Sevgili Arsız Ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sevgili Arsız Ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sevgili Arsız Ölüm


Yazar: Latife Tekin
Orijinal Dili: Türkçe
Basım Yılı: 2012 / Türkçe İlk Baskı: 1983
Yayınevi: Everest Yayınları

Yazım-anlatım dili çok farklı, alışılmadık.
Yüzlerce kelime-deyiş tek bir yöreye ait ki, bu kitabın İngiliz veya İspanyolca gibi bir dile nasıl çevrildiğini, çevrilirken o deyişlerin anlamlarının nasıl korunduğunu merak ettim açıkçası. 
Mesela; ‘’Bu defa yüzü alev alev yanan, başı kıçı açık, süt gibi beyaz bir kadın vardı yanında.
Zavallı kadın, günlerce orasını burasını elleyen, yüzündeki kırmızılığın boya olup olmadığını anlamak için yaşmaklarının ucunu tükürükleyip yüzüne çalan, saçını eteğini çekiştiren bir dolu kadın ve çocuğun arasında iğne ipliğe döndü.’’
Bunu nasıl çevirdiler gerçekten merak ediyorum ki, bu en anlaşılır cümlelerden yalnızca biri.
Kitabı okursanız ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Aklımda, hep duvara ''İşte, buraya da yazıyorum!'' diye sürülen parmakların, korku dolu cümlelerle işaretlenmiş o duvarların hikayesi olarak kalacak.

Arka Kapak Yazısı:
‘’Sevgili Arsız Ölüm, modern edebiyatımızda önceli olmayan bir dil, ses ve anlayışla kurulmuş bir romandır. Yazarın öz yaşamını da içeren bir biçimde, Huvat ailesinin köyden kente göçü, aile fertlerinin yoksulluk bilgisi ve geleneksel kültürleriyle kentteki yaşama tutunma çabalarını konu edinir.

Bu romanı biricik yapan şey, yazarın anlatısında içselleştirilmiş olan annesinin sesidir. Annenin sesi, masallar, türküler, maniler, meseller ve halk hikayelerinden oluşmuş bir sestir. Dolayısıyla, sözlü kültürün anlatı dilinin müziğini, modern dilin dolayımından geçirerek başkalaştırmış, yeni bir nota oluşturmuş ve ortaya benzersiz bir metin çıkarmıştır yazar.

Anlatıya fantastik bir edebi zevk kazandıran ve kitabı ‘’büyülü gerçeklik’’ kapsamında nitelemeye yol açan özellik, anltttığı her şeyle, örneğin kuyuyla ya da babayla aynı mesafede kalabilen, minyatür resimlere benzer bir dil ölçüsüdür. İşte, yazarın, kahramanlar ve nesnelerin gözüyle dünyayı kurmasının başarısıdır bu; kendini saklayabilmesi ve yoksuların sesindeki derin bilinci duyumsamasının başarısı...

Sevgili arsız ölüm edebiyatımızda sevinçle karşılanmış ve Farsçadan İngilizceye, Rusçadan İspanyolcaya kadar birçok dile çevrilip, bu dillerde de benzer ilgiyi görmüştür.’’

Altını Çizdiğim Cümleler:
‘’Bu cin göze görünmeden önce, ilkin ateşle yoklardı. Arkasından bir titreme bir ter. Sonra da ‘’Güp!’’ diye gelir insanın göğsüne çökerdi. Mercimek gözlü, elsiz, ayaksız, kapkara, yumak gibi bir şeydi. İşte o an kolunu kıpırdatabilir, Kepse’yi tutabilirsen tutarsın –kulun kölen olur, bir dediğini iki etmezdi-, tutamazsan kaçıp gider, bir daha da o fırsat ele geçmezdi.’’

‘’Kuşkuşotu, anneme bir kızıyorum.’’
‘’Kızma.’’
‘’Bildiklerini öğretme diyor ama.’’
‘’Bildiğin ne?’’
‘’Bilmiyorum.’’
‘’Ne bildiğini bilmiyor musun şimdi sen?’’
‘’Ne bildiğimi bir bilsem.’’
‘’Ne yapardın?’’
‘’Annemden gizli yayardım.’’

