Kadının Adı Yok


Yazar: Duygu Asena
Orijinal Dili: Türkçe
Basım yılı: 1987
Dijital Yayın Tarihi:  2011
Yayınevi: Doğan Egmont Yayıncılık

Kişisel yorum ve görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Yıllar yıllar önce, çocuklukla ergenlik arası olduğum dönemde, annemin zorla götürdüğü bi' misafirlikte sıkıntıdan patlarken, komidinin üzerinde görüp okumaya başladığım kitap...
Eğer bugün güçlüysem, kendimi ezdirmediysem, hayatım defalarca yıkılıp yeniden kurulacak olsa her defasında yıkıntılarımdan dimdik ve daha da güçlenmiş çıkabileceğime eminsem, bu kitap sayesindedir...
O zaman ne anlattığını tam anlayamamış ama kadınlara "güçlü ol!" diyen cümleler aklıma kazınmıştı ve anlamak için dönüp dolaşıp yeniden okumuştum -ki hâlâ okuyorum.
En sevdiklerimdendir...
Üç noktayı sevdirendir...

Arka Kapak Yazısı:
"Kadının Adı Yok...
Bugüne kadar Türkiye'de belki de en çok tartışılmış, en çok satmış, ve en çok okunmuş kitaplardan biri.
Sadece Türkiye'de mi? Yayınlandığı çok sayıdaki yabancı dilde de...
Bir olay kitap...
Erkeklerin belirlediği kalıplar içinde kadın olmaya karşı fısıltıyla atılmış bir çığlık.
Çığlık; çünkü isyankâr.
Fısıltı; çünkü kadınca...
Duygu Asena'nın bu en önemli yapıtı, her yaştan kadın için bir başucu kitabı, "kadınca özgürlüğün" başlama vuruşu..."

Altını Çizdiğim Cümleler:
"Evlenecek misiniz peki" diye soruyoruz. Hepimiz Fügen'in yüzüne merakla bakıyoruz, sanki Fügen değişmiş gibi geliyor bize ama pek bir değişiklik de yok.
"Herhalde evleneceğiz, tabii" diyor.
Günseli nedense oldukça endişeli. "Bana bak bunları kimseye anlatma sakın, sonra senin için  orospu derler" diyor.
"Kızım orospu yatıp kalktıktan sonra erkeklerden para alana derler, biz para alıyor muyuz?"
Bilmiyorum ama erkeklerle böyle şeyler yapanlara orospu diyorlar." Durmadan üsteliyor Günseli, Fügen çok kızgın.
"Ben size bir şey söyleyeyim mi, ister yatın ister yatmayın, hepiniz için söylenebilir bu söz, yolda yürüdüğünüz için söylenebilir, mektuplaştığınız için söylenebilir, âşık olduğunuz için söylenebilir, arabalarına bindiğiniz için..."
Gül, Fügen'in sinirini yatıştırmak isteyerek sözünü kesiyor:
"Neden Atıf'a orospu demiyorlar da, Fügen'e denecekmiş?"
"Çünkü Atıf'ın zarı yok da ondan.
"Zarı yok mu onun?"
Binnur'un sorusuna kahkahayla gülüyoruz, o da bilgisizliğinden utanıyor. Katılırcasına gülmemiz bittiğinde sessizce birbirimizin yüzüne bakıyoruz. İçimizden biri çıkıp da, "Şu efsane gibi duyduğunuz zar denen şey ne ola ki, nasıl bir şeydir?" dese, kalakalacağız.
Hiç ama hiçbir şey bilmiyoruz, isimlerinden ve önemlerinden başka.

"Bunca zaman boşuna işkence çekmişiz. İnsan kararlı olunca dağları devirebilirmiş meğer."

