Yazar: Markus Zusak
Çeviri: Teri Erbeş
Orijinal Dili: İngilizce - Almanca
Basım Yılı: 2005/ Türkçe Basım: 2009
Yayınevi: Encore Yayınları
Bu kitapla benim bi' hikayemiz var.
Sonu güzel biten bir hikaye...
Kitap Hırsızı'nı ilk baskısı henüz tükenmemişken satın almamak gibi bir hata yapmıştım. ''Nasıl olsa baskıların devamı gelir'' diye düşündüm ve kitap satın alırken önceliği uzun zamandır listemde olan diğer kitaplara verdim. Fakat Encore Yayınları, kitabın ilk baskısı tamamen tükendikten ve hatta kitap karaborsa dahi bulunmaz olduktan sonra bile 2. baskıyı yapmadı.
Böylece, benim aylar ve hatta yıllar süren bekleyişim başlamış oldu.
Bu arada kitap dünya genelinde çok tutuldu, best seller listelerinden inmedi ve hatta üzerine filmi de çekildi.
Bir ara güzel bir haber geldi: Kitap Hırsızı'nı Martı Yayıncılık basacaktı. Kitap baskıdan çıkar çıkmaz -mürekkebi kurumadan- siparişi verdim ve beklemeye başladım. İşte o sırada, Türkiyede yaşayan kitap kurdu arkadaşlarım bana ''Sakın okuma! Martı Yayıncılık kitabı mahvetmiş! Çevirisi o kadar kötü ki, kitap vasatın üstünde bile değil. Bu baskıyı okursan kitabı zerre kadar sevmezsin. Bekle, bu kitabı sana bulacağız! Gerekirse, fotokopi çeker/taratır yollarız ama sakın yeni baskıyı okuma!'' dediler.
Kitap geldi, elimi bile sürmedim...beklemeye başladım. Ara sıra, ilçelerdeki -İstanbul, Ankara, İzmir, Denizli, Manisa, Sakarya, Balıkesir, Bursa şehirlerinin ilçelerini- kitapçıları arayıp kitabı sormaya başladım; yok, yok yok! Martı Yayıncılığa ait baskısı her yerde ama Encore Yayınları'nın baskısını bulmak imkansız.
En nihayet, o uzun bekleyişten sonra tek bir nüsha bulundu. Eski bi' arkadaş tarafından... Ki, bu eski arkadaş ''Sakın okuma!'' diyen arkadaşlarımın arasındaydı. ''Ne yapıp-edip sana bu kitabı bulacağım!'' diye (ben böyle bi' söz istemediğim halde) bana söz veren ilk kişiydi...
Kitabı bulunca -ki kendisinde zaten kitap vardı- bana göndereceğini söyledi. Böylece heyecanlı bir bekleyiş başlamış oldu benim için. Bir hafta, on beş gün, bir ay...ve hatta iki ay.
Kitap gelmedi.
Sonunda, kitabı gönderip göndermediğini sorduğumda ''Cnm kusura bakma yaaaa, ben kitabı sana göndermedim hâlâ'' cevabını aldığımda ''Göndermemekle çok iyi etmişsin, sakın gönderme.'' dedim ve o saniyeden sonra yabancı olduk birbirimize.
İnsanlara yalan söylenilmesinden, insanların beklentilerinin hafife alınmasından ve her şeyden önemlisi verilen sözün tutulmamasından nefret ederim.
Aradan bi' kaç gün geçince Encore Yayınları'nı aradım. Karşıma çıkan beyefendiyle kitaplar üzerine çok tatlı bir sohbete başladık ve bu sohbetin sonunda Encore Yayınları, ilk baskıdan ellerinde kalan son bi' kaç kitaptan birini bana hediye olarak gönderdi.
Kitap geldiğinde çocuklar gibi sevinçle ellerimi çırptığımı hatırlıyorum :)
Sonra aklıma düştü; acaba Martı Yayıncılık'ın bastığı çeviri o kadar kötü müydü gerçekten?
Her iki kitabı da masamın üzerine koydum ve karşılaştırmalı okumaya başladım.
Aşağıda da, altını çizdiğim cümleleri aktardım.
İlk cümleler, Encore Yayınları'nın baskısına ait... Teri Erbeş çevirisi.
Diğer yayınevinin/çevirmenin cümlelerini de hemen ardından verdim.
Karar sizin.
Ben kararımı daha ilk cümleyi okuduktan sonra vermiştim...