‘’Huvat, hiçbir çocuğunun yaşlılığında kendisine bakmayacağını söyleyerek, Allah’ın şefkatli kollarında kendisine sıcak, yumuşak bir yatak yapmanın çabasına düştü. Kara sakallı hocanın çağırdığı her yere gitmenin sevap getireceğini düşünüp onun katıldığı toplu namazlara gitmeye başladı. Yağmur çamur demedi, kendisini Allah yoluna çeviren kara sakallı hocanın arkası sıra cami cami gezindi. Dinlediklerini gelip evde anlattı. Atiye’nin, ‘’Yeter, bıktırdın çocukları,’’ diye söylenmesini onun kafir olduğuna yordu. Babalık görevini aksatmadan yerine getirdi. ‘’Sizin günahlarınızı bana yüklerler sonra,’’ deyip ne duyduysa, ne dinlediyse bir bir saydı döktü. Baba olmasından dolayı Allah’ın sırtına yüklediği yükü, üstünden indirip çocuklarının sırtına bindirdi. Kuş gibi hafifledi.’’

‘’Ama, ‘’Gölgesi olsun üstümüze vursun. Baba yine de babadır,’’ diyerek kendini avuttu.’’

‘’Sözcükleri tek tek kafasının içinden alıp yüreğine koydu.Yüreğini ‘’Güp! Güp!’’ attıran sözcüğü hemen kağıda yazdı. Yüreğini attırmayan sözcüğü yüreğinden çekip aldı. Dirmit o günden sonra yüreğine kul köle oldu. Yüreği ne yap dediyse onu yaptı, yüreği nereye git dediyse oraya gitti, yüreği ne dediyse onu dedi. Yüreği kafasıyla zıtlaştıysa o da zıtlaştı. Yüreği taştıysa o da taştı. Yüreği çırpındıysa o da çırpındı. Yüreğiyle birlik oldu.’’

‘’Bu evde olmasam da başka bir yerde olsam ne olurdum acaba diye düşünmeye başladı. Düşüne düşüne ipin ucunu elinden kaçırdı. ‘’Yıldızların tepesine konsaydım, ışık olsaydım, olsaydım da kuş olsaydım, damdan dama, daldan dala konsaydım,’’ derken derken, kıza günün birinde bir hal oldu.’’

‘’Yaşayıp bitirdiği her günün, tutulmaz bir kuş olup uçtuğuna, yavaş yavaş gözden silinip bir küçük kara noktaya dönüştüğüne karar verdi. Gözünü yumduğunda her yanı saran karanlığın, bu küçük kara noktalardan oluştuğunu keşfetti.’’

‘’İçimizde okuyan bir sen varsın,‘’ diye lafa başladı. ‘’Anneniz ölümü arıyor biliyorsun, kız,'' dedi. Ardından annesinin ölümü aradığını ama kendi anladığına göre sorgudan sualden çekindiğini söyledi. Ondan iyi düşünüp bir akıl vermesini istedi. Dirmit önce gözlerini Halit'in yüzüne dikti, sonra Huvat'a çevirdi, ‘’Bu kadının hiç korkusuz günü olmayacak mı bu dünyada!‘’ dedi. Başını yere indirdi. Bir an daldı. ‘’Annemin yazısını alnına Allah yazmadı mı?‘’ diye sorup başını kaldırdı. Huvat, ‘’Sorduğun sorulacak bir sorumu, kız!‘’ diye terslendi. ‘’Kim yazdı ya!‘’ dedi. Dirmit öyleyse annesinin korku çekmesinin gereksiz olduğunu söyledi. ‘’Sen yazdın, ben de senin yazdığını okuyup gezdim, ne sorgusuymuş şimdi bu diye, annem ona bir sorsun,‘’ dedi.

Keyifli okumalar :)

Görsel: Google Images
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...