Benden yazar olursa...



Nassı ama? :)))

Canım arkadaşım, Nihan'ım çizdi bu avatarı bana :)
Güle oynaya kullanmamı istedi, tabisi de kullanacağımdır. Aşık oldum bu çizime :)
Ciddi ciddi ''saçlarımı lacivert yapsam mı?'' diye düşünmeye başladım, hani bu kadar şirin duracaksa, zaman kaybetmem hata :)
Topalak robotuma da isim düşünüyorum, fabrika çıkışı seri numarası isim olmuyormuş, isimlerini sahipleri koyuyorlarmış :)
Bu robot, tam yemelik-öpmelik-sevmelik değil mi? Yoksa sadece bana mı öyle geliyor? :)
Çok teşekkür ederim Nihan'cım (kalp kalp) :)
Nihan Sarı'nın 'sanatçı' kimliğine ve eserlerine dair detayları buradan, şuradan ve de oradan bulabilirsiniz.

* Tatilimin son üç günü :/
Üç gün sonra, yine aynı şamataya aynı strese döneceğimi bilmek canımı sıkıyor :/
Kimbilir ne kadar iş birikmiştir :/ Kaç tane değişiklik yapılmıştır departmanda ve proseslerde.
Okumak zorunda kalacağım yüzlerce/belki de binlerce e-posta da cabası.
Gündemi yakala kızım Sittirella! Peeeeef! :)

* Bu yıl, ilk defa bir dil kursuna gitmemeye karar verdim :)
İngilizceyi bir yıl daha aktif çalışma dili olarak kullanacağımdan ofiste, İspanyolcayı da masamın üstünde duran kitaplarımla geliştirebilirim. Zaten ofiste ana dili İspanyolca olan bir arkadaşım ve İspanyolcayı ana dil seviyesinde konuşan iki yakın arkadaşım var, yardıma hazır ve nazırlar :)
Evde de bol bol Lehçe pratik yapma imkanım var, sevgilim-öğretmenim sağolsun :)
Bu kışın uzun, soğuk, karanlık gecelerinde, sıcacık evimde, bol bol kahve eşliğinde yazmaya karar verdim :)
Bi' yazar doğuyor, n'aber? Ahahahah, sesli güldüm :)))
Yakın arkadaş çevrem sanatçılarla dolup taştığından, etkilenmemek mümkün değil şekerim!
Bakın, buraya yazıyorum; benden yazar olursa, dünyanın sonu yaklaşmış demektir :)))
Önleminizi alın bak, sevdiklerinizle zaman geçirin, son günlerinizin değerini bilin, vs. vs. :)

* Benim minnak ''kucağına al beni'' olayında kendini aştı.
Tuvaletteyken de gelip kucağıma serildi ya, gülmekten toparlanamadım :)
Hiç bi'şi olmamış gibi, gayet yüksek purrr purrr sesleriyle yüzüme bakıyordu.
Pes! kızım, kendini sevdirmenin de bi' yeri, zamanı, ölçüsü olmalı.
Yemek yiyorum; sev beni, temizlik yapıyorum; sev beni, PC başındayım; sev beni, çalışıyorum; sev beni, uyuyorum; sev beni... bu ne nan? :)))

* 31 Ağustos gecesi şu gönderimde bahsettiğim film maratonuna katılıyoruz, çok heyecanlıyım.
İlk defa 12 saat sinema salonunda kalacağım. Hem de bayılıp-bittiğim Yüzüklerin Efendisi serisinin filmlerini peşpeşe, hem de yönetmen versiyonuyla izleyeceğiz :)
Tabisi de gönderisini yapacağımdır :)

* Sanırım ben Harry Potter fanatiklerine karışmak üzereyim :)
Nasıl güzel bi' seridir bu böyle yareppim! :)))
Elimden bırakamıyorum kitapları. Bir-iki günde de okuyup bitirmeye kıyamadığımdan, kendimi zorla durduruyorum.
Harry Potter ve Felsefe Taşı'nın gönderisini şurada yaptım. Harry Potter ve Sırlar Odası ile Harry Potter ve Azkaban Tutsağı'nın gönderisini de önümüzdeki bir hafta içinde yaparım.
Şeytan dürttü, kitap bu kadar güzelse, acaba filmi nasıldır? Kalk izle! dedi ve ben de arkadaşım şeytana uyup izledim. Sonuç; hayal kırıklığı :/
İzlemem serinin diğer filmlerini, kitapları çok daha detaylı, çok daha eğlenceli ve çok daha sürükleyici... itinayla tavsiye edilir! :)

* Bomba haber; kilo veriyorum!!! :)
Ahahahaha, tığ gibi olucam yine! :)
Tatideyken kıpır kıpır, bi' bahçe, bi' mutfak, bi' üst kat, bi' bodrum kat ine çıka bir kaç kilo vermişim :)
Baktım iş sadece totoyu daha sık kaldırmaktaymış; tememdir bu iş! dedim :)
Önümüzdeki yaza fıstık gibi bi' Sittirella olacağımdır, sonracığıma gelsin kombinler, gitsin bugün ne giydimler! :)
Şaka nan, şaka! Ahahahahha :)))

* Eylül ayından itibaren ev bakmaya başlıyoruz :)
Miniminnak, bahçeli, kendime ait gönlümce dağıtabileceğim bir odamın olacağı ev hayalim :)
Minnak bi' kütüphane, şahane bir okuma koltuğu, ay! her şey gözümün önünde resmen! :)
Hadi bize şans dileyin :)

Güzel geçsin hafta sonunuz!
Bol gülücüklü :)

Harry Potter ve Felsefe Taşı / Harry Potter and the Philosopher's Stone


Yazar: J. K. Rowling
Çeviri: Ülkü Tamer
Orijinal Dili: İngilizce
Basım Yılı: 1997
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları (Birinci Baskı 2001)

Arka Kapak Yazısı:
''Harry Potter sıradan bir çocuk olduğunu sanırken, bir baykuşun getirdiği mektuplarla yaşamı değişir: Başvurmadığı halde Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'na kabul edilmiştir. Burada birbirinden ilginç dersler alır, iki arkadaşıyla birlikte maceradan maceraya koşar. Yaşayarak öğrendikleri sayesinde küçük yaşta becerikli bir büyücü olup çıkar.