Filmini izlediniz mi bilmiyorum ama ben izlemedim.
Ve izlemeyi düşünmüyorum.
Kitap Hırsızı, hayalimde canlandırdığım gibi kalsın istiyorum.
Dilerim okurken en az benim kadar zevk alırsınız.
Ve, Encore baskısını, bi' gün bi' vitrinden size gülümserken bulursunuz.
Arka Kapak Yazısı:
''Ölüm meleğinin ağzından bir kitap hırsızının hikayesi.
Yıl 1939, Nazi Almanyası. Ölümün işi çok. Ölüm, kitap hırsızı Liesel Meminger'in yanına üç kez uğrar ama onu değil erkek kardeşini alır. Liesel, kardeşinin toprağa verildiği mezarlıkta, karlar arasında siyah kapağı üzerinde gümüş yazılar olan bir kitap bulur; Mezar Kazıcının El Kitabı.
Henüz okuma yazmayı doğru dürüst beceremeyen kızın hayatını değiştirecek kitaplardan ilki.
ÖLÜM SİZE BİR HİKAYE ANLATMAK İSTERSE DURUP DİNLEMEZ MİSİNİZ?
"...Her durumda hayatta kalan birinin hikayesi bu; hep geride kalan olmakta ustalaşmış birinin hikayesi. Aslında pek çok başka şeyin yanısıra şu saydıklarımla ilgili küçük bir hikaye:
* Bir kız
* Bazı kelimeler
* Bir akordiyoncu
* Bazı fanatik Almanlar
* Bir Yahudi dövüşçü
* Ve bol miktarda hırsızlık...''
Altını Çizdiğim Cümleler:
'' GİRİŞ
enkazdan sıradağlar''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''ÖNSÖZ
Molozlardan bir dağ sırası''
*
''İlk önce renkler.
Daha sonra insanlar.
Genellikle olaylara bu sırayla bakıyorum.
Daha doğrusu, bu sırayla bakmaya çalışıyorum.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Önce renkler.
Sonra insanlar.
Ben genellikle böyle görürüm.
Ya da en azından böyle görmeye çalışırım.''
*
''İnsanlar genellikle bir günün renklerini sadece gün başlarken ve sona ererken fark ediyorlar, ama benim için günün her anı, her dakikası değişen, içiçe geçen yığınla farklı renk tonu içeriyor.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''İnsanlar bir günün renklerini sadece başlangıcında ve bitişinde izler, ama bence bir günün her birinin farklı anlarda geçip giden çok çeşitli tonlar barındırdığı gayet açık.''
*
''Hayatta kalanlar.
İşte onlara bakmaya dayanamıyorum, bakmamaya çalışıyorum ama çoğu kez başaramıyorum. Onlara kafayı takmamak için bilhassa etraftaki renkleri gözlemliyorum fakat arada bir gözüm takılıyor, geride kalanları izlemek zorunda kalıyorum. Sanki parçaları acı gerçek, şaşkınlık ve çaresizlikten oluşan dağılmış bir boz-yapı bir araya getirmeye uğraşırken, bir yandan da olup biteni anlamaya çalışıyorlar. Onların yarılmış kalpleri, iflas etmiş ciğerleri var.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Hayatta kalanlar.
Onlara bakmaya tahammül edemiyorum ama birçok durumda hâlâ başarısız oluyorum. Onları kafamdan atmak için bilinçli olarak renklere odaklanıyorum ama arada bir geride kalanları, anlayış, umutsuzluk ve şaşkınlık bulmacaları arasında dağılıp gidenleri görüyorum. Delinmiş kalpleri, hırpalanmış ciğerleri var.''
*
''SÖZLÜKTE BULAMAYACAĞINIZ BİR KELİME.
Terk etmemek: çocuklar tarafından hemen tespit edilebilen, güven ve sevgiden kaynaklanan bir tavır''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
SÖZLÜKTE BULUNMAYAN BİR TANIM
Gitmemek: Sık sık çocuklar tarafından fark edilen bir güven ve sevgi eylemi''
*
''Ve ben bir kez daha gördüm ki, bir fırsat diğerine yol açar; tam da bir riskin daha çok riske, hayatın daha çok hayata, ölümün daha çok ölüme yol açtığı gibi.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Ve bir kez daha, bir fırsatın hemen diğerini getirdiğini, riskin daha fazla risk yarattığını, hayatın daha fazla hayat doğurduğunu ve ölümün de daha fazla ölüm demek olduğunu bana kanıtlayacaktı.''
