Yazar: Mahir Ünsal Eriş
Orijinal Dili: Türkçe
Basım Yılı: 2012
Yayınevi: İletişim Yayınları
Bu kitabı idefix'ten toplu kitap alımı yaptığımda almıştım. Kitabı okurken 112. sayfayı bitirip gözlerimi bir sonraki sayfaya çevirdiğimde önce kısa süreli bir şaşkınlık yaşadım. Okuduğum sayfayı bu sayfaya bağlayamamıştım çünkü. Sonra sayfa numarasına baktım; 129! :)
Tadım-tuzum kaçtı, hikayenin geri kalanını deli gibi merak ediyordum.
Hemen idefix ve İletişim Yayınları'na Twitter'dan yazdım. Ardından da yazara.
İletişim Yayınlarından çıt çıkmazken, -ve yazar da hiç bir yorumda bulunmazken- idefix bana sipariş kodumu verdiğim takdirde müşteri temsilcilerinin geri döneceğini cevabını verdi.
Kodu verdim ama geri dönen olmadı :)
Yaklaşık üç-beş gün sonra kendim aradım (Polonya'dan arıyorum düşünün) ve on beş dakikalık bir telefon görüşmesinden sonra kitabı bana tekrar göndereceklerini söylediler. Açıkçası -ismini vermemin doğru olmayacağını düşünüyorum- müşteri temsilcisi beyefendinin sorumlu yaklaşımından dolayı böyle çözüm üretildi bana. O beyefendiye çok teşekkür ediyorum.
Hazır almak istediğim bir çok kitap birikmişken -ve de idefix'te bahar indirimi varken- yeni siparişlerime ücretsiz olarak ekleneceği sözünü verdiler bu kitabın. Peki ben kitabı nasıl okuyup-bitirdim? :)
Twitter'da takipçim olan ''Ceren'' isimli arkadaşımız sayfa 112-129 arasını bana kendi kitabından taratıp pdf dökümanı olarak gönderdi. Yazarı, böyle bir çözüm yoluna gideceğimize dair yine Twitter aracılığıyla bilgilendirdim. Gerçi ondan da geri dönüş gelmedi ama ben üzerime düşeni yaptım, haber verdim.
Sevgili Ceren, buradan sana bir kez daha teşekkür etmek istiyorum :)
Tam zamanında yetiştin yoksa ben yeni kitap elime geçinceye dek en az bir ay beklemek zorunda kalacaktım :)
Arka Kapak Yazısı:
“Abim Atatürk’ü çok severdi, bense Allah’ı.
Babam, annemi ve Galatasaray’ı severdi, annem de Ringo’yu. Babam yorgun bir adamdı.
Gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup ordan oraya sürüklemiş gibi, kalan son canıyla eve gelir, çoğunlukla da tek kanallı televizyonun bitmek bilmeyen ana haber bülteni sona ermeden uyuyakalırdı, akvaryumun karşısındaki ikili koltukta.”
Yaz bitince kalabalığın günbegün seyreldiği, ahalinin biz bize kalıp bıkkınlıkla merabalaşıp mahsunlaştığı, her gürültünün ikindi vakti ağır usul söndüğü bir sahil şehrini düşünün... Boş masaları döven yağmurları, kirlenmiş kıyıları, eprimiş güneş şemsiyelerini... Buna, seksenli yılların sakaletini, iğreti kaygılarını, katıksız korku olan çaresizliğini ekleyin.
Mahir Ünsal Eriş, bir sahilde oturmuş, can sıkıntısından esneyen, kendi çocukluğuna bakıyor; renkli, yuvarlacık, pütür pütür bir çocukluk anlatıyor bize. “Komen! komen!” diye ateş eden oğlan bebelerini, mobiletleri, leblebi tozunu, Kaynanalar Parkı’nı, Kız Meslek’in kızlarını, Klinsmann’ı, Evrenos’u, Allah’ın yanına aldığı iyileri, kale zindanındaki prensesleri resmediyor.