J.K. Rowling'in zengin düşgücü, onu bebeğiyle yalnız yaşayan sıradan bir anneden, kitapları dünyada 90 milyondan fazla satan, 40'tan fazla dile çevrilen parlak bir yazara dönüştürdü. Kitapların artık "sanal" ortamda okunmaya başladığı bir çağda, Harry Potter genç kuşağı "gerçek" bir kitabın sayfaları arasında yepyeni bir dünyayı keşfetmenin heyecanıyla tanıştırdı. Bu heyecan daha da artacak: Çok yakında Harry Potter'ın sinema filmi gösterime girecek.

Harry Potter'ın baş döndürücü "büyülü" dünyasına adım atmadan önce kemerlerinizi bağlayın!''

Altını Çizdiğim Cümleler:
''Gir bakalım, yabancı, ama dikkat et, sakın kendini koyverip de hırsa kapılmayasın. Alın teri dökmeden köşe dönme hevesi canına okur sonra, bak bizden söylemesi. Senin olmayan bir şeyi yürüteceksen unut, aklını başına al, sonra da kendini tut. Hırsızlığa kalkarsan, bir daha düşün yine, başka şeyler bulursun altın yerine.''

“Bu şapka, dersiniz, çirkin mi çirkin! Ama öyle hemen karar vermeyin. Toz olurum varsa benden güzeli, Eşsizim kendimi bildim bileli. Ne kasket dinlerim ne de silindir, Şampiyonluk kaçmaz, hep bana gelir. Hogwarts okulunda Seçmen Şapka’yım, Her gün, her ay, her yıl başka başkayım. Karşımda şöyle bir ürperin biraz Dünyada hiçbir şey gözümden kaçmaz. Eğer geçirirsen beni başına Gideceğin yen söylerim sana. Seni Gryffindor’a yollarım belki, Zamanla olursun aslanın teki, Yiğittir orada kalan çocuklar, Hepsinin yüreği, nah, mangal kadar. Belki de düşersin Hufflepuff’a Haksızlığı hemen kaldırıp rafa Adalet uğruna savaş verirsin Her yere mutluluk götürmek için. Ravenclaw kısmetin belki, Oradakilerin hiç çıkmaz sesi, Mantıktır onlarca önemli olan, Öyle kurtulurlar tüm sorunlardan. Düşersin belki de Slytherin’e sen, Bir başkadır sanki oraya giden, Amaçları için neler yapmazlar Açıklasam bitmez sabaha kadar. Giy kafana beni! Çekinme sakın! Birinci koşul bu: Korkmayacaksın! Hiç kimseye gelmez kötülük benden, Şapkalar içinde en uysalım ben.”

''Bazı olaylar vardır, dostluklara yol açar, dört metre boyunda bir ifritin canına okumak da öyle bir olaydı işte.''

''Görünmez insanlarla dolu bir odaya mı girmişti? Aynanın özelliği, ister görünür olsun, ister görünmez olsun, her şeyi yansıtmak mıydı?''

''Bu ayna yüreklerimizin derinliklerinde yatan tutkuları, istekleri gösterir bize.''

'' İyiyle kötü diye bir şey yoktur, güç vardır sadece, bir de o gücü elde edemeyecek kadar zayıf olanlar...''

Bu kadar cümle çok bile :)
Harry Potter'a hayran oldum!
Hayatımda okurken zamanın nasıl geçtiğini fark etmediğim ve elimden bırakamadığım nadir kitaplardan biriydi.
Dilerim, siz de benim gibi bu maceraya zevkle dalarsınız.

Keyifli okumalar :)

Kitaptan Kulem :)


Euphoric'in başlattığı, ''Okunmayı bekleyen kitaplarımızdan kule yapalım'' etkinliğine katılımımı bu minnak kule ile yapmış bulunmaktayım :)
Böyleyken böyle işte, bunların hepsi okunacak!
Elimden reader'ımı bırakabildiğim bir zamanda başlamayı, kitap kulemin  Rapunzel'i olmayı tabisi de planlıyorum :)
Son günlerde nefessiz ''Harry Potter'' okuyorum ve bayıldım! :)
Hele bi' şu seriyi bitireyim, başlarım elbet kulemden okumaya.

Kulemde bekleyen kitaplarım şöyle:
Hayatın Renkleri / Pamala Oslie
Aşkın Renkleri / Pamala Oslie
Tanrılar Okulu-Düş Öğretisi / Stefano E. D'Anna
American Gods / Neil Gaiman
Kafka on the Shore / Haruki Murakami
Innocent Traitor / Alison Weir
Balatlı Maria / Haldun Hürel (Bu kitabı okudum, çok beğenmiştim... tekrar okumak istiyorum)
Norwegian Wood / Haruki Murakami
Blind Willow, Sleeping Woman / Haruki Murakami
After Dark / Haruki Murakami
Robinson Crusoe / Daniel Defoe
The Red Room / Nicci French

Bu gönderi vasıtasıyla, 19 Mayıs 2012 Cumartesi' günü, sevgili Begonvilli Ev'den bana gelen bir mim vardı, gözüm gibi sakladığım :)
''Boş bir zamanımda yazacağım'' dediğim ama o boş anıma dek bir kaç kitap daha devirmeyi istediğim için erteleyip durduğum...
Onu da aradan çıkarmak istiyorum.

