Aklını, 'insan' dışındaki tüm canlılarla bozmuşlara gelsin bu gönderim.
Bazen insanları görüyorum, kedileri-köpekleri için en kaliteli/en pahalı mamaları, tasmaları, kakaları için kumları alıyorlar.
Haftada bi' veterinere gidip 'kuzumun sağlık durumu nasıl?' diyorlar.
O hayvanları kucaklarında bebek gibi taşıyorlar, her yere götürüyorlar.
Porselen tabaklardan yemek yedirip, koyunlarında uyutuyorlar.
Oysa, o köpeğin yediği yemek artığına, kedinin içtiği süte hasret milyonlarca çocuk var şu yeryüzünde.
Afrika'da onca insan açlıkla sefaletle yaşama tutunmaya çalışırken, derileri kemiklerine yapışmışken, biz bu tüylü/kuyruklu şeyleri başımıza tac etmeye devam ediyo...
Kes nan, kes!
Kes-tiiiik!
Bu veya buna benzer söylemlerle karşınıza çıkan bi' kaç kişi olmuştur bugüne dek herhalde.
Benim çıktı açıkçası... az sonra yazacaklarıma benzer şeyler söyledim, gittiler.
Çok bencil konuşacağım, 'ama hepimiz sorumluyuz' olayına girmeyelim.
Benim düşüncem beni bağlar, düşündüğümü söyleyeceğim.
Afrika'daki açlığın sorumlusu ben değilim.
Açlıktan nefesim kokarken, haftada bi' lokma yiyeceği zorla temin ederken, işsizken ve hastalıktan-pislikten ölmemek için resmen savaş verirken... cinsellikten vazgeçmeyen, hani bundan vazgeçmemeyi geçtim, korunmayıp, bi' önceki bebeği açlıktan ölmüş olmasına rağmen yenisini doğuran ben değilim.
Savaşı, şiddeti, yoksulluğu, hastalığı yaratan da ben değilim.
Afrika'ya gerek yok, aç-evsiz-gerçekten yardıma ihtiyacı olan insanlar her yerde. Dünyanın her köşesinde kapitalizm tüm hızıyla kurbanlarını üretmekte.
Benim evime alıp beslediğim kediye verdiğim bi' kap mamayla kurtulsaydı keşke insanlık.
Aç kalmasaydı yeryüzünde, evsiz kalmasaydı... eğitimsiz, hasta, çaresiz hiç kimse kalmasaydı.
Evime bi' insan alıp onu besleyemeyeceğime göre, sokakta yaşam mücadelesi veren/verecek bi' hayvancığı alıp, onun kısacık ömrünü güzelleştirebilmek elimde.
Neden insanlara koyar ki, yeryüzünde bir avuç yer tutan, haksızlığı bilmez, şiddeti bilmez, terörü bilmez, durup dururken kimsenin hakkını yemez, ağzı var-dili yok, derdini anlatmaktan aciz bi' yüreğe sahip çıkmak, onu sarıp sarmalamak?
Ve, insan olan neden anlamaz, bu minicik yüreğin verdiğin bi' kap su, bi' kap mamanın yeterli olduğunu, onu -sen ben gibi onunda hakkı olan- yaşama tutundurduğunu?
Yalan söylemez hayvanlar... seni kandırmazlar.
Hile-hurda bilmezler, yalan-dolan bilmezler.
Paranı çalmazlar, emeğini çalmazlar, yüzüne gülüp ardından konuşmazlar, güvenine ihanet edip seni üç kuruşluk çıkar uğruna yarı yolda bırakmazlar.
Eşine/sevdiğine yan gözle bakmazlar, kalp kırmazlar, hayal kırıklığına uğratmazlar.
Onlar da çiğ süt emerler ama insanın insana ettiğini etmezler.
Tek bildikleri; oynamak, uyumak, seni dinlemek, acıkınca yemek, susayınca içmek, tuvalete gitmek...
Adına 'ev' dediğimiz modern hapishanelerde -şanslılarsa bahçeli bi' evde- kısacık ömürlerini tamamlamak.
Hepsi bu.
***
Hayvanları geçici bi' hevesle seven, tatillik/özel güne hediyelik gözüyle bakıp, o minicik yüreği üç gün sevip-ev hayatına alıştırıp dördüncü gün sokağa bırakan yaratıklar var.
En azından, 'ben hayvan sevmem/hayvanlardan nefret ederim' diyenler bi' nebze olsun dürüst davranıyorlar.
Sevmediklerini alenen belirtip, ellerini bile sürmüyorlar.
Diğer grup daha tehlikeli... doğum günü/sevgililer günü/karne hediyesi/yaz tatili gibi zamanları fırsat bilip, alıyorlar bi' hayvancık... onu mutlu ediyorlar.
Evlerine alıp, oynuyor-seviyorlar.
Sonra... bıkıyorlar.
Tabi, evcil hayvan sahibi olmak büyük sorumluluk... her istediğinde alıp başını tatile gidemezsin, günlerce eve uğramamazlık edemezsin... aşısı var, maması var, sevip oynaması var.
Göt ister evcil hayvan sahibi olmak, mangal gibi yürek ister.
Sokağa atıyorlar.
Düşünsenize, sevip-güvendiğiniz, sizi besleyen, okşayan, size yatacak yer verenin bi' anda sizi vahşi bi' hayatın ortasına attığını...
Aynı şey; bi' çoğu, trafik nedir bilmediği için daha ilk sokağa bırakıldığı günde ölüyorlar :(
Bi' araba altında kalmayan grup ise, sokakta yaşam mücadelesi veren grup tarafından hırpalanıyor, dayak yiyor, gözünden-kuyruğundan oluyorlar.
Yaşam vahşi.
Bizim verdiğimiz yaşam mücadelesinin bi' benzerini de onlar veriyorlar.
Küçük bi' farkla; onlar gerçekten açlıktan ölmemek, soğuktan donmamak için savaşıyorlar.
İnsanlar tarafından katledilmemek için uğraşıyorlar.
Bunu da topla-tüfekle-tankla değil, kavgayla-dövüşle yani, doğalarına uygun şekilde yapıyorlar.
***
Amacım, insanları pek sevmediğimi söylemekti aslında.
Evet, insanları kolay kolay sevmiyorum.
Bi' insana güven duymam ve onu gerçekten arkadaş bilmem zor.
Hep 'acaba?' var aklımda... hep bi' tedirginlik.
Sözlerimi ölçüyor, biçiyor, hep kartlarım kapalı oynuyorum bu arkadaşlık oyununu.
Elbette, var zamanla güven duyduğum, sevdiğim, beni yarı yolda bırakmayacağına inandığım, kendim gibi gördüğüm arkadaşlarım.
Onlar da, zaten bu sebeple 'arkadaşım'.
Azdır arkadaş sayım -dost demiyorum, o apayrı bi' mertebe- iki elin parmaklarının sayısını geçer-geçmez 'arkadaş' dediklerim.
Ben arkadaşlarımı, 'Bal'ım' deyip kucakladığım, beni sevdiğine inandığım ve beni mutlu eden-yüzüme gülücük konduran minnak kedim gibi seviyorum.
Sevdiğime 'seni seviyorum' demekten çekinmem.
Ne var ki, çok mu zor 'seni seviyorum' demek.
Sevmesem, ne diye arayıp sorayım ki?
Neden 'arkadaş' olayım ki?
***
Konudan konuya atlayarak, nereden nereye geldim.
'Hayvanlardan/kedilerden/köpeklerden nefret ederim!' diyenleri arkadaş etmiyorum kendime.
Bu böyle biline.
Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka