Kore Dizileri v5 :)


Upuzuuuuuun bi' aradan sonra "Kore Dizileri" serisinin beşinci gönderisi ile karşınızdayım :)

Serinin ilk gönderisini, ikinci gönderisini, üçüncü gönderisini ve de dördüncü gönderisini tık-tıklayarak bulabilersiniz :)

Uzun zamandır bu konuda yazmadığım için epey bi' dizi seyrettim :)
A Gentleman's Dignity
Cain and Abel
Fated to Love You
Gu Family Book
Hyde, Jekyll and I
I Miss You
It's Okay, That's Love
Kill Me, Heal Me
Man From the Stars
My Wife is a Superwoman
One Sunny Day
Pinocchio
What Happened in Bali

Bu dizilerin yanısıra, Kore filmlerine de el atmış bulundum :)

200 Pounds Beauty
A Company Man
Boomerang Family
Happiness for Sale
My Sassy Girl
Rough Cut
Wonderful Radio

Çok pis genellemeye başlıyorum! :)
Gelsin klişelerimiz:

* Bi' çeşit ceza/mini işkence metodu olarak kaval kemiğine tekme atmak!
Çok meşhur, çoook! Hani, Koreli bi' hatun olsam ve bi' erkek bana ilgi gösterse, "aç da bi' bakayım şu bacaklarına" derim :)
Ne kadar çok tekme-yara izi, o derece güvenilmeyecek bi' heriftir karşımdaki :)
Tekmeyi yiyenler tabisi de erkekler! :) Birine kızdınız mı, hele hele bu kızdığınız kişi iyi tanıdığınız biriyse kaval kemiğine tekmeyi atıp karşınızdakini sağlam bacağı üstünde acıdan zıp zıp zıplatacaksınız :)
Kesin bilgi: çalışıyor, kıps ;)

* Meşhuuuur yönetmen: Peter Jason'ın her filmine oyuncu seçimi için muhakkak Güney Kore'ye gelmesi!
Başka da yönetmen yok, her dizide eğer bi' yabancı yönetmenden bahsedilecekse onun adı Peter Jason'dur :) Bazen acaba Peter Jackson mı demeye çalışıyorlar? diye defalarca dikkat ettiğim halde yok, Peter Jason bu yönetmenin adı. Halivuğd'un en meşhur yönetmeni ve filmlerinde Koreli oyuncu yer almazsa ölecek hastalığından muzdarip kendisi :) Her filmi için de oyuncu seçimlerine bizzat kendisi gelir ve bi' aktör/aktris için onun filminde yer almak şandır-şereftir :)

Hazır konu isimlerden açılmışken... :)

* Dünyanın eeeen meşhur hastanesi, üniversitesi, akademisi -tabisi de Amerika'da bulunan- John Hopkins'tir! :) Johns değil efenim, John :)
"John Hopkins" mezunu olmak, hastanesinde çalışan özel doktora sahip olmak öyle prestijli bi' şeydir ki... o diplomaya, kağıt parçasına ve hatta antetli zarfına sahip olmak toplumda sınıf atlamanıza bile sebeptir :)
Hani az zorlasalar Harvard'ın da üzerine çıkaracaklar ama henüz o kadarına cesaret edemiyorlar :)

* Sinirlenince, aranmak-bulunmak-ulaşılmak istenmeyince telefonu söküp, bataryasını çıkarmak! :)
Sonra da bi' kenara atmak...
Burada bi' nokta çok önemli; bugüne dek "bataryası sökülemeyen" telefon kullanan kimseye rastlamadım dizilerde. Önceleri bunu saçma buluyordum fakat kişinin telefon numarasının şebeke sinyaline göre takibinin herkes tarafından yapılabildiğini gördükten sonra neden bataryayı söküp attıklarını anladım.
Vay arkadaş, biz hâlâ bataryası sökülemeyen telefonlarla yaşamaya devam edelim, adamlar neleri düşünüyor :)))

* Pijamayla uyumak Out-beyaz gömlekle uyumak In! :)
Hemen hiçbi' dizide, birini de görmedim ki kalpli, puantiyeli, enine veya boyuna çizgili, pamuklu pijamalarını çekip "iyi geceler" desin :)
Yok, pijama giyenine ya ben rastlamadım, ya da gerçekten "ne bulursan geçir üstüne yat" şeklinde gelişmiş uyku kültürleri :)
Gömlekle uyuyorlar, hani kazağı-ceketi geçtim. Beyaz gömlekle uyunur mu be? :)

* Hamam-sauna kültürü gelişmiş :)
Bu tip yerler yıkanıp paklanacakları, sonra da uyuyup dinlenecekleri-geceleri sabahlayabilecekleri sıcak ve temiz?!? bi' ortam sunuyor bu arkadaşlara...
Hamamda iki şeyin yapılması şart: ilki havlu bağlamasını bileceksin kafaya! :)
İki yandan topuz yaparaktan -Pucca gibim- bağlamak gerekiyor :) Kadını da erkeği de bu modeli uygulayacak.
İkincisi ise haşlanmış yumurta! :) Haşlanmış yumurta yemek -özellikle hamamların- olmazsa olmazı. Bi' de kafalarına vurarak kırmasalar... :)))

* ŞiŞiTiVi! :)))
CCTV - Kapalı Devre Televizyon Sistemi
Her eve, arabaya, sokağa, işyerine lazım, gördüğüm kadarıyla çok işe yarıyor. Odalara falan da kurmak gerek, hayat o derece kayda alınıyor!
Adamlar 24/7 kayıttalar :) Yamulmuyorsam arabalarında falan da kayıt sistemi bulunduruyorlar. Herhangi bi' kaza, olay vs. durumunda olayı çözmek için başvurdukları ilk şey "şişitivi" :)
Hay sizin dilinizi, telaffuz edemediğiniz "c"leri sevsinler! :)

* Mide guruldaması!
Her dizide bulunan sabit diyalog:
"Aç mısın?"
"Değilim! (Tam bu esnada kızımızdan bi' mide guruldaması-ne guruldaması, resmen gürlemesi, bağırması- geliyor: Gurrrrrrrrrrrrrrrrk!)"
"Açsın işte, yemek yiyelim"
Hepimizin midesi gün gelir/yeri gelir guruldar, tamam ama bu arkadaşlar midelerinde ejderha besliyorlar, ne zaman kükremeye başlasa (ejderhalar kükrer mi, sahi?) yemek yemeleri gerektiğini hatırlamakla kalmayıp cümle aleme ilan ediyorlar.

* İçip içip  sızmak, küfelik olmak.
Hiçbi' şey hatırlamamak, rezaletin daniskasını yaşamak/yaşatmak ama ertesi günü bunun tamamen unutulması-hoş görülmesi.
Soju denilen milli içeceklerini hem sert hem de alkol oranını yüksek olan bu arkadaşların minik minik kadehlerle peşpeşe şişelerce soju içmesi ve oracıkta sızması, evlerine ayık kalabilenlerin sırtında taşınmaları vs. normal sayılıyor.
Bi' hanım hanımcık/beyefendi iş arkadaşınızı düşünün, tüm gün ciddiyetle çalışıyor ama akşam öyle bi' dağıtıyor ki çıkarmadığı rezalet, etmediği laf kalmıyor ve ertesi günü aynı ciddiyetle çalışmaya devam ediyor.
İçmek yaşamlarına sinmiş... o kadar normal, o kadar sıradanlaşmış ki, kimse "Doktor, bu ne?" demiyor.
Ertesi sabah ayıldıklarında uyudukları yere nasıl geldiklerini hatırlamamaları da çok normal güya...
Yok, ben almayayım :)