Mim Konusu: KİTAPLAR

1.Ne sıklıkta kitap okursunuz?
Biz ona sıklık demeyelim de, ''Nerelerde/Nasıl okursun?'' diyelim.
Yatakta, tuvalette, tramvayda, trende, arabada, yolda yürürken -en sevdiğim zamanlardan biridir- öğle yemeğinde,asansörde; okurum :)

2. En sevdiğiniz yazarlar?
''En sevdiğim'' cümlesi biraz fazla iddialı.
Ben, dili beni saran ve kitabını soluksuz okuduğum her yazarı severim.
Dili beni saranlardan bir kaç isim sıralayabilirim ama bu, 'sadece bu yazarları severim' anlamına gelmiyor.
Cengiz Aytmatov, Ayn Rand, Gabriel García Márquez, Sunay Akın, Murathan Mungan, Dan Brown.

3. En beğendiğiniz kitaplar?
Küçük Prens'in kalbimde yeri apayrıdır. Kahramanım benim! :)
Atlas Silkindi, Cenk Hikayeleri, Yüzüklerin Efendisi serisi, Yüzyıllık Yalnızlık, 1984'de sevdiğim kitaplardan.

4.(Yerli, yabancı) En çok hangi yazarların kitaplarını tercih edersin?
Bulduğumu okurum.
İsmini bile duymadığım bir yazarın, ilk defa gördüğüm kitabının beni tutsak etmesine bayılıyorum.

5.En son okuduğunuz kitap hangisi?
Harry Potter- Sırlar Odası / J.K. Rowling

6.Şu anda hangi kitabı okuyorsun?
Harry Potter - Azkaban Tutsağı / J.K Rowling

7.Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kitap bloglarını artık takip etmiyorum.
Çok bilinen kitap bloglarının yazarlarının, bir kitabı yerden yere vurmasından veya göklere çıkarmasından nefret ettiğim için bıraktım.

8.KİTAP OKUMAK sizin için ne ifade ediyor?
Huzur. Öğrenmek. Şaşırmak. Heyecan.
Gerçek hayattan her fırsatta kaçmak, bambaşka hayatlara-evrenlere yolculuk yapmak.

Kitaptan kule yapmak isteyen veya Kitaplar mimini seven herkes üstüne alınıp gönderi yapabilir.

Ardımda kalanlar...

Gittik-geldik, yorulduk...
Ama; değdi :)
Bakalım neler bırakmışım bu tatilde ardımda.


Yemelere doyamadığım, mis kokulu elmalarım kaldı.


Şirine-eltim; Ania ile yaptığımız kısa-kahkaha dolu yolculuklarımız kaldı.


''Geyik çıkabilir'' tabelalarının şenlendirdiği, orman içi yollar...


Şirin mi şirin bir ev...


Güzel mi güzel bir bahçe...


Saatlerce okuma keyfi yaptığım köşem...


En şapşi Labrador; ''Fix''...


En şapşi sarman; ''George'' kaldı.


Yalınayak çimlere basmanın keyfi...


Bol kalorili akşamüstü kaçamakları...


Bahçeden topladıklarımla hazırladığım salatalar kaldı.


'Mavi boncuk' modunda yürüyüşlerim...


Mum ışığında kamelya sohbetleri...


''Halacım'' diye diye beni benden alan minik canavarım; Julia kaldı.


Uçsuz bucaksız tarlalar arasında yapılan otobüs yolculuğuyla başlayan...


Fırtınanın merkezine doğru devam eden ve bir buçuk saat rötarlı biten bir tren yolculuğundan, beni gülümseten bu kare kaldı.


Onca yolculuk-yorgunluktan sonra eve döndüğümde, beni şaşkın ama çok mutlu bir suratla karşılayıp, tüm gece kollarımda uyuyan bu Minnak vardı :)

Serin-püfür tatil halleri

Meribalar :)
Ne biçim yaydım arkadaş... araya sıkıştırdığım ''Çavdar Tarlasında Çocuklar'' gönderisini saymazsak 'tık!' yok bende :)
Zebep? Tabisi de tatilde olduğumdan kelli, tembellikte tavan yapmış olmam ve lepimitapımı her iki-üç günde bir sadece on-onbeş dakikalığına aklıma eserse açmam :)

Hemen tatilimden bir kaç kare vererek, bahçede beni beklemekte olan hamağıma koşmak istiyorum müsaadenizle :)
Kötüyüm, ebet! :)))

Kare 1:
En güzel ikili: Erik-Tuz! :)

Bol bol yedim :)
Dişlerim uyuşasıya dek, dudaklarım tuzdan kavrulasıya dek yedim, oh! :)

Kare 2:
Bu şehir hala bıraktığım gibi...

Hala kuğular yüzüyor gölde, hala serin esiyor rüzgar gölden üzerinize...

Kare 3:
Okuma köşesi yaptım :)

Her gün en az üç saat burada sallanaaaa sallanaaaa okuyorum.
Kahve, meyve, kek, börek ve daha ne kadar bünyeye yarar varsa bu köşede okurken yardımcı oluyorlar bana :)

Kare 4:
Ya hava soğuksa?

Çözüm basit:
Evdeki minnakın ne kadar cicili-bicili polar battaniyesi varsa toplanır, şezlonga yığılır, yımşak-ıscak okumaya devam edilir :)
Bakmayın güneşli gibi durduğuna... esti mi titretiyor rüzgar burada :)

Kare 5:
Peki bu kadar içine düşe düşe ne okuyorum? :)

Tabisi de; 'HARRY POTTER' ! :)
Bayıldım, bittim :)
İyi ki, bugüne dek hiç bir filmini izlememişim, hakkında okumamışım.
İlk kitap bitti, ikincisinin son sayfaları, bu akşam üçüncü kitaba başlarım :)
Bu serinin gönderisini sanırım toptan yapacağım :)

Şimdilik benden bu kadar :)
Size, pamuk helva bulutlarımla veda edeyim :)

Herkese en tatlısından/en mutlusundan bayramlar!
Büyyüklerimin ellerinden, küççüklerimin gözlerinden öperim :)
Yaşıtlarıma da ''Zzzzt! Erenköy!'' çekerim :)

Çavdar Tarlasında Çocuklar / The Catcher in the Rye


Yazar: Jerome David Salinger
Çeviri: Coşkun Yerli
Orijinal Dili: İngilizce
Basım Yılı: Birinci Baskı 1997
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

Arka Kapak Yazısı:
''Pek çok insanın hakkında konuştuğum için üzgünüm. Bildiğim tek şey; size anlattığım herkesi biraz özlüyorum. Bizim Stradlater'ı ve Ackley'i bile, sözgelimi. Sanırım o lanet Maurice'i bile özlüyorum. Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.
Çavdar Tarlasında Çocuklar, Salinger'ın tek romanı. Ergenlik çağının içinde, yetişkin dünyanın düzenine karşı isyankar bir çocuğun, bir Noel öncesi başına gelenler... Bu sürecin bir psikiyatri kliniğinde noktalanışı. Holden Caulfield'in masumiyet arayışının iç burkucu romanı. Belki de Salinger'ın.
1993'te Franny ve Zoey ile Dokuz Öykü adlı kitaplarını yayımladığımız Salinger, 1963'ten bu yana yeni bir yapıt yayımlamamasına ve neredeyse efsane haline gelmiş bir gizlilik içinde yaşamasına karşın, dünya edebiyat gündemindeki yerini hep koruyor.''

Altını Çizdiğim Cümleler:
''Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.''

''Bana büyük bir iyilik yapar mısın?''
''Ne?'' dedim pek isteksiz. Sizden hep büyük bir iyilik yapmanızı isterdi bu çok yakışıklı veya kendisini gerçekten bir şey sanan herifler, kalkıp durmadan onlara büyük bir iyilik yapmanızı isterler. Tabii, kendilerine felaket aşık olduklarından, sizin de onlar için deli olduğunuzu, ya da onlara bir iyilik yapmak için can attığınızı filan sanırlar.

''Bana birisi armağan verdiğinde, sonunda üzülen hep ben olurum.''

''Kızlarla olan sorun da bu işte. Hoş bir şey yaptıklarında, pek yüzlerine bakılmayacak gibi olsalar da, hatta salak bile olsalar, onlara böyle yarı yarıya aşık oluyorsunuz ve hangi cehennemde olduğunuzu bile unutuyorsunuz. Kızlar! Aman Tanrım! Aklınızı başınızdan alıyorlar. Gerçekten alıyorlar.''

''Gece geç saatlerde New York'ta birinin kahkaha atması dehşet verici bir şeydir. Millerce öteden duyabilirsiniz. Bunu duyunca yalnızlığınız daha da artar, moral diye bir şey kalmaz insanda.''

''İnsanlar hep yanlış şeyleri alkışlıyorlar.''

''Herif gerçekten bir sapıktı, ama kadınlar ona bitiyorlardı. Kitabın bir yerinde ''Kadın bedeni keman gibidir,'' diyordu; hakkını vererek çalmak için acayip iyi bir müzisyen olmak gerekirmiş. Hödük bir kitaptı.''

''Odadan ayrılmadan pencereye bir göz attım, bizim şu sapıklar ne yapıyor, bir bakayım diye, ama tüm perdeler örtülüydü. Sabah olunca hepsi fena halde namuslu oluvermişlerdi.''

''Ama o müzedeki en iyi şey, her şeyin yerli yerinde kalmasıydı. Hiç kimse kıpırdamazdı yerinden. Oraya yüz bin kez gidebilirdiniz, o Eskimo hala daha yeni balık tutmuş olur, kuşlar hala güneye uçar, geyikler o narin bacakları üstünde o pınardan su içer ve göğüsleri görünen o Kızılderili kadın battaniyesini dokurdu. Kimse değişmezdi. Değişen tek şey siz olurdunuz.''

''Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz.''

''Hani, sokak köşelerinde sevgilileri gelmediğinden ağaç olup mosmor kesilen herifleri konu alan karikatürler çıkar, Saturday Evening Post'ta filan, hepsi de tümüyle palavra. Bir kız sizinle buluşmaya geldiğinde felaket güzelse, kimin umurunda; ha geç gelmiş, ha erken gelmiş.''

''Bir şeyi çok iyi yapıyorsanız, bir süre sonra, dikkatli olmazsanız gösteriş yapmaya başlıyorsunuz. Ve sonunda iyi olmaktan çıkıyor yaptığınız.''

''Sonra milletin beni bir mezara tıktıklarını filan düşündüm, mezartaşında adım filan yazılıydı. Çepeçevre ölmüş heriflerle sarılmış bir durumda. Vay canına, öldüğünüzde işiniz gerçekten bitik yani! Ah nerede o günler, gerçekten öldüğüm zaman, şöyle aklı başında biri çıkıp beni denize filan atıverse, ne iyi olurdu. Ne yaparlarsa yapsınlar da beni lanet bir mezara tıkmasınlar. Pazar günleri millet gelip karnınızın üstüne bir sürü çiçek filan koyacak, daha bir sürü zırvalık. Öldükten sonra çiçeği kim ne yapsın?''

''Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, Tanrı aşkına; özellikle de, hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa?''

''Bak ne diyor: Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.''

Keyifli okumalar :)

Çükündürük...

Hava gıpgri...gısgri...
Olmadı bu kelime.
Nasıl desem? Böyle, hain gibi, sinsi, yumuk yumuk gri bulutlu, bol yağışlı, biraz soğuklu, garip bi'şi :/
Hani, tatilimin ilk günü ya... hava sanki gıcıklık yapıyor gibime geliyor bana.
Küfretsem ayıp olur mu? diye düşünüyorum.
Yalan söylüyorum nan, bol bol saydırdım havaya-bulutlara ve yağmura :)
Bi' yaz göremedik gitti canına yandığımın memleketinde!
Ya arkadaş, hep mi bi' yamukluk yapar hava dediğin şey insana?
Hep mi bi' ısıtır-bi' üşütür? Hep mi can sıkar?
Olaya bak:
Hani geçenlerde fotoğraf makinesi almaya gittik ya?
İşte o gün, sımsıcaktı hava. Efil efil giyindik, hatta altımda bi' kaç önceki yazıda bahsettiğim, çiçekli-dallı-güllü donum vardı, ayağımda da o meşhuuuur boncuk mavi pabuçlarım.
Ama evden çıkarken ne olur-ne olmaz diye, eşimin kahkahaları arasında aldım ''Gay Pride'' şemsiyemi yanıma :)
Benim bi' şemsiyem var, gök kuşağı gibi, kocaman bi'şi bö'le.
Hani, gay pride yürüyüşünde rengarenk bayraklarını sallarlar ya... a-ha aynen öyle :)
Bazen yürürken, çeviriyorum onu böyle bi' sağa-bi' sola, ''Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur'' diye diye :)
Taktım onu koluma, eşimin alaycı bakışları arasında, baston niyetine tırım-tırım onla yürüdüm.
Aldık makineyi, koyduk çantaya, bindik otobüse. Bir yağmur atıştırmaya başladı... anlatamam.
İneceğimiz durağa yaklaşırken sanki gök yarıldı!
Durağa geldiğimizde ben şemsiyemi açtım, indik ama inmemle pabuçlarımı çıkarıp elime almam bir oldu.
İyiki de yapmışım, sular bileğime geldi daha iki adım atmadan.
Tamam saçımız-başımız ıslanmadı o gün ama donum üzerime tayt oldu, ehehe :D
Ayaklar çıplak, dizlerin üstüne kadar sucuk olmuş haldeydim eve geldiğimizde :)
Gülmekten ölüyorum, sevgilim yüzüme bakıp anlamaya çalışıyor acaba sinirimden mi yoksa gerçekten keyiften mi güldüğümü. Bi' yandan da benim kocaman şemsiyemin altında, halinden memnun... :)
Çok keyifliydi nan!, bol bol küfrettim :)
Senin gibi memleketin yazını da, güneşini de, yağmurunu da... şeklinde başlayıp, çok tü-kaka kelimelerle devam eden küfürlerdi :)
Bundan sonra sıkıysa şemsiyemi aldığımda bana gülsün, artık ısıtıp ısıtıp burnuna süreceğim, cemşit pilavı misali bi' anımız var :D
(Burada bi' not düşeyim: 'Temcit Pilavı' diye bilinir tabisi de ama ''Cemşit Pilavı'', yakın dostlar ile aramızda anısı olan, en hızlı ısıtılıp-servis edilen -bildiğin- pilavdır)

Neyse...
Bu memleketin havası da bö'le çükündürük işte :)

Peki, böyle havalarda en güzel n'apılır?
''Yüzülür, sıcak kumlarda yuvarlanılır, uzun yürüyüşlere çıkılır'' demeyi çok isterdim :)
Tabisi de; kitap okunur! :)
Ben de öyle yaptım... yorganı kanepeye taşıdım, pijamamı bile çıkarmadan kitaba gömüldüm.
Bizim minnak durur mu?
Hemen; sarmaşık mode: ON :)
Geldi sarıldı-dolandı koluma zibidi, sarı düdük :)
O koluma sarmalanmış haldeyken kitap okumak, daha bi' zevkli, daha bi' huzurlu :)


İyi ki almışım E-book reader'ımı :)
Hangi kitabı alsam? Bitirince hangisini okumaya başlasam? Hangisini bavula koysam? gibi dertlerim yok artık :)
Yüz küsur kitabım içinde, tüy gibi hafif, 200 küsur gram, dadından yinmiyor :)
Ama tabisi de gerçek kitabı okumanın zevki apayrıdır, evde yayıla-döne onlara dokunarak okumanın zevki bambaşkadır :)


Bu arada, o kadar laf ettim havaya-buluta. Bakın, boşuna değil yani ettiğim laflar.
bkz: hainbulutlar


Böyle başladım işte hafta sonuna... yaz tatilime :)
Dilerim, bundan sonraki günlerde güneş yüzünü esirgemez bizden.
En güzelinden-gülücüklüsünden olsun hafta sonunuz :)

Yıldırım Sesli Manascı / Yüzyüze / Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek


Yazar: Cengiz Aytmatov
Çeviri: Refik Özdek
Orijinal Dili: Rusça
Basım Yılı: 1995
Yayınevi: Ötüken Yayınları

Tanıtım Yazısı:
Yazarın yazıldığı zaman büyük yankılar uyandıran üç hikâyesi… “Yıldırım Sesli Manasçı’da insanın evrensel özünü yakaladım, beşerî olanı yakaladım. Her usta yazar, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, bütün insanlar arasında müşterek olan noktayı yakalar ve o noktayı hedef alarak eserlerini kaleme alır." “Yüzyüze’de anlatmaya çalıştığım ana konu devlet otoritesi ve bireyin karşı karşıya gelmesi olgusudur. Bu sadece Sovyetler birliğinde olan bir olgu değildir; bütün savaşlarda devlet ve birey çatışması vardır.”

