini bulup almıştım burada o da kitaplıkta derin uykusunda:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sadece orijinal dili İngilizce olan kitapları İngilizce'den okumayı makul görüyorum. Bi' de Türkçe'ye çevrilmemiş ve uzun süre çevrilmeyecek kitapları...
      Geri kalan kitaplarda tercihim Türkçe :)
      Ben bu kitabı -şahsen- sevdim amaaaa kış kitabı :)
      Karda-kışta-karanlık günlerde battaniye altında keyif yapma kitabı bu, uyarmış olayım.

      Sil
  3. Bu kitabin ingilizcesi! Allah kahretsin onu! :@ nasil ofkeliyim cevirmene.
    Bu kitaptan bana ilk annem bahsetti. Illaki oku dedi. Sonra senin blogun dahil bazi bloglarDa cok guzel oldugunu okudum ve amazondan aldim. Cunku turkcesini alma imkanim yoktu. Okudum ve sonuc husran sevenlerin niye sevdigini bile anlamadim. Sonra annem buraya gelirken sen onu anlamamissindir deyip turkcesini getirdi ve bayildim. Siddet egilimleri olan biri degilim ama cevirmeni elime gecirirsem bir tane patlatacagim ve isini iyi yap diyecegim. Zira kendisi katil bence. Kitap katili

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çevirmenin işi yazar kadar zor fakat yayınevleri bunun ya farkında değiller ya da en ucuza çeviri yapacak kişiyi bulduklarında o çevirmenin daha önceki işlerine veya edebiyat bilgisine bakmayı akıl edemiyorlar.
      Birçok güzel kitap çevirmen elinde harcanıyor ve bu yüzden kitabın satışları da düşüyor.
      Mecbur kalmadığım sürece kitapları Türkçe okumaya çalışıyorum. İngilizce bana -kitap okurken- çok ruhsuz, gerekli duyguyu veremeyen, kısır bi' dil geliyor. Kuru kuru, duygudan yoksun kitap okumak elbette zevk vermiyor.
      Senin için üzüldüm. En azından ikinci şansı tanıyıp Türkçe'den okumuşsun, bu ise şansın.
      O çevirmeni bulursan bi' tane de benim için patlat suratının ortasına :)

      Sil

Buraya yazmaya niyetlendiğin her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabileceğimi bilmeni isterim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...