* Time Capsule! :)
Mektup, fotoğraf, minik oyuncaklardan oluşan mini paketler hazırlayıp bunları 2-3-5-10 yıl sonra açılmak üzere gömmek çok popüler. Modası da hiç geçmiyor. Hemen her romantik dizide zaman kapsülü hazırlayıp gömen bi' çift muhakkak bulunuyor. O zaman kapsülleri sayesinde ne gerçekler, ne sırlar  ortaya dökülüyor bi' bilseniz...
Yönetmen misiniz? Bi' yerde açık mı verdiniz? Konuyu/olayı bi' türlü bağlayamadınız mı?
Hemen hazırlatın iki zaman kapsülü, gömdürün ağaç dibi bi' yerlere sonra da açtırın onları; al sana ipucu, al sana kanıt, al sana olay çözgüsü :)
Temiz iş, tuttum bunu! :)))

Klişelerin hepsini bitirmemek gerekir değil mi? :)
Seriyi devam ettirebilmek için burada üç noktayı koyayım...

(Bugüne dek izlemediyseniz ve denemeye karar verirseniz "Fated to Love You" ile başlayın, gülmekten karnınıza ağrılar girsin :) Bu da böyle minnak bi' tavsiye olarak burada dursun )

Görsel: Google Images

Bulut Atlası / Cloud Atlas


Yazar: David Mitchell
Çeviri: Bilge Gündüz
Orijinal Dili: İngilizce
Basım Yılı: 2004 / Türkçe İlk Baskı: 2011
Yayınevi: Doğan Egmont Yayıncılık

Kişisel yorum ve görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

"Bulut Atlası"  ismini sinemaya gidene dek duymamıştım hafızam beni yanıltmıyorsa... Afişlere bakarken filmin oyuncularını görünce "Budur!" deyip filme bilet aldım.  Bi' kitaptan uyarlama olduğunu da orada öğrendim. Film bitti, ben koltuğumda çakılı kaldım.
Aklımı, hayal gücümü kullanmaya zorlayan, geçişlerde beni düşünmek zorunda bırakan böylesine güzel bi' filmi en son ne zaman izledim hatırlamıyordum bile."Film böyleyse kitap kim bilir nasıldır?" düşüncesine takıldım ve en nihayet kitabı okuma şansı buldum; mest oldum!
Benim için bi' başyapıt!
Kitaplığımın "olmazsa olmaz!"ı, başucu kitabım, "okumasam eksik kalırdım" dediğim roman. 
Aslında, "roman" demek ne kadar doğru bilmiyorum. Farklı öykülerin birleşip roman oluşturması. Çağdaş edebiyatın en muhteşem örneklerinden biri ve hatta Voltran'ı! :)
"En İyiler" listemden asla çıkmayacak bu kitap. O kurgu, o geçişler, o derinlik... 
Yazarının zekasına, yaratıcılığına, yeteneğine hayran kaldım.
Filmi izlemiş olsanız bile imkân bulduğunuz an okuyun bu kitabı, hatta -izlemediyseniz-filmini de izleyin.
Gönül rahatlığı ile tavsiye ederim.

Arka Kapak Yazısı:
"Bulut Atlası Tom Tykwer'ın yönetmenliğinde sinemaya uyarlandı.Başrollerini Tom Hanks, Halle Berry, Hugh Grant, Hugo Weaving ve Susan Sarandon'ın paylaştığı filmin 2012 yılına damga vurması bekleniyor.

Her öykünün farklı bir dil, üslup ve teknikle anlatıldığı Bulut Atlası, roman olmaktan çok öte, insanoğlunun iktidar uğruna türdeşlerine ve doğaya verdiği zararların ve yol açtığı "kıyamet"in ele alındığı bir destan....
  • British Book Edebiyat ödülü
  • Geoffrey Faber Memorial ödülü
  • Richard & Judy Yılın Kitabı ödülü...
  • Booker finalisti
  • Nebula finalisti
  • Arthur C. Clarke finalisti 
Her şey birbiriyle bağlantılı

Birbiriyle iç içe geçen altı hayat ve muhteşem bir macera...

David Mitchell, tüm dünyayı dolaşarak, 19. yüzyıldan başlayıp kıyamet sonrası geleceğe uzanıyor. Zaman, tür ve dil sınırlarını yıkan bir anlatıyla, insanoğlunun iktidar mücadelesinin bizi nereye sürükleyebileceğine dair çarpıcı bir kehanet sunuyor.