"Bu hikâyede yaşanmış bir olayı anlattım. Hikâyenin kahramanı küçük Krisk halen yaşamaktadır ve bir yazardır, adı da Vladimir. Bana birgün başından geçen hadiseyi, hikâyede anlattığım hadiseyi anlattı. Bu hadiseyi bana vermesini, izin verirse yazmak istediğimi söyledim. Hiç tereddüt etmedi, hatta, "bundan da hikâye mi çıkarmış?" diye hafifçe burun kıvırdı. Ben oturdum yazdım. Yayınlandı. Birgün karşılaştık. Hayretler içindeydi. "Yahu nasıl yazdın? Olacak şey değil, keşke hikâyemi sana vermeseydim!" demez mi. Güldüm, "O hadiseyi yaşayan sensin, ama sen yazamazdın" dedim. `Ancak ben yazabilirim!' Ben ne yaptım? Vladimir'in yaşadığı, herkesin başına gelebilecek bir olayı aldım, kendi felsefemin içine oturttum. İnsanın `evrensel' özünü yakaladım o hikâyede, beşerî olanı yakaladım. Her usta yazar, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, bütün insanlar arasında müşterek olan noktayı yakalar ve o noktayı hedef alarak eserlerini kaleme alır."
Cengiz Aytmatov


Altını Çizdiğim Cümleler:

YILDIRIM SESLİ MANASÇI

''Uzak çağlardan zamanımıza kadar, günler kum gibi aktı, sayısız geceler ve dönüşsüz tören alayları geçip gittiler; yıllar, yüzyıllar, kervanlar gibi uzak ufuklara gidip kayboldular. Sonra biz onların izlerini bulduk.
O çağlardan beri nice nice insanlar yaşadı bu dünyada! Kuşkusuz yeryüzündeki taşlar kadar, belki de daha çok...''

''Dün var olan bugün yoktur. Bu dünyada insanlar doğar ve ölür. Yalnız yıldızlar ölümsüzdür. En eski zamanlardan beri doğudan doğan güneş ölümsüzdür. Ve, hiç yerini değiştirmeyen kara yerküre ölümsüzdür.
Ama dünyada, insan hafızası zamana meydan okur. İnsanın kedi hayatı, göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman kadar kısadır. Ölümsüz olan düşüncedir, fikirdir. Ve bu fikirler insandan insana geçer.''

''Bunca iyi var mıdır bu dünyada, bunca ''iyi''? Bunca kötüyü bağışlar mı bu dünya, bunca kötüyü?''

YÜZYÜZE

'' İnsan birini seviyorsa, bu sevginin gerçek boyutu ancak ayrılık sırasında anlaşılır.''

''Evet, belli, besbelli ona sevgiyle, hayranlıkla bakıyordu. Bu bakışları sanki ''Beni anlayacağını biliyorum, sana her zaman güvendim, sen dünyanın en iyi kadınısın, seni seviyorum, çok uzun zamandan beri seviyorum...'' demek istiyordu.''

''Sis, hastaymış da daha yukarılara çıkmaya gücü yetmiyormuş gibi, solgun bir beyazlık içinde vadiler üzerinde tarazlanıp kalmıştı.''

''Herkes kendi canını düşünür. Ben önce kendi karnımı doyurmalıyım. Başkalarından sana ne! Açlıktan gebersen kimse lokmasını vermez. Herkes kendini düşünür. Herkes ancak dişleyebildiğini, koparabildiğini yer!''

DENİZ KIYISINDA KOŞAN ALA KÖPEK

''Nemli, çok soğuk ve koyu lacivert gecede, Ohotsk denizinin bütün kıyıları boyunca, karayı denizden ayıran bütün cephelerde, iki doğa gücünün yüzyıllardan beri süregelen amansız savaşı vardı: Kara, denizin saldırılarına karşı koyuyor, deniz ise bıkıp usanmadan saldırıyor, karayı hırpalıyordu.
Gecenin karanlığında, denizin gürleyen dalgaları saldırıya geçiyor, kayalara çarparak çatlıyor, kaya kadar sağlam olan toprak ise, inim inim inleyerek denizin bu saldırılarını püskürtüyordu.
Gündüzler gündüz, geceler gece olalı beri, ta yaradılıştan beri, bu iki doğa gücü savaş halindeydiler. Denizle kara var oldukça, bu savaş, gündüzler boyu, geceler boyu, sonsuza kadar sürüp gidecektir.''

''Deniz, karanın meydana gelmesine çok kızdı ve o günden beri sakinleşmedi. O günden beri denizle kara arasında savaş sürüp gidiyor. Ve insanoğlu bazen denizle kara, kara ile deniz arasında, çok güç durumlarda kalıyor. Deniz, insanları hiç sevmez. Çünkü insanoğlu denizden çok karaya bağlı...''

''Dünyada, deniz avcılığından daha güç ve daha tehlikeli başka bir şey yoktur. İnsan bu hayata çok küçük yaşta başlamalı, alışmalıdır. Bunun için eskiler 'Aklı Tanrı verir, ama beceri çocukken öğrenilir.' demişler. 'Kötü avcı aşirete yük olur.' diye de bir atasözü vardır. Demek ki, insanın kazanması ve beslenmesi için, mesleğini genç yaşta iyi öğrenmesi gerekiyordu.''

''Bu kayalık dağın bir özelliği vardır ki denize açılanlar bunu çok iyi bilir: Bu dağ, açık havalarda, uzaklaştıkça daha da büyüyormuş gibi görünür. Sanki o da peşinizden gelir ve arayı açmanıza fırsat vermez. Dönüp dönüp bakar ve hep onu görürsünüz. Ama uzun süre yol aldıktan sonra, bir de bakarsınız, Ala Köpek Dağı yok olmuş. Sanırsınız Ala Köpek peşinizi bırakıp eve dönmüştür.''

''Kayıktaki insan, evrenin sonsuzluğu karşısında bir hiç olduğunu çok iyi anlıyordu. Ama insan düşünürdü, düşüncesiyle denizin ve göğün yüceliğine erişirdi. Ve yüce düşüncelerinde, doğa güçleriyle evrenin derinliği ve yüksekliği ile bir tutardı kendini. İşte bu yüzden insan, yaşadıkça, deniz kadar, gökyüzünün sonsuzluğu kadar yüce ve güçlü olacaktır. Çünkü düşünceler sonsuzdur. O öldüğü zaman, bir başka insan onun düşüncelerini daha ileriye, sonra bir başkası ondan da ileriye götürecek ve bu, sonsuza kadar böyle sürüp gidecektir...''