Yoksulluk, hoyratlık, yalnızlık, gamsızlık, kırk mumluk sarı ampulün ışığında belli belirsiz görünüp, kayboluyor. Merhamet, taşraya uğramadan Kaf Dağı’na gidiyor...
Canlı, anlatma iştahıyla dolu yeni bir ses var karşımızda. Eriş, soba boyasıyla boyanmış hikâyeleriyle edebiyat şehrengizinde... Mağlup ama baştan kaybetmişliğini bilen bir hınzırlıkla sırıtıyor okuruna...''
Altını Çizdiğim Cümleler:
çok sıkılır arkadaşı ölen çocuklar
''Ölmek ne bilmiyorum. Merak da etmedim hiç. Yani iyi kötü bir fikrim var aslında, tam olarak ayrıntısını bilmiyorum ama. Tatil gibi bir şey sanıyorum onu, taşınmak gibi, kesin bir şey. Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum yine de fakat. Bu kadar ani olmasına, böyle habersizce kaçar gibi olmasına üzülüyorum sonra, bozuluyorum biraz. Çağırsaydı ben de giderdim belki?''
kimi sevse gülderen
''Kimi sevsem,'' diye düşünüyordu bunlar aklından geçerken, ''hep beklemekle geçiyor vaktimin büyük çoğunluğu.''
biten bir aşkın ardından
''Ateşsiz sigara ne zor, sigarasız ateş ne üzücü şu hayatta... Ömrümün en uzun gecelerinden biriydi belki de.''
bana küstüler
''İnsansızlıktan kurudum. Lisede, hem de lisede, en çok insana karışılan yaşımda tek bir gerçek arkadaşım olmadan yapayalnız kaldım. Arkadaşmış, Allah belalarını versin hepsinin. Şimdi kim bilir nerdeler. Bense hala burdayım, sözümde.''
bilye hikmet
''Kamelyanın önüne çıktı Bilye Hikmet. Yılanın karşısına geçti, diz çöktü önünde içi dolu, etli bir kemer gibi çöreklenmiş hayvanın. Ulaş'ın da, benim de gördüğümüz ilk canlı yılandı. Hikmet göz göze gelmeye çalışır gibi bekledi yılanı bir süre. Sonra ''Şşş'' dedi. ''Haydi şahmerana haydi şahmerana.''
Yılan sanki pis bir koku almış da irkilmiş gibi seri bir hareketle başını geriye çevirdi, sonra bütün vücudunu başının peşi sıra sürükleyerek geliği çalılara doğru kaybolup gitti. Gözden kaybolana kadar önümüzden bir dizi boncuk gibi sürüklenerek gidişini izledik. Susmuştuk.''
her kanser erken ölümdür
''Maalesef'' diye başladı söze. Maalesef, beyaz bir kağıdın tam ortasına damlayan kocaman bir mürekkep lekesi gibi düştü içime. Sanki iki göğsümün ortasında bir yer, içine sıcak su dökülmüş çay bardağı gibi patladı, kırıkları ciğerlerime battı sanki.''
bir konsomatris hikayesi
''Çapındaki bütün Anadolu memleketleri gibi, kaynayan bir kazandır Biga.Kolları bilezikten prangaya vurulmuş gibi şangırdayan, günleri günle, akşamları televizyonla geçen, misafirliğe giderken terliğini götüren kadınların kendilerinden başka herkesin dedikodusunu herkesle yapabilecekleri, alevler içinde bir kazan. Ve esnaf aylaklığıyla dükkanlarının önlerine attıkları sandalyelerde bütün dünyayı eteklerinde çekip çeviren kuyu ağızlı kocalarının...''