*
''Dakikalar acımasızdılar.
Saatler eziyetli.
Uyanık olduğu her an başucunda zamanın eli duruyordu ve bu el onu sıkıp canını çıkarmaktan geri kalmıyordu hiç. El gülümsedi, onu sıktı ve canını bağışladı. Aslında, bir şeyin yaşamasına izin vermekte ne büyük bir kötülük vardır.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Dakikalar acımasızdı.
Saatler işkenceydi.
Uyanık geçirdiği zamanlarda saatler tepesinde dikiliyor, onu yıpratmakta kesinlikle tereddüt etmiyorlardı. Gülümseyerek canını çıkarıyor ama sonra da yaşamasına izin veriyorlardı. Bir şeyin yaşamasına izin vermekte ancak bu kadar art niyet olabilirdi.''
*
''Zarı atarsın ve yedi gelirken, bu attığının sıradan bir zar olmadığının zaten farkındasındır. Kötü şans olduğunu iddia edersin ama aslında bu zarın gelmek zorunda olduğunu başından beri biliyorsundur. Odaya sen getirmişsin. Masadakiler nefesinde bile onu kokluyorlar.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Zarı atarsınız ve gelişini izlerken aslında normal bir zar olmadığını anlarsınız. Kötü şans dersiniz ama aslında geleceğini başından beri bilirsiniz. Odaya kendiniz getirdiniz. Masa nefesinizden onun kokusunu alabilir.''
*
''Birden aslında saatlerin hiç de tik taka benzer bir ses çıkarmadıklarının ayırdına vardı ümitsizce. Daha çok düzenli bir şekilde dünyaya inen bir çekicin darbelerinden çıkan ses gibiydi. Bir mezarlığın sesi gibiydi.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Saatlerin aslında tik-tak diye sesler çıkarmadığını anladı. Daha çok ters dönmüş bir çekiç gibi, sanki yöntemli bir şekilde toprağa vuruyordu. Bir mezarın sesini andrıyordu.''
*
''Kadının burnundan akan kan süzülüp dudaklarını yalıyordu. Gözleri morarmıştı. Kesikleri vardı ve teninde bir takım yaralar beliriyordu. Hepsi, kelimeler yüzünden.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Burnundan kan süzülüyor, dudaklarından damlıyordu. Gözleri kararmıştı. Orası burası kesilmişti ve derisinin çeşitli yerlerinde bir sürü yara izi beliriyordu. Hepsinin nedeni o sözlerdi.''
*
''Bu öpücüğü o kadar arzulamış olmalı ki... Kızı öylesine inanılmaz şekilde çok sevmiş olmalı ki... O kadar sevmiş olmalı ki, bir daha dudaklarını hiç istemeyecekti ondan ve öpücüğünü alamadan mezarına girecekti.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Onu çok istiyor olmalıydı. Onu inanılmayacak kadar çok sevmiş olmalıydı. O kadar ki bir daha asla dudaklarını öpmek istemeyecek ve mezara onlarsız gidecekti.''
*
''BİR UFAK GERÇEK
Ben orak ya da tırpan taşımam. Sadece soğuk olduğunda kapüşonlu siyah bir cübbe giyerim. Ve bana uzaktan yakıştırmayı pek sevdiğiniz o kafatasını andıran yüz hatlarına sahip değilim. Benim neye benzediğimi gerçekten merak ediyor musunuz? Size yardımcı olayım. Ben anlatmaya devam ederken kendinize bir ayna bulun.''Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''KÜÇÜK BİR GERÇEK
Ben orak falan taşımıyorum.
Sadece hava soğuk olduğunda siyah kukuletalı bir pelerin giyiyorum.
Beni uzaktan tanımanızı sağlayan kurukafaya benzer bir yüzüm de yok.
Gerçekte nasıl göründüğümü bilmek ister misiniz?
Size yardım edeyim.
Ben devam ederken siz kendinize bir ayna bulun.''