"Biliyorum...kızlar evlenirken kız olmalı... olmazlarsa çok fena olur... kızlar el değmemişliklerini, kullanılmamış olduklarını ancak böyle kanıtlayabilirler sahiplerine...
Erkekler ilk olmak isterler, ilk ve tek, yalnız onu tanısın, başkalarını bilmesin, en iyi o sansın isterler... "

"Ve bir gün Erhan bana demesin mi, "Ben artık bir kadınla birlikte olmak istiyorum." Birden anlayamadım, beynim durdu sanki. İçimden (ben kadın değil miyim) diye geçirirken, anlayıverdim, ben kadın değilim tabii, kızım ve insanlar pardon bayanlar ikiye ayrılırlar: kadınlar ve kızlar.
Genellikle evli olanlara kadın denir ama, evlenmeden kadınlığa ulaşanlar da çok iyi bilinir... Onlar aile içinde genç kızdırlar ama, kendi arkadaş çevrelerinde, "O kadındır biliyor musun" diye dehşetle ve de tiksintiyle anılırlar. Bütün erkekler kadın diye bilinen o dişi genç kızın peşindedirler, onunla yatmaktır bütün amaçları, ve sonra herkese anlatırlar. Genç kılar ise... onların sadece gençlikleri ve kızlıkları kalmıştır ellerinde... Bedenlerinin her yanı ellense de, bedenlerinin her tarafına, bir erkek bedeninin her tarafı değse de, o genç kız, gerçekten genç ve kızdır. Ve kendilerini daha doğrusu bir tek o zar parçalarını, kocaları için ayırmışlardır, o kocanın hakkıdır, sevgiliye verilmez..."

"Kıskançlık diye bir şey yoktur" diyor, "Kıskançlık sahibiyet duygusunun tasmasıdır" diyor... "İnsanlar evli bile olsalar, başkalarına ilgi duyabilirler, bunda ayıplanacak bir şey yoktur" diyor. Ne tuhaf çocuk... Böyle garip şeyleri nereden öğrenmiş..."

"Neden önlem almadım, neden dikkat etmedin pis herif, az kalsın bir de bu çocuğu doğuracaktım, doğurup da iyice esirin olacaktım. Yaşamın esiri olacaktım, bu piçin esiri olacaktım. Aldırmamalıyım ha anneciğim, bir kadının en kutsal görevi annelik ha anneciğim. Senin gibi iki çocukla, seni aldatan kocayla, bırakıp gidemeden, evinin duvarlarına yapışmış, balık gözlerinle kalmak mı annelik? Siz olmasaydınız, ben bu hayatı mı yaşardım, sizin yüzünüzden boşanamadım demek mi kutsal annelik? Bu bok dünyaya, ne olacağı belli olmayan bir yaratık peydahlayıp, durmadan onu suçlamak mı annelik? Evin dört duvarı arasına kapanıp, yemeyip yedirip, giymeyip giydirip, durmadan üzülüp, mutsuz olup, korkular, acılar içinde yaşamak mı annelik? Sen neredesin ha anneciğim, sen kimsin? Ne yaptın şimdiye dek kendin için. Umutların hani? Var mıydı ki? Kutsal annelik ha... kut... sal... an..."

"Erken gelmişsiniz, gelin konuşalım, şu anda işim yok" diyor... (Aman işin olsa ne olur, sanki hayat kurtarıyorsunuz burada!) Bütün bu içimden geçenleri, bir gün dışımdan geçiriversem ne olur diye öyle merak ediyorum ki...
Bir gün bunları dışımdan söyleyebileceğim bir yere gelmeliyim ben... Çünkü içimden söylediklerim çok doğru, çok tatlı, dışımın böylesine sahtekâr olmasına dayanamıyorum."

"Köşedeki iriyarı, beyaz saçlı yaşlı adamın adını söylüyorlar... Sahi mi, O' mu o...? Hani o romantik, güzelim şiirleri yazan, o nefis yazıların, şahane düşüncelerin sahibi O mu? Bu şişko, bu sarhoş,  bu ağzı kaymış, konuşmasını şaşıran, sağa sola sarkıntılık eden, küfreden bu adam mı, o güzelim şiirlerin sahibi?
Tabii yanındaki de edebiyatçı... Onun adını da söylüyorlar... Yanlarına gidiyorum, konuştuklarını dinliyorum... İkisi de sarhoş, beyaz saçlı, şişko şairin yanındaki Türkçe'yi çok bozuk konuşuyor, o da iriyarı, palabıyık, o da çok küfür ediyor...
İlk kitabı çıkan, genç bir kadın hakkında konuşuyorlar... Kadının ne gerzekliği kalıyor, ne yeteneksizliği, ve de sonunda orospuluğu. Bütün ünlüleri, bütün yayınevlerini ve de bütün okurları sıradan geçiriyorlar sarhoş ağızlarıyla..."