Ringo
''Fareden korkmazdım, köpekten de, sadece Allah'tan korkardım, çünkü onu severdim, onun resmi yoktu çünkü, o büyüktü, demek ki resimlere sığmayacak kadar büyüktü.''
mektup yazacak gün
''Annemle babam dönmüştü ve ben yine yalnız kalmıştım. Bir haftadır pek aklıma gelmiyordu, onlar buradayken oyalanabiliyordum. Ailenin insanı kendine dönüştüren, birden bire o eski düzene döndürüveren bir büyüsü var. Gittiklerinde bir tuhaf oluyorsun, sanki biraz daha kalsalar evin içinde varlıkları ağırlaşmayacakmış, her hareketin, para veya vakit harcadığın her şey onlara batmayacakmış gibi. Aileylen, ailenin dışında kalan dünyayı dışarıda bırakabilmek mümkün...''
hep klinsmann'ın yüzünden
''Her sabah gövdemin içini dolduran sıcacık bir neşeyle uyanıyor, bütün bir günü onun kokusunun gölgesinde, onun yarım, üzgün gülümseyişini izleyerek, onunla oyunlar oynayarak geçiriyordum. Çok seviyordum onu. Onun bana gülüşü, benimle olmayı, hep yanımda durmayı sevişi, kimi zaman kazara bana değen sıcaklığı, benimle Dünya Kupası maçlarını seyredişi, Evrenos'un İspanyol olduğuna inanışı, babamın yakın gözlüğünü takıp Özal taklidi yapışı, o üzgün, kıvırcık, gamzeli ve çürük dişli halleri aklımı başımdan alıyordu.Mutluluktan bir yerlerim çatlayıverecek gibiydi. Karnımın içinde hep, sanki gülmekten katılıyormuşum gibi bir düğüm vardı. Her şey yolundaydı basbayağı.''
kadınlar hep olmadık zamanlarda
''Çok sevdim onu ben, içim yırtılırcasına sevdim. Öyle sevdim ki, ondan sonra gelenlerde hep onu silmeye çalıştım. Bunu bahane edip birini öbürüne ekledim, birbirini hiç tanımayan kadınları mutsuz edip karşı karşıya getirdim. Öyle sevdim, öyle özledim, öyle kıskandım ki onu, o gittikten sonra bile, elimde olsa, hani utanmasam, bir gazeteye ilan verip, ''Merhaba kızlar, benim bir sevdiğim var. Ve hiçbirinizi sevmeyip mutsuz edişim bundandır. Özürlerimin kabul buyurulması,'' diyebilirdim.''
ben evlenmeyi boşanmaktan daha çok seviyorum
''Öpüyorum. Kokusu içime doluyor, içimdeki tüm hücrelere sıvanıyor sanki, kaplıyor. Tanıdık buluyorum bu kokuyu. Çok havalı bir laf olmasa "aşina" derdim. Evimle o kadar özdeşleşmiş ki kokusu, buluşmuşuz ve eve gidecekmişiz gibi kokuyor. Heyecanlandıran değil de, sakinleştiren bir koku. Yuva kokusu işte... Gitmeyeceksin o yuvaya ama, ona şüphe yok. Boşanma, işte o anda başlıyor zaten. O yüzden yuvaları yıkıldı deniyor boşananlara.''
vakitlice gelmeyen çiş
''Çocukken ablasını Mersin'e üniversiteye yazdırmaya gitmişlerdi ailece de, Konya Ovası'ndan geçerken "Çişim var," diye tutturunca babası sağa çekip, "lşe ulan!" demişti. O da, bir tane ağacı olmayan koca ovada gözden kaybolamayacağını anlayıncaya kadar yürümüş, en sonunda ufukta küçük bir nokta olup kalınca yere çömelip işemişti. Onca yolu geri yürüyüp arabaya döndüğünde ana-babasıyla ablası hala gülüyorlardı.''
