Hayat ne kısa değil mi?
Daha dün gibi sokakta saklambaç oynadığın günler.
Düşüp dizini kanattığın gün... Bi' dişini daha kaybettiğin gün.
Elinde kalem, dilin dışarıda, yazı yazmayı öğrenirken çizgili defterine çektiğin yamuk yumuk çubuklar...'Ali gel'ler... 'İpek topu tut'lar.
Kimdi ılık süt içen? Var mı hatırlayan?
Küserdik en yakın arkadaşımıza çocukken.
Ama küstüğümüze özlem duyardık, kızgınlık geçince 'ne yapsak ta barışsak'ın hesaplarını yapardık.
Gülerdik. Gerçekten, içten, karnımız ağrıyıncaya dek atardık kahkahalarımızı. Ağlarken sümüklerimiz akacak kadar içten gelerek ağlardık.
Büyüyorduk.
Marka merakı başlamıştı. Hatırlar mısın ilk ''markalı'' kıyafetini? Rengini, modelini. Nasıl hevesle giydiğini...
Saçlar günün modasına uygun, ama aslan yelesi, ama kocaman kelebekli tokayla geriden tutturulanlar. Permalar, meçler, hatta kınalar. Dar bilekli yüksek bel kot pantolonlar. Ya da İspanyol paça :) Bel-boyun arası 25 cm. Sirk kaçkını gibi. O derece yüksek bel. Hatta o bele bi' de kemer.
Bi'de dar paça altına hani okunuşu ''Tımbırlent'' olan ayakkabılar :) Hepimiz Michael Jackson çakması.
Kaç kişi Dr. Alban'la rap dansa merak sarmadı? Vanilla Ice ile ''Ays ays beybi'' de kafalar bir ileri bir geri. Olmadı, ''Evribadi dens nav''!
Sonra ne oldu?
Lise, üniversite, mezuniyet, iş arama-bulma-işsiz kalma arasında yinelenen bir döngü. Geriye silkeleyip bıraktığımız çocukluğumuz, gençliğimiz... Ne olduk? Büyüdük mü? ''Adam'' mı olduk artık? Bu mudur büyümek?
İş derdi, geçim derdi, hayatın pisliklerini ayırdetme kabiliyeti...Ne geçti elimize? Hiç büyümeseymişiz keşke. Bir de hevesle beklerdik büyümeyi. Büyüdükçe dertlendik... Büyüdükçe kirlendik.
Ne güzel söylemiş Asaf usta 'Jüri' adlı şiirinde ;
'Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,
Birinciliği beyaza verdiler'
Birincilik sizin olmuş gibi hissettiğiniz oluyor mu? Kirlendiğinizi hissettiğiniz? Ne kadar yıkanırsanız yıkanın, ne kadar arınırsanız arının, bedeninizi temizlemekle kalıp ruhunuzun kirini temizleyemeyeceğinizi hissettiğiniz oluyor mu?
Ne kadar uyursanız uyuyun, ne kadar dinlenirseniz dinlenin, bedeninizi dinlendirmekle kalıp yılların ruhunuza yüklediği yorgunluğu atamayacağınızı hissettiğiniz oluyor mu?
Vicdan muhasebenizde hep kalbinizin ortasını yarıp geçen bi' hesap açık kalıyor mu?
Kaç kez kanadı kalbiniz? Kaç kişiye mezar oldu? Kaç kişiyi diri diri gömdünüz kalbinize? Kaç ismin katilisiniz?
İlk yalanınızı söylediğiniz günü hatırlayan var mı? Veya söylediği yalanların hesabını tutan? Yoksa siz de 'Ben asla yalan söylemem'cilerden misiniz?
Hadi ordan... haspam.
Ne idiniz? Ne oldunuz? Bunu görebiliyor musunuz?
Sorgu memuru olmak değil amacım. İçinize azıcık ayna tutayım istedim. Ben bu soruların hepsini cevapladım. Kendimle hesaplaştım. Gerçi hiç bitmiyor hesaplaşma ama bugünün hesaplarını tutuyorum artık. Geçmiş hesaplarımı kapadım.
Uzun sürdü, sancılı oldu. Aylarımı aldı. Herkese kısmet olmayacak bir şansım vardı. Herkesten, her şeyden uzak. Doğayla içiçe. İş-güç-para-pul hiçbir sıkıntı olmadan sadece kendimle konuşma şansım oldu. Kendimi sorgulama. Başardım. Kendimi otuzuma dek yaşadığım hayattan koparıp aldım. Geride sadece hayatımın kilometre taşlarını bıraktım. Değişmezlerimi... sabitlerimi.
Çok dost kazığı yemiş biri olarak - ki o kazıklardan İstanbul'a 3. köprüyü 8 şerit gidiş, 8 şerit geliş, hem de ahşap yaparım- her yüzüme güleni dost bilmemem gerektiğini anladım. Hayatımdaki ''lüzumsuz'' insanların hepsini silkeleyip atmanın zorluğunu kavradım. Ama ben zoru hep severdim. Başardım.
Bana, ruhuma yük gelen, kalbime acı veren, zor gününde kapımda bitip iyi gününde aklına düşmediğim ne kadar kişi varsa... Hepsini silkeledim attım hayatımdan. Söz verdim kendime.
Sil baştan başlayacaktım hayata bu açılmış gözlerle, farkında olma haliyle, can yakan deneyimlerden çıkardığım derslerle. Yepyeni bir hayat, yepyeni bir dünya kuracaktım kendime. Aşk dolu, başarı dolu, gerçek arkadaşlıklarla-dostlarla dolu.
Sanırım bunu da başardım.
Yalan söylememeyi tercih ediyorum hayatıma yeni seçtiğim insanlara, hayatımda 'kalıcı' yeri olacaklara. İlmek ilmek yeni arkadaşlıklar örüyorum kendime. Kaybedenlerden değil, kazananlardan, farkında olanlardan, tutunanlardan ve zamanını çarçur etmeyen, aklını yararlı şeylere kullanan, etrafında olup bitenin farkında olan ve hayatı yaşayan insanlardan oluşan yepyeni bir dünya kuruyorum kendime.
"Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim."
Bu sözü çok severim. Düzgün olup-düzgün olanla olmak... Bunu kendime destur edindim.
Çünkü gördüm ki; sen ne kadar düzgün olursan ol, yanındaki olmadıkça seni de kendiyle birlikte aşağı çekiyor. Kurunun yanında yanan yaş olduğunla kalıyorsun hep. Biraz bencilliğin yararlı olduğunu öğrendim. Hayatın alışveriş olmadığını, verdiğinde karşılık beklememen gerektiğini... Duygularımı gizlememeyi, söyleyemediğim, paylaşamadığım duyguların benim kalbime dert olduğunu anladım.
Seviyorsam, seviyorumdur. Beğenmiyorsam iterim. Özür dilemeyi öğrendim, teşekkür etmeyi. Hakedene hakettiğini vermeyi. Kısacası; "insan" olmayı öğrenmeye çalışmaya karar verdim.
Bu kadar laftan sonra bir sonuca bağlamam gerekiyor ise bu gönderiyi; İki kelimelik cümlelerimden bile kime-neye karşı ne mesafede durduğumu, duygularımı anlayabilirsiniz. Hepsi gerçektir. Maskesiz olmak kadar konforlu bir durum yok, inanın bana. Var, görüyorum aranızda maskeleriyle dolananları. Nefes bile almakta zorlananları. Atın yüklerinizi omzunuzdan. Çıkarın maskelerinizi.
Diş perisi yalan, Noel baba yok. Çocukluk 3-5 tatlı hatıra, gençlik esip geçen bir meltem.
Hayat acı,
zor,
hırsız.
Eeee, n'apalım? Ölelim mi? Kazıp mezarımızı girelim içine şimdiden. Nasılsa öleceğiz bi' gün, yok öyle yağma!
Yanlışı bir kez yapmışsan, hatalısındır ve ders alman gerekir. Yineliyorsan aptalsındır. Aptal olmayacaksın.
Ne yaşadıysan yaşadın, dersini al, çevir sayfasını defterin. Başla bembeyaz sayfaya kendi hikayeni yazmaya. Taşıma gereksiz olan hiçbir yükü omzunda, hiçbir duyguyu kalbinde.
Hayata neresinden bakarsan, orasını görüyorsun. Ben güzel yanından bakmayı tercih ediyorum.
Dün sevdiğim bir insanın blog sayfasına not düştüğüm gibi;
"Günebakan gibi olacaksın kardeşim bu dünyada; yüzün hep güneşe dönecek!"
Gününüz dününüzden mutlu olsun :)
Sevgilerimle.
Görsel: Google Images
çocuklar büyümek için çırpınır biz ise büyüdükçe çırpınıırız ya. bazen banada öyle oluor. acaba diyorum küçük kalmanın saf olmanın masum dostlukların, rekabetin önemsiz olduğu bir yolu varmı. sevgiler
YanıtlaSilah ah ne güzel bir yazı olmuş.
YanıtlaSilOkuyan herkesi umarım azıcık silkeler kendine getirir.
"Maskesiz olmak kadar konforlu bir durum yok" bunu kimselere anlatamıyorum ben.Basit yaşamanın ne büyük konfor olduğunu ve sadece içinden geleni yapmak kadar güzel bişey olmadığını...