"İnsana 'Nasıl da yazmış adam' dedirten modern klasiklerden biri. Çağdaş edebiyata ilgi duyan herkesin mutlaka okuması gerek."
Dave Eggers

"Bulut Atlası insanın zihnini harekete geçiriyor, hem çok hareketli olaylar, hem de ürpertici derin düşünceler var."
People"

Altını Çizdiğim Cümleler:
"Benim mesleğimde ilerleyebilmek için insanın Diyojen kadar şüpheci olması gerekir ama bu şüphecilik bazen kişinin karşısındaki, hemen göze çarpmayan erdemleri görmesine mani olabilir."

"Bu kara ve sudan oluşan kürenin, başka ayakların çiğnediği başka topraklara da ev sahipliği yaptığı Moriorilerin aklından geçmemiş. Nitekim, dillerinde "ırk" anlamına gelen bir kelime yok ve Moriori sadece "İnsanlar" demek."

"Kimsenin hatırlamadığı zamanlardan beri Moriorili din adamları, kim bir insanın kanını dökerse onun kendi mana'sını öldürmüş olacağını söylermiş - yani, kendi onurunu, değerini, itibarını ve ruhunu."

"Cam da barış da tekrarlanan darbeler altında kırılganlık gösterir."

"Bunlardan nasıl bir ahlak dersi çıkarmalı? Barış, Rabbimiz tarafından ne kadar sevilse de, ancak komşularınız sizin gibi vicdanlıysa esas erdemlerden biri sayılır."

"Buna karşı çıktım, misyonumuz Siyah ırkların kökünü kazımak değil, onları dinlerini değiştirmek yoluyla medenileştirmek olmalı; ne de olsa onlar da Tanrı'nın elinden çıktılar."

"Yıllarca misyonerlerle çalıştıktan sonra şunu söyleyebilirim, bana kalırsa çabaları can çekişen bir ırkın ıstırabını on ya da yirmi yıl daha uzatmaktan başka işe yaramıyor. Merhametli bir çiftçi, iş göremeyecek kadar yaşlanmış sadık bir atı vurur. İnsancıl kişiler olarak görevimiz, soylarının tükenmesini hızlandırarak bu vahşilerin acılarına son vermek değil midir? Kızılderilileri düşün, Adam, siz Amerikalıların tekrar tekrar feshettiği, ihlal ettiği anlaşmaları düşün. Vahşileri bir kerede kafalarına vurup öldürmek ve işi bitirmek daha insani ve dürüstçe değil mi?"

"Ne kadar insan varsa o kadar da doğru var. Zaman zaman, kendi noksan suretlerinin arkasına gizlenmiş, daha doğru bir Doğru'yu görür gibi oluyorum ama yaklaştığımda kımıldıyor ve muhalefetin dikenli bataklığının derinlerine iniyor."

"İnsan durur, susar ve dinlerse bir bakar ki dünya düşüncelerini un gibi elemiş ve geriye yalnızca bir tane kalmış."

"Liberallik mi? Korkaklık desene şuna!" "Sosyalizm mi? Artık eli ayağı tutmaz haldeki despotizmin yerine geçmek isteyen küçük kardeşi." "Muhafazakârlar mı? En büyük aldatmacaları özgür irade doktrinleri olan tesadüfi yalancılar." Nasıl bir devlet istiyor peki? "Hiç!" Bir devletin düzeni ne kadar sağlam olursa insanları o kadar sıkıcı olur."

"Yarısı okunmuş bir kitap, yarısı yaşanmış bir aşk hikâyesi gibidir."

"Aşkın sadakatle el ele yürüdüğü iddiasının kendine güvenmeyen erkekler tarafından uydurulan bir mit olduğunu söyleyerek sert bir yanıt verdi."

"Bu ölümsüzlük isteği ne kadar mağrurca ve sahte bir şey."