''Ölümün her şeyin sonu olduğunu anlıyor ama yine de, en kutsal, en gizli düşüncelerinin - Deniz Kızı ile ilgili hayallerinin- o öldükten sonra da yaşayacağına, gerçekleşeceğine inanıyor, bunu umuyordu. Hayallerini, düşlerini bir başkasına aktaramazdı. Çünkü düşler aktarılamaz. İşte bu yüzden, insanlar bir iz bırakmadan yok olmamalıydılar.''

''Yaşlıydı, gençliğini, dinçliğini yitirmişti, dişleri dökülmüştü. Eskiden övündüğü nesi varsa hepsi yok olup gitmişti ve ölüm hiç de uzak değildi artık. Ama göğsündeki yüreği yine gençlik yıllarındaki arzularla, tutkularla çarpıyor, gönlü kocamıyordu. Ne büyük felaketti gönlün hiç yaşlanmaması!''


Ben çok severek okudum.
Dilerim siz de en az benim kadar seversiniz.

Keyifli okumalar :)

Yaz sıcağı yaptım.

Judy'm sağolsun, bugün bi' keşif yapmış, hemen paylaştı.
Fotoğraf üzerinde yüzlerce oynama yapılabilecek bir site bulmuş :)
Buyurun!

Hemen browser üzerinden ilk denemelerimi yaptım, kesmedi indirdim programı :)
Bundan sonra gelsin bambaşka renkler, gitsin baloncuklu efektler! :)

Baktım hava soğuk-yazın bize geleceği yok, kendime yaz yaptım! :)


Şimdi efenim, bakmayın benim ''Çalış çalış, sanki dünyayı kurtarıcaz!'' dediğime...
Ben çalışmayı seviyorum :)
Evde oturunca, bi' süre sonra özlüyorum ofisimi, masamı, yaptığım görüşmeleri.
Kahkaha kıyamete çevirdiğim o çok ciddi toplantıları :)
Konferans görüşmeleri... telefonda kibar kibar kavga etmeyi.
Zaten çalışma köşem, benim minnak cennetim gibi :)
Yüzümü sürekli gülümsetecek bir şeyler buluyorum-ekliyorum masama.
Bugün de bunları -hazır efektlendirip sımsıcak yapmışken- paylaşayım dedim.

Bizim ofis buz gibi, açıyorlar klimayı 15 derecede, totomuz donuyor çok afedersiniz.
Kaç kez ayaklarımın buz kestiğini farkettim :/ Neymiş efenim? Çok sıcakmış!
Dışarısı hepi-topu yirmi/yirmi beş derece!
Şeytan diyor; alacaksın bunları, dizeceksin Konyaaltı sahiline boncuk gibi... tepelerinde güneş... kıpırdatmayacaksın üç saat, sıcak görsünler!
Zaten burada güneş yüzünü gösterdiğinde etek boyları iki karış birden kısalır, topuk boyları bi' karış uzar.
Yazın geldiği havadan değil, ofisteki kızların kıyafetlerinden anlaşılır :)

Üstte görmüş olduğunuz köşe, masamın yanı...
Arkadaşlarımdan gelen kartpostalları koydum oraya, baktıkça içim sıcacık oluyor.
Karikatürlerim var sonra... millon kez daha baksam hala beni gülümseten karikatürler...
Notlarım var bi'de, kendime hatırlatmalarım... çok unutkanım çünkü :/
Kaç kez şemsiyemi ofiste unuttum bilmiyorum mesela... ertesi günü, su birikintilerine basmamak için keklik gibi seke seke, ofise ıslak gelmek zorunda kalıyorum her seferinde :)

Aşağıda gördüğünüz fotoğraf da benim gülümseme sebeplerimden.


'The Usual Suspects' hesabı :)
Ay, bak yine canım çekti! En kısa sürede bir kez daha izlemem lazım bu filmi :)
Defterler... kalemler... kaç defter doldurum şu son iki yılda, hesabını tutmadım.
Ben sürekli yazarım, her şeyi not alırım. Sinirlendiğimde bile yazarak küfrederim :D
Türkçe bilen biri bi' açsa defterimi, birbirinden enteresan cümleler bulabilir içinde :)
Zaten ileride iş değiştirirsem kesin başım derde girer gibime geliyor.
Öyle alıştım ki, kızdığımda-sinirlendiğimde Türkçe ağzıma geleni söyleyip-stresimi atmaya; kazara Türkçe bilen birinin olduğu ortamda çalışırsam adım küfürbaza çıkacak :)

Aşağıdaki fotoğraf ise yayım yayım yayıldığımın göstergesi.
İlerde başka kata/masaya geçersem dar gelecek, biliyorum :)


N'apem arkadaşım?
Kendim büyüğüm, çalışma alanım da geniş olmalı, sıkıntıya gelemem! ;)
Gördüğünüz çekmecelerin hepsi dolu. Yiyecekler, içecekler... kozmetik malzemeleri.. çoraplar... yedek ayakkabılar :)
Ayaklarım üşürse giyiyorum pambıklı çoraplarımı :D
Zannediyorlar ki; bu bize özgü bi' durum, gayet normal.
Arkadaşım, parmak ucu açık, boncuk mavi ayakkabı içine giyilen bembeyaz pamuklu beyaz çorabın nesi normal?
Ayağım üşümüş-giymişim, bildiğin kıroluk yapıyorum işte :)
Her istediğini giyebilmek çok güzel, hehehe :)
Meselam, geçenlerde üç gün üst üste gün çok sıcak oldu, bi'gün bildiğin pijama altı gibi, çiçekli böcekli, şalvarımsı kesimli bi' 'şey' ile gittim işe. Bakın 'şey' diyorum, ne pantalon, ne don... bi' ismi yok. Üstüne bi' beyaz bluz, alta açık ayakkabılar.
Beni pek bi' dikkatli inceleyen kız, bi' kaç gün sonra şalvar modeli-çiçek desenli pantolonla geldi ofise.
Çok eğleniyorum, yeminne :)
Bi'gün, kısa bir tişört giymişim, fularımı bir omzumun üstünden diğer koltukaltıma çaprazlama bağladım -hani Hintli kadınlar gibim- totoma dek kapadım sırtımı açılmasın diye.
Tahmin edin bakalım ofiste son moda ne? :)))

Cumartesin tadını çıkarın, yayım yayım yayılın... tembellikte tavan yapın e mi?
Gününüz gülücüklü olsun :)

Olimpik Kedi Sporları

Olimpiyatlar olur da benim kızım boş durur mu? :)
Buyurun size bizim evden ''Kedi Olimpiyatları'':

Bisiklet Kemirmece...