Çokk Çokk güzel bir yazı.Canımsın
aldın götürdün be ella biz o dönemin son cocukları ,son aptalları ,bakıyorum şimdiki gençlige olmadımı ,olmasın dönüp hayatlarına devam edebiliyorlar ,bense hala kazık kakabiliyorum yanlışlarımın yanına ,hüzünlendim ve ella ,seninde günün dünden güzel olsun ,gündöndü çiçegi
YanıtlaSilBir an şu yazıyı çıkarıp odamın baş köşesine asmak istedim,her sabah okuyup güne başlamak filan.. Cidden muhteşem bir yazı. Doğrular daha doğrusu yapılması gerekler tek tek sıralanmış..
YanıtlaSilVakit kaybetmeden,acıtmadan,acımadan gerektiği dozda bencil olup gerçekten hak edenlere değer verip,çok polyannacılığa kaçmadan bardağın dolu tarafını görmek gerekiyor galiba..
İnsan nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşamalı.
Her içim sıkıştığında,kalbim darlandığında açıp okuyacağım bu yazıyı.
Ellerine sağlık..
cicim ne guzel yazmissin yine, ozlemim senin satirlarini cok :)
YanıtlaSilbes cesit duyguyu bir anda yasadim okurken, daldim ciktim hepsine tek tek...
yaz boyle ozletme kendini
kocaman opuldun birde :)
Offff! Ne diyeyim şimdi ben. Tamam her yaşın güzellikleri var ama çocukluğumu, genç kızlığımı özlüyorum. Evet, yaşanan her anın değeri bilinmeli. Çok çabuk geçiyor yıllar.
YanıtlaSilÇok güzel yazmışsın, özlemişim yazılarını.
*dicle kıyısında masal kentim*
YanıtlaSilRuhun hep çocuk kalacak bedenine inat.
Tek yolu bu sanırım.
Dostluklarda masumiyeti,içtenliği korumaktan zor birşey yok sanırım.
Çok çalışmak lazım :) Çooook.
*mkbl*
Sen de benim canımsın :)
Hele bu sıcakta... maskeyle :) Amanın.
Gördün mü kaçacaksın.
Herşey bi'yana.
Harcamayacaksın zamanını olmadık insanlarla.
Bak, hayat aldı başına gidiyor, yetişebilene aşkolsun :)
*dikişdersi*
Canım benim :)
İsmi güzel, kendi güzel insan.
Arada bir dalıp gitmek gerekiyor kendimizi kaybetmemek için.
Akla-kalbe ayar çekiyorum böyle anlarda.
Şimdiki nesil konusuna hiç girmeyelim.
Kızsam mı, üzülsem mi bilemiyorum.
Öpüyorum seni.
*Handsel*
Twinsister :)
O yaşta o bilince sahipsin ya...
Öpmek istiyorum alnından seni.
Zaten biliyorsun dostluğu, sevgiyi.
Ne mutlu sana canım benim.
*A-H*
Bak arada yazmaya başladım yine.
Sanırım alışmaya başladım yine çalışmalı hayata :)
Zaman yaratmaya başladım sevdiğim şeyleri yapmaya.
Yazacağım güzelim yazacağım :)
Sevgilerimle.
*Begonvil*
Sevgili Begonvil,
Arasıra geldiğimiz yola bakmak içimizi buruyor ama bir o kadar da zevkli oluyor.
Biz yine şanslı nesildeniz.
Ya şimdikiler? :/
Teşekkür ederim güzel cümlelerine, kendine cici bak, sevgilerimle :)
sen başarmışsın ne güzel ne mutlu sana :)
YanıtlaSilHarika bir yazı olmuş ellerine yüreğine sağlık.. Tekrar tekrar okudum hatta friendfeed de paylaştım ;) Bu yazıyı daha fazla kişi okumalı diye düşündüm..
YanıtlaSil*Küfkedisi*
YanıtlaSilDarısı başına desem........mi? :)
*Özgür Şef*
Sevgili Özgür Şef,
Profilin görüntülenmeye kapalı.
Bu sebeple hiç bir şekilde sana ve blog sayfana ulaşılamıyor kullanıcı adın üzerinden.
Profilini açarsan veya blog sayfanı not düşersen... harika olur :)
Haberin olsun dedim.
buda güzeldi
YanıtlaSilgüzelde benim evime gitmem lazım takıldım kaldım bloguna
yeni birisini tanımak yeni güzel bi kitaba dalmak gibi elimden bırakasım gelmiyor
*Ters Pabuçlar*
YanıtlaSilArada ben de yapıyorum onu :)
Şahane bir blog yakaladığımda oturup en sondan en başa doğru ''tahmin ede ede'' okuyorum :)
Hoşgeldin diyeyim.
hoşbuldummm:)
YanıtlaSilbüyümeyeydik iyiydi :\
YanıtlaSilBüyüdük... halt ettik :/
SilYüs puan bize, şampiyon olduk.