"Kelimeler o kadar... tutucu ki. Uzay... bilirsin... o kadar tüm ki."

"O zaman şimdiden hayatını boşa harcadığını düşünüp hayıflanma. Deneyimlerimle gösteriş yaptığım için bağışla, ama boşa harcanmış bir hayatın ne olduğu hakkında en ufak bir fikrin bile yok."

"Hitchcock spot ışığını çok sever" diyor mesanesindeki şişkinlikten artık rahatsız olmaya başlayan Luisa, "ama röportaj vermekten nefret eder. Sorularıma cevap vermedi, çünkü onları aslında duymuyordu. En iyi eserlerinin, binenleri akıllarını başından alacak kadar korkutan, ama sonunda onları kıkırdar ve bir kez daha binmek ister halde bırakan hız trenlerine benzediğini söyledi. Ben de bu adamın sözlerine şunu ekliyorum, düzmece korkunun anahtarı, bölmek ve ayırmaktır: Bates Moteli bizim dünyamızdan ayrıldığı sürece, tıpkı cam bir mahfazanın içindeki akrebe bakar gibi, otelin içine göz atmak isteriz."

"Grimaldi'nin dediği gibi, her vicdanın bir yerlerde bir kapatma düğmesi vardır."

"Hayat. On üzerinden on kuvvetinde bir bok fırtınası."

"Şirketler ve eylemciler arasındaki anlaşmazlık narkolepsiyle anıları yadetmek arasındaki farkı andırıyor. Şirketlerin parası, gücü ve nüfuzu var. Bizim tek silahımız ise halkın öfkesi. Öfke Yuccan Barajı'na engel oldu, Nixon'u yerinden etti ve Vietnam'daki canavarca olayları kısmen sona erdirdi. Ama öfkeyi üretmek ve kontrol etmek kolay değil. İlk gereken tetkik; ikinci işse geniş çaplı bir bilinçlilik. Halkın öfkesi ancak bunlar kritik kitleye ulaştığında patlayarak gerçeğe dönüşür. Her düzen sabote edilebilir. Dünyanın Alberto Grimaldi'leri gerçeğin komitelerin, sıkıcılığın, yanlış bilgilendirmenin altına gömerek ya da tetkik edenlerin gözlerini korkutarak tetkikle mücadele edilebilir. Eğitimin seviyesini düşürerek, televizyon kanallarını ele geçirerek, önde gelen yazarlara "konuk ücreti" ödeyerek ya da basını satın alarak bilinçliliği öldürebilirler. Basın -hem yalnızca Washington Post değil- demokrasilerin iç savaşlarını yürüttükleri yerdir."

"Güç. Ne demektir? 'Başka birinin kaderini belirleme imkânı.' Bilim adamları, zengin müteahhitler, kamuoyunu oluşturanlar; benim jetim La Guardia'dan kalkabilir ve ben daha B.Y'ye inmeden sizi bitirebilirim. Wall Street'teki nüfuzlu insanlar, seçilmiş yetkililer, hâkimler; sizi yerinizden etmek için biraz daha zamana ihtiyacım olabilir ama siz de en az diğerleri kadar dibe batarsınız."

"Luisa merak ediyor: Gazetecilikte ne derece hilekârlık kabul edilebilir? Babasının bir öğleden sonra hastane bahçesinde verdiği cevabı hatırlıyor: Bir hikâyeyi elde etmek için hiç yalan söyledim mi? Hem de ne kuyruklu yalanlar söyledim. Beni gerçeğe bir iki santim de olsa yaklaştıracak her türlü yalanı söyledim."

"Bay Hoggins gibi hiç atımlık barutlar modern edebiyatın yol kazalarıdır. İnsanlar bıçağı saplamadan önce nasıl adının önüne 'Bay' koyuyorlar, fark ettin mi? Bay Hoggins şişirilmiş "otobiyo-roman"ı için kesilen ağaçlardan özür dilemeli. Dört yüz sayfalık bu aşırı mağrur kitap, inanılmaz derecede yavan ve boş bir sonla bitiyor."

"Haydi ama, bir eleştirmen nedir ki?" diye mantığa davet ettim onu. "Hızlıca ve küstahça okuyan, hiçbir zaman akıllıca okumayan insanlardır sadece."

"Dalları kesilmiş bir çınar ağacı, çaresiz adamların bir zamanlar değişmez kararlar dökmesi gibi yeşil yapraklarını döküyordu."

"Umutsuzluk insanın gönlünün hiç sürmediği yaşamlarda kalmasına sebep oluyor. Hayatını neden kitaplara verdin, TC? Sıkıcı, sıkıcı, sıkıcı!"

"Ona cehenneme gitmesini söyle" dedi ruhum, "yoksa sonra çok pişman olursun."
"Ona duymak istediği şeyi söyle" diye haykırdı sinir sistemim, "yoksa şimdi çok pişman olursun."
Ruh ateşliydi ama et zayıftı."

"Sınırlı insanların elindeki sınırsız güç her zaman zulümle sonuçlanır."

"Gerçek tekildir. Gerçeğin "halleri" doğru olmayan gerçeklerdir.

"*Korpokrasi, şirketlerin bir ülkenin yönetimi üzerinde söz sahibi olduğu,hatta yönetimi doğrudan ele aldıkları bir yönetim biçimidir."

"Bir bireyi köleleştirmek vicdanları rahatsız eder, Arşivci, ama klonu köleleştirmek etik bakımdan son çıkan altı tekerlekli bir ford'a sahip olmaktan daha rahatsız edici değildir. Aramızdaki farkları ayırt edemediğiniz için birbirimizden farkımız olmadığına inanıyorsunuz."

"Mizah muhalefetin tohumudur ve Juche bundan korkmalı."

"Daha metafiziksel bir soru: o günlerde mutlu muydunuz?
Yükselişimden önce mi yani? Mutluluk derken sıkıntının yokluğundan söz ediyorsanız, ben de bütün üretilmişler de genomistlerin iddia ettikleri gibi, korpokrasideki en mutlu tabakadayız. Fakat mutluluk sıkıntıların aşılması ya da bir amaç hissi, veya güç elde etme isteğini uygulamaya geçirmekse, o zaman Nea So Copros'un köleleri arasında en mutsuz olanlar kesinlikle biziz."

"Bir peri masalı kitabını Nea So Copros sanmak sana, bir safkana, gülünecek bir şey gibi görünebilir ama sürekli hapis halinde olmak herhangi bir kurtuluş vahasını inanılır kılma gücüne sahiptir. Yükseliş, yükselen kişinin akıl sağlığını zamanla yiyip bitirebilecek kadar şiddetli bir açlık yaratır. Tüketicilerde bu ruh haline kronik depresyon adı verilir."

"Belki güzellikten yoksun kalanlar onu en içgüdüsel olarak algılayanlardır."

"Profesör seminerimizde bana dersi faydalı bulup bulmadığımı sordu; cevap verirken bilgilendirici kelimesini seçtim ve safkanların beni niçin bu kadar hor gördüğünü sordum. Mephi'nin cevabı şu oldu: "Ya toplumsal tabakalar arasındaki fark genlerden, doğuştan gelen mükemmeliyetten, hatta dolarlardan değil de yalnızca bilgi farkından kaynaklansaydı? Bu piramit'in tamamının kayan kumlar üzerine inşa edildiği anlamına gelmez miydi?"
Böyle bir fikrin ciddi bir sapkınlık olarak görülebileceğinden söz ettim.
Mephi çok hoşnut olmuş gibiydi. "Ona sapkınlık diyorsan, bir de şunu dinle: üretilmişler safkanların vicdadına tutulan aynalardır; safkanların o analarda gördüğü yansımalar onların midelerini bulandırıyor. Bu yüzden aynayı tuttuğun için seni suçluyorlar."
Yaşadığım şoku safkanların ne zaman kendilerini suçlamaya karar verebileceklerini sorarak sakladım.
Mephi, "Tarihe bakacak olursak, biri bunu onlara zorla yaptırana dek vermeyecekler."

"Kendime sorup dururdum: varlığımı daha iyi hale getirmek için kullanamayacaksam bilginin ne değeri vardı?"

"Zaman geçmişin çürüme hızıdır, ama disney'ler geçmişi kısa bir süre için de olsa yeniden canlanmasına imkân sağlıyor.O zamandan bugüne dek yıkılmış olan o binalar, çoktan silinip gitmiş olan o yüzler sanki "Gerçek yanılsama biz değiliz, senin şimdin" diyorlar."

"Öğrenen zihin yaşayan zihindir, dedi Meronym, ve her tür Zekâ gerçek Zekâdır, ister eski ister yeni Zekâ olsun, ister yüksek ister alçak Zekâ olsun."

"Şöyle cevap verdiğini hatırlıyorum: Evet, Eskilerin Zekâsı hastalıkların, kilometrelerin ve tohumların ustasıydı, mucizeleri sıradanlaştırmışlardı, ama tek bi' şeyin ustası diildi, o da insanların kalbindeki açlıktı, evet, daha fazlası için açlık.
Neyin daha fazlası? diye sordum. Eskilerin her şeyi vardı.
Ah, daha çok alet, daha çok yiyecek, daha yüksek hızlar, daha uzun hayatlar, daha kolay hayatlar, daha çok güç, evet."

"O zaman gerçek gerçek, görünen gerçekten farklı mı? dedim.
Meronym'in Evet, genelde ööledir, dediğini hatırlıyorum, işte o yüzden gerçek gerçek elmaslardan bile değerli ve nadirdir."

"...insanı az da olsa değiştirmeyecek yolculuk yoktur."

"Hikâye çok anlamlıydı demiyorum ama onu hiç unutmadım ve bazen daha az anlam daha çok anlam demektir."

"Nedendir bilmem ama sırlar adama onları çekip çıkarmazsa çürük dişler gibi rahat vermez."

"Bulutlar gökleri nası' aşıyo'sa ruhlar da çağları ööle aşar, bi' bulutun şekli, rengi, büyüklğü aynı kalmasa da hâlâ bi' buluttur ve ruhlar da ööledir.
Bulutun bi' yere ner'den uçup geldiğini ya da ruhun yarın kim ol'cağını kim sööleyebilir ki? Anca' doğu, batı, pusula ve atlas olan Sonmi, evet, anca' bulutların atlası."

"Kutsal şeyler, kutsal olmayan şeyleri saklamak için iyi bir yerdir."

"Beşinci Bildirim kabilecilik kadar eski bir döngüyü; Öteki'ne karşı cehaletin nasıl korkuyu doğurduğunu, korkunun nasıl nefreti doğurduğunu, nefretin nasıl şiddeti doğurduğunu, şiddetinse nasıl daha fazla şiddeti doğurduğunu açıklıyor, ta ki bütün "haklar," bütün yasalar en güçlünün isteklerine göre şekillenene dek."

"Uzmanlar" anlamayı başaramadıkları şeyleri ne kadar tembelce yok sayıyor!"

"Annem kaçışın hiçbir zaman en yakınındaki kitaptan daha uzakta olmadığını söylerdi."

"Biz -altmışın üstündeki herkesten söz ediyorum- sırf var olmakla bile iki suç işleriz. Birincisi Hız Eksikliği'dir. Arabayı çok yavaş sürer, çok yavaş yürür, çok yavaş konuşuruz. Dünya diktatörlerle, sapıklarla, her türden uyuşturucu baronuyla alışveriş halindedir ama yavaşlatılmaya tahammül edemez. İkinci suçumuz ise Herkesin Aklına Ölümü Getirmek'tir. Dünya ancak biz ortalıktan çekilirsek pırıltılı gözlerle inkâra devam edebilir ve rahat olabilir."

"Doğru, çok fazla roman okumak insanı körleştiriyor."