"Bir cam kavanozda yaşamışlığımla, beynimin içindeki tüm güzel hayallerle, o hayallerin yıkılışındaki şaşkınlığımla... Kendi kendimle çok güzel eğlendim."

"Çok da iyisin" diyor, "herkes seninle uğraşıyor, aldırmıyorsun, bir yol tutturmuş gidiyorsun, güçlüsün, doğalsın, doğallığın ne büyük bir özellik olduğunu bilir misin sen? Öyle bir doğalsın ki, insan ürküyor senden, yetersiz kalıyor yanında... Ve sen işte o sevdiğin kediler gibisin, canın istemeyince pençe atan, isteyince, yumuşacık, insanın bacaklarına sürtünen..."
"Ben gerçekten böyle miyim? Böyleysem neden daha önce kimse fark etmedi beni, bunları?"

"Hadi beni baba yap artık bakalım!"
(Seni baba yapmak mı, bakalım ben kendimi anne yapmak istiyor muyum? Benim düşüncelerim, benim isteklerim, benim sıkıntılarım neler... Bunları bir kez olsun, bir kez, yarım saniye düşündün mü? Sana bir çocuk vereyim, seni baba yapayım demek. Kadınlığımın esas görevini yerine getireyim, karnım şişsin şişsin, ben hamileyken sen beni aldat, oramda yüzlerce yırtık, içim parçalanırcasına çocuk çıksın, şişmanlıyayım, şişman kalayım, işten kalayım, işten ayrılayım, hep çocuğa bakayım, onun hastalıkları, onun eğitimi, onun üzüntüleri, kendimi unutayım, sen akşamdan akşama gel, çocuğu sev okşa, arada bir sustur şunu, yorgunum diye bağır... Ve seni baba yapmamın mutluluğunu yaşa... Ben de anne olmanın acısını...)"

"Evleneceksin, hemen bir çocuğun olacak, yuvan, ailen olacak, mutlu kadın olacaksın... Mutlu kadın gibi yapacaksın. Evlenir evlenmez, o adamın ilerde bir yabancı olabileceğini bilmeden, o adamın bir gün gelip, o sevdiğin, tanıdığın adam olmayabileceğini bilemeden, bir gün ondan ayrılabileceğini düşünmeden bir çocuk yapmak gerektiğini sanıyordum. Bize öyle öğretmişlerdi çünkü. Kadının en kutsal ve tek görevi analıktır. Ancak ana olamayan kadınlar, eksikliklerini telafi etmek için kendilerini yüceltmek isteyip iş hayatına atılır, erkeklerle aşık atmaya kalkarlar. Hele bu kadınlar, erkeklerde olan fazlalığın, penisin, kendilerinde olmadığını öğrendikten sonra, bu kıskançlığı içlerinden atamazlarsa, hep bir eksiklik duygusuyla, kendilerini göstermek için uğraşırlar."

"Bu mu bir yuva? Evlilik mi bir evin yuva olmasını sağlayan şey? Dört duvar arasına tıkılmış, birbirine yabancılaşmış, konuşulacak konusu kalmamış iki insanın birlikteliği mi yuva? Burası bir yuva değil, pansiyon. Hem benim nereye gideceğim seni hiç ilgilendirmez... Seninle var olmadım ben, seninle de var olmayacağım..."

"İnsanları eğitirken pek çok gerçeği saklamaya hakları yok. Diledikleri bilgiyi verip, dilemediklerini anlatmamaya ne hakları var?"

"Direnemem, istemediğim, mutsuz olduğum bir şey için direnemem. İstemediğim bir şeyi, başka şeyler uğruna, başkaları için yapmayacağım. Kendim istersem ancak."