*
''Hangi yıl olursa olsun zaten turlayıp durduğumu söyleyebilirsiniz ama insanoğlu bazen işleri hızlandırmayı pek seviyor. Bedenlerin tüketimini ve uçup giden ruhları arttırıyorlar. Birkaç bomba işi hallediveriyor. Ya da gaz odaları veya muhabbeti uzaktan kulağa gelen silahlar. Tüm bunlar işi bitirmeye yetmiyorsa, en azından birtakım insanları kurdukları yaşam düzeninden ediyor; evsiz kalanlara her yerde rastlıyorum. Ben saldırıya uğramış kentlerde gezinirken bu insanlar sık sık peşime takılıyorlar. Sanki yeterince işim yokmuş gibi, kendilerini almam için bana yalvarıyorlar. Onları ''Sizin de sıranız gelecek,'' diye ikna etmeye çalışıyorum ve uzaklaşırken arkama bakmamaya gayret ediyorum. Bazen ''Görmüyor musunuz, zaten yeterince işim var!'' demek istiyorum ama hiç konuşmuyorum. Kendi işime bakarken içimden söylenip duruyorum sadece ve bazı yıllar ruhlar ve bedenler birbirine eklenmiyor da, sanki katlanarak çoğalıyor gibi geliyor.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Hangi yıl olursa olsun böyle dolaşmam gerektiğini düşünebilirsiniz, fakat bazen insan ırkı, işleri biraz hızlandırıyor. Cesetlerin ve kaçan ruhların sayısı artıyor. Genellikle birkaç bomba bunun için yeterli oluyor. Ya da gaz odaları, uzaktan gelen silah sesleri... Bunların hiçbiri işi bitirmezse, en azından insanların yaşam düzenlerini bozuyor ve her yerde evsizleri görüyorum. Yıkılmış şehirlerin sokaklarında dolaşırlarken sık sık peşimden geliyorlar. Ne kadar meşgul olduğumu bile anlamadan onları da götürmem için yalvarıyorlar. ''Sizin de zamanınız gelecek,'' diyerek onları yatıştırmaya ve arkama bakmamaya çalışıyorum. Bazen, ''Ne kadar çok çalıştığımı görmüyor musunuz?'' demek geliyor içimden. Ama bunu asla yapmıyorum. İşimi yaparken içimden şikayet ediyorum ve bazı yıllarda ruhlar ve cesetler sadece artmakla kalmıyor, sayıları katlana katlana yükseliyor.''
*
''Savaş ölümün en yakın dostudur derler ama ben size bu konuya başka bir bakış açısı önereceğim. Benim için savaş, imkansızı isteyen yeni bir patron gibidir. Omzunuzun dibinde dikilmiş, durmaksızın tek bir şey tekrarlar: ''Hallet, hallet.'' Böylece daha çok çalışırsınız. İşi halledersiniz. Ancak patron size teşekkür etmez. Hep daha fazlasını ister.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Ölümün en iyi dostunun savaş olduğunu söylerler, bu konuda size farklı bir bakış açısı sunayım. Bana göre savaş, sizden imkansızı başarmanızı bekleyen yeni patronunuz gibidir. Omzunuzun tepesinde durup sürekli aynı şeyi tekrarlar: ''Bitir, bitir.'' Dolayısıyla daha çok çalışırsınız. İşi bitirirsiniz. Ama patronunuz size teşekkür etmez ve daha fazlasını ister.''
*
''Nedense ölmekte olan adamlar hep cevaplarını bildikleri soruları sorarlar. Belki de doğru cevabı bilerek ölmek istediklerindendir.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Nedendir bilinmez, ölen insanlar cevabını bildikleri sorular sorarlar. Belki de ölümleri böyle başlıyor.''
*
''Sanırım bir şeyler çalmaktansa geride bir şeyler bırakmak konusunda daha ustayım ben.''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''Sanırım bir şeyleri çalmaktan çok geride bırakmak konusunda iyiyim.''
*
''İnsan yüreği bir çizgidir, oysa benimki bir daire ve doğru anda, doğru yerde olabilmek gibi sonsuz bir yeteneğim var. Bunun sonucu olarak insanları hep en iyi ve en kötü anlarında yakalayabiliyorum. Onların hem çirkinliklerini hem de güzelliklerini görüyorum; aklıma takılıyor, ikisini birden nasıl barındırabiliyorlar?''
Martı / Selim Yeniçeri çevirisi:
''İnsan kalbi bir çizgiyken benimki daire biçimindedir ve doğru zamanda doğru yerde olmak konusunda kusursuz bir yeteneğim vardır. Bunun sonucu olarak insanları hep en iyi ve en kötü durumlarında bulurum. Hem güzelliklerini hem çirkinliklerini görürüm ve ikisinin nasıl aynı yaratıkta olabildiğini merak ederim.''
Keyifli okumalar!
Encore Yayınları'na buradan bir kez daha teşekkür ederim.
Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka
Oha yavrucuğum, arada devasa fark var. Yani bir kitap çevirmek elbette çok emek ister, iyi de ben de İngilizce biliyorum diye çeviri yapmaya kalkmıyorum ki. Yapsam da böyle işe çatapat motomot dümdüz çeviririm gider. Encore'un çevirisnde ruh var ruh! Kendilerine buradan sevgilerimizi, öpçüklerimizi yolluyorum tekrar tekrar. Sağolsunlar:)
YanıtlaSilNot: Filmi seyrettim ve sevdim:)
Encore, bu kitabın basım haklarını nasıl Martı'ya kaptırdı hâlâ aklım almıyor.
YanıtlaSilAslında, Markus Zusak'a veya ajansına ulaşıp kitabın çeviri yoluyla katledildiğini söylemek gerekiyor diye düşünüyorum.
Ben de öpçüklerimi yolluyorum ve Teri Erbeş'e teşekkürlerimi sunuyorum :)
Çevirmenin işi de en az kitap yazmak kadar önemli bence hatta daha bile zor bazen.Yazar kendi duygularını yazıyor çevirmen başka bir kişinin duygularını olduğu gibi aktarmaya çalışıyor.Bunu beceremeyen de zaten aradaki o duyguyu yok edip yavan birşey haline getiriyor o güzel cümleleri.Ruhu çekilmiş boş cümleler kalıyor geriye.Dediğin gibi kitapları birçok dile çevrilmiş yazarların bu durumdan haberi yok sanırım.Çünkü ortalıkta çok fazla çeviriden kaynaklı sorun duyuyorum.Herkes o çeviriyi okumaktansa hiç okumam diyor.Sen muradına ermiş hatta kıyaslama yapacak şansa erişmişsin ne güzel.Keyifli okumalar...
YanıtlaSilDil bilen çevirmen oluyor artık...
Silİki kelimeyi yanyana getirebilen herkesin ''yazar'' olduğu gibi.
Çeviri, yabancı dilde yayınlanmış kitabın en büyük silahıdır. Çeviri kitaba aşık eder veya kitaptan nefret ettirir. Bunu yayınevleri de anlasalar artık...doğru düzgün çevirmenlerle çalışsalar. Güzelim kitapları mahvetmeseler :(
Yazarlara da çok iş düşüyor burada. Parayı veren yayınevine basım haklarını satmamaları gerekiyor.
Teşekkür ediyorum, darısı diğer okuyucuların başına...
Aylar önce yazmaya niyetlendiğim ama vakitsizlikten yazamadığım yazıyı yazmışsınız, her satırının altına imzamı atarım. :)
YanıtlaSilTeri Erbeş'in şahane çevirisi her yerde bulunabiliyorken alıp okumuş ve çok sevmiştim. Pek çok arkadaşıma önerdim ama ne yazık ki yalnızca bir tanesi bulabildi. Sonrası benzer bir hikâye. Martı haberiyle heyecanlandık, çıkar çıkmaz elime alıp biraz karıştırdım, sonra oturup iki kitaptan seçtiğim bölümlerle orijinal metni dikkatle karşılaştırdım ve arkadaşlarıma "Bu kitabı almayın," demeye başladım.
Bir okur olarak bu durumdan çok rahatsızım. Yayıncıların bu kadar özensiz çevirileri bize sunmaları çok büyük bir ayıp. Markus Zusak'ın "I am the Messenger" kitabının çevirisi bu yayınevinden aldığım ilk kitaptı ve kesinlikle son kitap olacak. (Sanırım Kitap Hırsızı'ndan önce yayınlamışlardı onu, yoksa böyle bir hata yapmazdım.)
Bir çevirmen olarak baktığımdaysa rahatsızlığım iki katına çıkıyor. Öncelikle dil bilmek kesinlikle çeviri yapabilmek anlamına gelmez. Ayrıca kusursuza yakın teknik çeviriler yapabilen pek çok çevirmen yazınsal çeviriye elini bile sürmez, çünkü edebiyat çevirmek çok daha farklı bir iş ve daha karmaşık bir süreçtir. Daha zordur demek istemiyorum ama pek çok açıdan daha büyük bir özen gerektirdiğini sanırım inkar edemeyiz.
Çok az bilgi ve deneyimle her işi yapabileceğine inananlara mı kızsam yoksa onlara iş verenlere mi kızsam şaşırıyorum bazen.
Bi' çevirmenden de onay aldıktan sonra sanırım bu sayfaya yolu düşenler Martı Yayıncılık'ın kitaplarını satın alırken iki kere düşüneceklerdir.