Sehpaya Kafa Dayamaca...



En Büyük Ağzı Açmaca...



En Garip Pozisyonda Uyumaca...



Perde Arkası Pusuya Yatmaca...



Altın madalyaların hepsi altın renkli kızıma gidiyor!
On puan on puan Balım şampiyon! ^..^

Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi / 100 Colpi Di Spazzola Prima Di Andare a Dormire / 100 Strokes of the Brush Before Bed


Yazar: Melissa Panarello
Çeviri: Nilüfer Uğur Dalay
Orijinal Dili: İtalyanca
Basım Yılı: 2004
Yayınevi: Okuyan Us Yayınları (2005)

Arka Kapak Yazısı:
Melissa; Genç bir kız...
Günlüğü: Sevgi, aşk, kendine güven, arkadaşlık, cinselliğin keşfi, duygusal gelgitler, arayışlar ve kayboluşlar...
Dürüst, açık, çekici, düşündürücü, insanın içine işleyen ve her şeyden öte cesur itiraflar...

İtalya'da, Susanna Tamaro'nun kitabı kadar satan bu kitap ailelerin çocuklarıyla konuşmadıkları, öğretmedikleri tek konudan söz ediyor: Cinsellik.

"Göz alıcı bir şekilde kendinden emin olan bu lise öğrencisinin itiraflarının yarattığı şok dalgaları gündemde." -The Times

"Çok büyük bir etkisi olan küçük kitap." -New York Times

Yatmadan önce 100 Fırça Darbesi, İtalya'da 1.000.000 adet satıldı. İspanya, Fransa, Almanya, ABD, Kanada, Rusya, Yunanistan ve İngiltere'nin de aralarında bulunduğu 26 ülkede bestseller oldu.

Altını Çizdiğim Cümleler:
''... bakışımı buğulanmış pencerelere çevirdim. Gözüme mat ve donuk görüntüm ilişti; günlük, aşksız bir insan hiçtir, koca bir hiç...''

''Gittikçe kötüleşiyoruz, günlük. Savaşlar öldürüyor, depremler sonumuzu getiriyor, lavlar yutuyor ve aşklar bizleri aldatıyor.''

''Polyphemos mitolojide, tanrı Zeus'un deniz tanrısı olan kardeşi Poseidon'un oğlu olarak geçer.
Homeros'un Odysseia'sında (M.Ö 8-6.yy), Theokritos (M.Ö 3.yy) ve Lukianos (M.S 2.yy)eserlerinde adı geçer.
Alnının ortasında tek ve büyük bir gözü olan bir devdir.
Tek başına yaşadığı aday çıkan Odysseus ve adamlarını esir alarak mağarasına kapatır. Odysseus ve adamları, kendilerini esir ederek tek tek yemeye başlayan devi, şarap ile sarhoş edip, ateşte kızdırdıkları kazık ile gözünü dağlayıp kör ederler. Acıyla uyanan dev, uyuyakaldığı, yaşadığı ve esirleri tutsak ettiği mağarasının önüne koyduğu kayayı, çevrede bulduğu diğer kayalarla birlikte, sahilde bekleyen gemilerine doğru kaçmakta olan Odysseus ve adamlarına fırlatır. Esirlerinin kim olduğunu bilmemekte ve rastgele fırlatmaktadır. Deniz içerisinde tek tek duran kayalar, Polyphemos'un o zaman rastgele fırlattığı kayalara benzetilir.''

''Bugün hava nemli ve hüzünlü, gökyüzü gri renkte, güneş ise bulutların ardında donuk ve yusyuvarlak bir leke gibi duruyor. Sabah yavaş yavaş yağmur yağmaya başlamıştı. Şimdi ise çakan şimşeklerin elektrikleri kesmesine ramak kaldı. Havanın nasıl olduğu umurumda değil, çünkü çok mutluyum.''

''Bu caddenin altından, lav taşlarıyla adeta örtülmüş bir nehir akar.
Sessiz ve sakin akar ve fark edilmeyecek kadar ufaktır. Aynen, bilgece ördüğüm zırhımın altındaki sessiz ve uysal düşüncelerim gibi... Akıyorlar. Yüreğimi parçaparça ediyorlar.''

''Çok güç ve istenmeyen bir şey, bazen büyük bir armağanı müjdeleyen bir şey olabilir.''


Buram buram cinsellik... yok yok; erotizm... daha doğrusu seks.
Altını çizmediğim cümlelerin neredeyse tamamı bu kavramlara dair tonla kelime içeriyor.
Jartiyerler, G-stringler, fileli çoraplar, sivri burunlu çizmeler, çıplak erkekler, çırçıplak kadınlar, gruplar, karanlık-kirli odalar, seks, ter, gözyaşı, pişmanlık... vs.
Araya 'aşk' serpiştirilmiş, 'masumiyet' denmiş, 'kendini tanıma' diyerek başka boyuta çekilmiş, üç-beş afili cümle eklenmiş; kitap olmuş.
Ben sevmedim-sevemedim, dilerim siz seversiniz.

Keyifli okumalar.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...