"İnsan yaşamında eksik olanı, her şey sanıyor..."

"Dostluk da saygı da eşitlikle olur, anlamıyor musunuz, eşitliğin olmadığı yerde ikisi de yok."

"Öl desem ölecek. Ama o bana öl deyince de benim ölmem gerek. Oysa artık, 'Öl desem ölecek' türündeki beraberliklere inanmayacak kadar yaşlıyım. İnsanlar birbirlerine 'Öl' dememeli ve 'Öl' deyince de kimse ölmemeli. Kimse, "Öl desem ölür'" diye gurur duymamalı. Kimse kimseden bir şeyler istememeli, beklememeli. Hele hele değişmesini hiç.
Bilmiyor musun ki, ben değişirsem, senin sevdiğin ben değilimdir artık ve sonra beni sevmezsin."

"Bunca yıllık yaşamımda bir tek şunu öğrendim... Şu reçeteyi: mutlu olmadığın ortamdan kaç git. Bunun için de güçlü ol, kendi kendine yet."

"Mutlu bir sabah. Müziğimi oydum, kahvemi yaptım, saat çok erken, gazetelerimi aldım, koltuğuma gömüldüm, yüreğim kıpır kıpır, kendimi seviyorum, mutluluğumu içiyorum yudum yudum. Ama gazeteler kara, çok kara. İnsanlar yeryüzünde bu durumdayken, biz nasıl mutlu olabiliriz? Sömürme, ezme, vahşet, tecavüz, vurma, vurulma, hapis, işkence, idam, savaş, açlık, istila, baskı, zorbalık. Ben nasıl mutlu olabilirim evimde, yumuşacık koltuğumda?"

"Güçlü olmalısınız. Bu tümce sık sık kullanılınca anlamını yitiriyor. Güçlü olmalısınız, kendi gücünüze inanmalı ama gerçekten güçlü olmak için çabalamalısınız. İnsanların içinde, kendinden güçsüz gördüğü birini ezmek, ona buyurmak, onu kendine hizmet ettirmek dürtüleri var, insanların tümünde bu var ve ne yazık ki bu güçsüzler ordusu, kendini güçsüz görenler kadınlar."

"Yaşamımın hiçbir anını boşa geçirmedim. Hepsinden yararlandım, bir şeyler öğrendim. Şimdi yaptığım tüm yanlışları da görebiliyorum. Ama tümü de benim yanlışlarımdı, kimseye bir zararı dokunmadı onların. Birilerini incittimse de, incitmek için yapmadım. İncineceksiniz, inciteceksiniz. Durmadan özveride bulunmak mutluluk sağlamıyor, ne bulunan için, ne de bulunulan için."

"Parmaklarım yüzümde dolaşıyor... Her bir çizginin, kırışığın üzerinde bir süre duruyor... Gülümsüyorum... Kendi kendime... Her bir çizgiyi tek tek okşuyorum.
Sevgili çizgilerim benim, sevgili kırışıklıklarım, sizi ne kadar çok seviyorum... Siz bana ne çok şey öğrettiniz... Siz beni ne kadar çok seviyorsunuz... Siz benim mutluluğum, siz benim savaşımım, siz benim mutsuzluğum, siz benim acılarım, siz benim özgürlüğümsünüz..."

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

2 yorum:

  1. Ben de ergenlik yıllarımda okumuştum. İşin ilginç yanı, kitap kahramanlarını, ne anlattığını hatta bu kitabı okuduğumu bile unutmuşum ben. Şimdi yazını okuyunca hatırladım hepsini. Benim de bilinç altıma işlemiş demek ki :) Duygu Asena ülkemizdeki kadınlar için çok önemli bir değerimizdir bizim. Erken kaybettik maalesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı duyguyu sıkça yaşadığım için bana ilginç gelmedi :) Bu yüzden, eskiden okuyup sevdiğimi anımsadığım kitapları elime fırsat geçtiği an tekrar okurum.
      Duygu Asena konusunda ise katılıyorum; maalesef, çok erken kaybettik...

      Sil

Buraya yazmaya niyetlendiğin her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabileceğimi bilmeni isterim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...