biraz uzunca bir diyet hikayesi
''Halasının oğlu bile bilmezdi Beşo'nun adının Beşir olduğunu. Çünkü halaoğlu için Beşo, zaten başlı başına bir isimdi. Askerde bir yüzbaşısı varmıştı babasının, çok koruyan kollayan, kimseye ezdirmeyen. Çanakkale Bigalı falan da bir adam üstelik... Ondan ahdetmiş babası, ''Şu askerlik,'' demiş, ''bir bitsin, ahdim var komutanım, senin adını vereceğim ilk oğluma.'' Güzel insanlıklı bir adamcağızmış yüzbaşı, Beşir'miş adı. Öyle de olmuş, Beşo'ya ad olmuş yüzbaşının babaya kıyağı. Kim bilir kaç subayın, astsubayın adı kaç kara kuru çocuğa ad olmuştur memleketin dört bir yanında.''
Keyifli okumalar :)
Görsel: Google Images/ebediyenedebiyat.blogspot.com
Bunu yazara editörü aracılığıyla ileteyim ben :) Farkına bile varmadığına eminim, yeni çıkacak kitabını sana ben yollayım olur mu canım :) (editör hamil-i kart yakinimdir yönünde akraba olur şahsıma)
YanıtlaSilPeki Leylak'ım :)
SilYeni kitap için söz verdin demek, kabul edilmiştir, notumu aldım :)
Daha önce de başka bir kitap için söz verdiydin...
Hep vaat hep vaat! :)
Öperim :)
Kız o hangi kitaptı unuttum? Mahir kesin dün editöre söyledim, yazarı yakalarsa imzalı bile olacak :) Şu kargaşada ancak okuyabildim şekerim, yaz bakayım hangi kitaba söz verip unuttum cadı :)
SilLeylak'ım, canım benim :)
SilNe şahane bir haber! İmzalı da olursa hele sevincimden uçarım sanırım :)
Bana bir ''Firuzan'' sözün var, iyi hatırlıyorum ama bir tane daha vardı onu hatırlamıyorum :)
Cadıyım, evet :) Çapulcu cadı! :)
Tmm canım Füruzan+ Mahir. Kitap piyasaya çıksın ikisi de yollanacak, imza için biraz gecikebilir, çünküm yazar bir süre yurtdışında olacakmış. Öperim çapulundan cadından :)
SilLeylak'ım :)
SilAh bir kez yüzyüze gelebilsek sana neler diyeceğim, neler anlatacağım.
Ne sohbetler edeceğiz...
Nasıl istiyorum, nasıl hevesleniyorum bi' bilsen.
O kitaplar, senin için ''güzel kitap''lar. Benim içinse; hazine!
Herkes için kitabı değerlidir ama bir bilsen anadilinde yazılmış kitap bulmak ne zor burada.
O sebeple, bana gelen her kitap değerlim.
Çantamı kaybetsem, kartlarım-kimliğim-param gitse ve her şeyi tekrar çıkartmak zorunda kalsam zerre üzülmem ama bir kitabım kaybolsa evlat acısı gibi oturur içime. Uyuyamam.
Kitap konusunda çok bencilim, çok arsızım-utanmazım :/
Marjinal Bal'ım ilen Çapulcu Yoda'm da öpüyorlar seni :)
Canımsın.
Kitabı çok beğenerek okumuştum, böyle bir durum kötü olmuş, ama editörün hamil-i yakını durumu iletir eminim:))
YanıtlaSilBen de çok ama çok beğenerek okudum :)
SilSanki olaylar hep benim çocukluğum-gençliğim-mahallemde dönüyormuş gibi bir histi, okudukça kalbim sıcacık oldu.
Heyecanlı heyecanlı okurken 16 sayfanın kayıp olduğunu anladığım an suratımın aldığı şekli görecektin :)))
Üzüldüm, kızdım, hevesim kursağımda kaldı.
Ama okudum mu? okudum!
Şimdi hem eksik sayfalı baskısı, hem de yeni baskısı kitaplığımda olacak :)
Mutluyum.
Umarım editörü durumu iletir. Hani ben mağdur oldum, başka okuyucular olmasın.
Onların hevesi kursağında kalmasın :)