"Şimdi geriye baktığımda şaşıp kalıyorum. Ne düşünüyordum ki? Arkadaşlarımı surat asmakla tehlikeye atıyordum! Surat asma konusunda her zaman yetenekliydim, bu da birçok şeyi açıklıyor. Suratsızlar kendilerini yapayalnız hayallerde kaybederler."

"Gerçek geçmiş kırılgandır, gitgide silikleşir + erişilmesi+ yeniden inşa edilmesi zor hale gelir: varsayılan geçmiş bunun aksine kolayca şekillendirilebilir, sürekli netleşir + önüne geçilmesi/sahte olduğunun ortaya çıkması gitgide zorlaşır."

"Yalan söyledim, evet, ama bu beni yalancı yapmaz. Yalan söylemek yanlıştır, ama dünya tersine döndüğünde ufak bir yanlış büyük bir doğru olabilir."

"Meşeler altı yüz yıl yaşar, iki yüz yıl boyunca büyürler, iki yüz yıl boyunca yaşarlar, iki yüz yıl boyunca ölürler."

"Bu keskin zekâya önem veren bir meritokrasi olmalı. Servetin gücü çektiğine utanmayan bir kültür..."
"... ve biz servet yaratanların ödüllendirildiği bir kültür olmalı. Bir adam güç elde etmeyi arzuladığında tek bir basit soru sorarım: 'Bir işadamı gibi düşünebiliyor mu?'
Luisa peçetesini kıvırıp sımsıkı bir top haline getiriyor. "Ben üç basit soru sorarım. O gücü nasıl elde etmiş? O gücü nasıl kullanıyor? Ve güç o orospu çocuğundan nasıl geri alınabilir?"

"Bağırış çağırışın olduğu yerde, diye düşünüyor Luisa, sahtekârlık vardır."

"Her zaman başka bir savaş çıkar, Robert. Kökleri hiçbir zaman tamamen kazınmaz. Savaşları ne alevlendirir? Güç arzusu, insan doğasının belkemiği. Şiddet tehdidi, şiddet korkusu ya da şiddetin kendisi bu dehşet verici arzunun yaratıcısıdır. Güç arzusunu yatak odalarında, mutfaklarda, fabrikalarda, ve devletlerin sınırlarında görebilirsin. Bunu iyi dinle ve aklına yaz. Ulus-devlet insan doğasının şişirilip devasa boyutlara getirilmiş halidir, o kadar. İşte bu yüzden, uluslar kanunları şiddetle yazılmış birimlerdir. Her zaman da öyleydiler, her zaman da öyle olacaklar."

"Biliyor musun, insanın   başının üstündeki çatının işverenin keyfine bakması iğrenç bir şey."

"Dünyanın sonunu beklemek insanoğlunun en eski hobisidir."

"Sosyetelerin en üst tabakalarında hiçbir zaman ahlaksızlık eksik olmaz, yoksa güçlerini nasıl muhafaza edeceklerdi? İtibar umumi alanın kralıdır, kişisel alanın değil. Umumi hareketler onu tahtından indirir."

"Gerçek bir intihar yavaş, disiplinli bir kesinliktir, insanlar "intihar bencilliktir" diye ahkâm kesiyor. Peder gibi kiliseyi kariyer edinmiş insanlar bir adım ileri gidip intiharı yaşayanlara yapılmış ödlekçe bir saldırı olarak adlandırıyor. Sersemler şu sahte sözleri çeşitli sebeplerden dolayı söyleyip duruyor: suçlamalardan kaçmak, dinleyicilerini zihinsel gücüyle etkilemek, öfkeyi bir şeylerden çıkarmak ya da anlayış göstermek için gereken acıyı çekmemiş olmak. İntiharın korkaklıkla hiç ilgisi yok -intihar hatırı sayılır bir cesaret istiyor. Japonlar çok haklı. Hayır, asıl bencilce olan sırf aileler, arkadaşlar ve düşmanlar biraz vicdan muhasebesi yapmak zorunda kalmasın diye bir başkasından katlanılmaz bir varoluşa tahammül etmesini talep etmektir."

Keyifli okumalar :)

Görsel Google Images
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...