SilBilmem, belki çok iyi çevrilmiş kitapları vardır ama onlarca -kendini ispatlamış- yayınevi varken gidip de Martı Yayıncılık'tan kitap satın almam açıkçası şu saatten sonra.
Çeviri zor iş, emek isteyen, bilgi isteyen, birikim isteyen iş. Bi' de çok okumak ve kitaplarla gönül bağı kurmakla ilgisi var bence çevirinin. Yoksa, elektrik süpürgesinin kullanım kılavuzunu çevirir gibi, İngilizce sözlüğü eline alan çevirmenlik yapardı.
Çok az bilgi ve deneyimle bu işi yapabileceğine inananlara kızıyorum ben...ve de onlara üç kuruş karşılığında güzelim kitapları emanet eden zihniyete. Çeviriden kâr ettiklerini sanıp satıştan kaybettiklerinin farkında olmayan zavallı zihniyete...
Neyse, ben yazmış oldum. Dilerim yayınevleri de bu sorunun ciddiyetinin farkına varır ve bi' an önce bu tutumlarından vazgeçerler.
Merhaba, metinleri karşılaştırabilmemiz için emek sarf edip yazdığınız için çok teşekkür ederim. Ben de Teri Erbeş çevirisini okumak isterdim ama yazık ki bulamadım Selim Yeniçeri çevirisini aldım.
YanıtlaSilKitabı okurken ben de özgün metinle karşılaştırdım (İngilizce öğretmeniyim) ve bir iki yer dışında çeviri hatası ile karşılaşmadım, Selim Yeniçeri'nin çevirisinin daha kelime-kelimesine ve yavan olduğunu kabul ediyorum ama çevirisinin genel itibariyle sadık ve okunabilir olduğunu düşünüyorum.
Çeviri zor iş ve çevirmen ücretleri çok düşük. Dolayısıyla kısa zamanda çok çeviri yaparak ancak geçinebiliyorlar, bu hızla çeviri yapmak elbette hataları beraberinde getirir. Ama redakte/düzelti/son okuma sürecinde bu hatalar tespit edilip düzeltilir. Martı Yayınları'nı tabi ki suçlayalım çünkü kitabın redakte/düzelti/son okuma aşamalarını önemsemediği belli ama tüm faturayı da çevirmene kesmeyelim lütfen.
Birazcık araştırmayla Selim Yeniçeri'nin 300'e yakın kitap çevirdiğini görebilirsiniz. Çevirmenlerin çeviri yaklaşımlarını tabi ki konuşabiliriz: Sadakat, rahat okunurluk, ahenk konularından bahsedebiliriz ama bir çevirmeni işini bilmemekle suçlamadan önce daha özenli davranmalıyız.
Umarım bi' gün Teri Erbeş çevirisini bulursunuz ve karşılaştırma şansınız olur. Selim Yeniçeri'yi bu kitapta yaptığı çeviri üzerinden eleştirdim, diğer kitaplarının çevirisi nasıldır bilmiyorum.
SilKitabın "okunabilir" olması zevkle okunabileceği anlamına gelmiyor ne yazık ki. Faturanın en büyük kısmının kesinlikle çevirmene kesilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta bi' işi yapıyorsanız hakkını vermek zorundasınız. Dilekçe değil sonuçta çevirisi yapılan, edebi metin. Birebir çeviri ruh vermez hiçbir cümleye...
Kaldı ki, bi' işi iyi yapmamayı ekmek kavgasına, ev geçindirmeye bağlamak bana hiçbir şekilde mazeret olabilirmiş gibi gelmiyor. Hele hele bu sektörde asla. Sonuçta hepimiz geçinmek için işlerimizi yapıyoruz, kimsenin yaptığı işe gerekli özeni vermediğini bi' düşünün...
Ayrıca, çeviri sayısının yüzlerce olması hiç önemli değil. Yüzlerce kitabı enfes şekilde çevirmiş olan diğer çevirmenlere haksızlık etmeyelim. (Kıyaslamak bile istemiyorum ama yüzlerce çevirisinde yaptığı işe yüreğini verenlerden bkz: Algan Sezgintüredi)
Bazı çeviriler, bu örnekte olduğu gibi, "muhteşem" bi' kitabı "okunabilir" kılar.
Bazı çeviriler ise "okunabilir" bi' kitabı alır, "muhteşem" kılar.
Fark bu.